Ebu Şuayb is­minde biri hizmetçisini çağırırak ona der ki:

-Bana beş kişilik yemek yap. Çünkü Peygamber Aleyhisse­lamın aç olduğunu yüzünden anladım.

Bunun üzerine delikanlı ona yemeği pişirir. Sonra Ebu Şuayb, Peygamber Aleyhisselamı ve yanında bulunanları yemeğe çağırır. Peygamber Aleyhisselam davete icabet etmek üzere kalktığında davet edildikleri vakit yanlarında bulunmayan bir adam onlara takıldı. Resulüllah (S.A.V) evin kapısına geldiği zaman, ev sahibine:

-Bize birisi takılıp geldi ki, o kimse sen bizi davet ettiğin zaman yanımızda değildi, eğer ona izin verir­sen eve girer, (yoksa geri dönüp gider).. buyurdu. Bunun üze­rine ev sahibi olan adam:

-Ona izin verdik, buyursun, girsin, diye cevap verir. (Tirmizi c. 2, s. 279)

Burada davetsiz herhangi bir ziyafete gitmenin doğru olmadığını açıkça beyan ediliyor.

Bu nedenle davet edil­meyen yere gitmek hiç doğru değildir.

Sadece yemek değil, ziyarette de davet edilmeden gidilemiyor.

Kısacası davet edilmeden gidilemiyor.

Gidilirse uygun olmayan sonuçlarla karşılaşılacağı aşikardır.

Babanın kapısını çalsan, içeriden “Gir” sesi duymadan oraya bile giremiyorsun.

Gidilemeyeceği konusunda güzel Türkçemizde yörelere göre sözler bulunmaktadır :

Davetsiz yere kedilerle köpekler gider.

Davetsiz yere ya davulcu gider yada zurnacı.

Davetsiz düğüne puşt oğlan gider.

Davetsiz yere, ancak çörekçi ile börekçi gider.

Davetsiz düğüne kel kızlar gider.

Hacı Bektaşi Veli Hazretleri de şöyle buyuruyor; “Çağrılmadan gitme, sorulmadan söyleme" 

Gidildiği zaman karşılaşılacak sonuç yine bir Atasözümüzde yerini bulmuştur.

“Davetsiz gelen (giden) döşeksiz oturur"

Bizi sürekli çağıran öyle bir ses çınlayıp durur kulaklarımızda.

“Gel, gel, ne olursan ol yine gel,

İster kâfir, ister mecusi, ister puta tapan ol yine gel,

Bizim dergâhımız, ümitsizlik dergâhı değildir,

Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel..."

...

Konyalılar ;

“Hz. Mevlana’yı ziyaret etmek herkese nasip olmaz. O çağırırsa gidip türbesini ziyaret edebilirsiniz. O çağırmazsa gidip ziyaret etmek nasip olmaz. Gitmek isteseniz de gidemezsiniz, gidersiniz bulamazsınız. O ne zaman çağırır o da bilinmez. Bir kere gideni hep çağırır Mevlana" derler.

Bu hatırlatmayla bir dostumuz da “Ben bunu yaşadım"  diyerek anlatmaya başladı.

-Eşim, dedi. Mevlana hazretlerini rüyasında görmüş.  Aradan bir hafta geçtikten sonra tekrar görmüş. Mevlana bizi çağırıyor, dedi.

Üniversite imtihanlarının açıklanacağı gündü. Çocukları da alarak arabamıza atlayıp gittik Hazretleri ziyarete. Ziyaretimizi yaptık. Gezilecek yerleri gezdik. Öğleyi geçtikten sonra bir lokantaya girip oturduk.

Bizler Konya’nın meşhur yemeklerinden “Tirit” söyledik. Kızım da Adana kebabı.

Bu esnada sonuçları öğrendik. Kızım;

-Adana Çukurova Üniversitesini kazanmışım, dedi. Biz de,

-İyi artık orada bol bol Adana kebap yersin, diye de espiri yapmıştık.

Hacı Bektaşi Veli Hazretleri ;

“Devletli odur ki, cehli sile, gafletten uyanıp kendini bile" derken burada bir sırra işaret edildiğini anlamış değildik zaten. Anlamamız yılların ötesinde saklı duruyormuş meğer.

..

Aradan yıllar geçti. Kızım okulunu bitirdi. İş hayatına atıldı.

Bu yıllarda bir rahatsızlığı peydah oldu. Sık sık hastalanmaya başladı.

Bilmediğimiz ama sonradan pahalı olduğunu öğrendiğimiz bir hastalık musallat olmuştu.

Kızım araştırmaları neticesinde kendisi gibi olanlara ulaştı. Hastalık hakkında bilgi ve fikir sahibi oldu. Nihayetinde bu hastalıktan şifa bulmuş bir arkadaşının önerisiyle Konya’da “Alternatif Tıp" adı altında faaliyet gösteren “İbrahim Yılmaz” adlı bir doktorun olduğunu öğrenir.

İşte Konya’ya, Mevlana hazretlerini ikinci olarak gidişimizin sebebi buydu. Daha sonra, üçüncü, dördüncü, beşinci…. Hani diyorlardı ya “Bir kere gideni hep çağırır Mevlana”.. Bizde çağrılmıştık bu vesilelerle. Gafletten uyandığımızı o an hissettik. Bizi tekrar çağırışının nedeni derman içinmiş. 

Bakmayın siz neyden dökülen şikayetlere ;

“Bişnev in-ney kim hikâyet mikuned

Ez-cüdâyihâ şikâyet mikuned"

Anladık ki, Yüce Yaratıcı’nın “üflediği nefesle” hayat bulan ney, tıpkı insan gibi geldiği yere özlem duyan ve delik deşik olmuş sinesinden çıkan feryat ve iniltileriyle insanlara sırlar fısıldayan bir dostmuş..

Hz. Mevlana da kendisine gelen tüm dertleri sabırla, tevekkülle çekiyor, onlara derman sunuyor. Çünkü O, ne gelirse gelsin Yaradan’dan geldiğini biliyor. Yaşadığı acılar onu olgunlaştırıyor, dönüştürüyor ney gibi insanların içine işleyerek.

“Geçmek için, aşk derdinin şerhine,
İsterim; hicranla yanmış bir sîne.."

Bizim yanmış sinemiz de ikinci, üçüncü defa bu yolları bu sebeple çiğneyip durmuş..

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.