Dinden bahseden, din adına fetva veren, bu konularda şekilsel görseli ile model olup rol kesen konuşmasıyla, insanları yargılayan, sosyal medya iletişim araçları ve muhtelif cemaat desteği ile meşhurlaşmış, mezhepçi, gelenekçi din adamları hatta ilahiyat profesörleri;

“Sakın Kuran'ı anlamaya çalışmayın! Hatta meal de okumayın! Zira anlayamazsınız. Hem zordur, hem de sapıtırsınız!

Okuyacaksanız bizim tavsiye ettiğimiz tefsirleri okuyun. Yalnız bizi dinleyin..”

Diye sıkı sıkı tembih ederler!

Bu söylemi yeni nesillere aktaranları kınamadan ziyade anlamaya çalışırsak, mesele bizim acımızdan da yerli yerine oturacaktır kanısındayım.

Şöyle ki;

Aslında bu kişilerin yetişme tarzı, çevre- aile yapısı ve aldığı eğitime bakıldığında, söyledikleri şey ile öğretilerinin uyumlu olduğu görülür.

Bu eğitimin içinde,

Kuran'ın adı geçer hükmü fazla geçmez.

Dinin kaynağının başında Kuran yer alır. Uygulamada son sırada,

Kuran'da dinin sahibi yalnız Allah’tır, bu eğitimde üç esas daha sayılsa da, mezhep imamları ve âlimleri daha sonraları farklı yapılar ile birlikte sayısız ortaklar vardır.

Kısaca, Tevhit dini bir biriyle çok fazla uyum içinde olmayan ortakları içinde barındıran, şirket dinine dönüştürülmüştür!.

Emevi döneminde başlayan bu süreç, Abbasi hükümetleri döneminde aklı ve sorgulamayı şeytanlaştıran Ahmet bin Hanbel ve hadis ehli ortaklığında çatısı kurularak şekillenen Selçuklu döneminde kurulan Nizamiye medreselerinde Nizam-ül Mülk denilen kişinin bu medreselerde egemen olması ve Gazali’nin müderrisliği eliyle içi doldurulan bir anlayışın, din eğimi olarak o günden bugüne nesilden nesile aktarılan paket programın "tek doğru" olarak öğretildiği gerçeğini bilmeden bu sonucu anlamak pek mümkün değildir!

Yetmiş üç fırka rivayetinde tek doğru olduğu iddia edilen Ehli Sünnet Sünniliği; zannedildiği gibi tek parça bir anlayış da değil, sonradan sürece dâhil olan ortakların adedince, yani yaması sayılmayacak kadar çok büyük bir bohçayı andırdığını bilmek gerek. Bunların her biri kendi anlayışlarının doğru olduğu kanısındadırlar..

Başlangıçta sünniliğin asıl sahibi selefi düşünce olsa da, fırkayı delale yani bozuk fırka diye islamdan sayılmayan tasavvuf/tarikat dininin Gazali sayesinde İslam dairesinde alınmasından sonra çoğunlukla Türkiye, Suriye, Afganistan, Pakistan gibi ülkelerde bu akım, ehli sünnet sünniliğinin sahibi konumuna geçip, selefileri sapık konumuna düşürmüşlerdir.

Farklı kültürleri içinde barındıran içine İslam sosu katılmış söz konusu tasavvuf/tarikat dini; Gerçek ilim sahibi ilim adamları yerine Kuran'ı yüzünden okumakta acz içinde olan, Kur'an’ın anlam ve maksat dünyasından bi haber, rüya, ilham ve keramet masallarını Allah’tan alınan vahiymiş gibi; dergah, külliye, Kur’an Kursu, vakıf, dernek, gazete/dergi, yandaş televizyonları hatta ana sınıfından üniversiteye kadar kurdukları okullarda nerede ise tüm topluma servis eden, ilimsiz, bilimsiz yarı tanrı(!) insanlardan oluşmakta..

Bütün bu süreçlerde din eğitimi alıp Allah adına konuşanların “sakın Kuran'ı anlamaya çalışmayın! Sapıtırsınız” demeleri Kur’an açısından çelişki gibi görünüyor olsa da o felsefeye göre kendi daire ve çaplarında haklıdırlar.

Peki Neden?

Çünkü onların anlayıp anlattıkları din anlayışı ile Kur'an’ın söylemi çok farklıdır.

Üstelik Kuran'ın anlattığı İslam ile bazı yerlerde çatışır. Bu çelişkisinden kurtarmak için halen ehlisünnet kaynaklarında geçtiği kadarı ile Mushaf’ın içinde yer alıp namazlarda okunmasına rağmen iki yüz, kimine göre daha fazla ayetin nesh edildiği yani hükmünün ortadan kalktığı, inancını kullanarak Kur’an ile barışık yaşamaya da devam ederler!

Son zaman tarihselcileri atalarından aldığı derslere sadık kalarak henüz sayısını bilmediğimiz ayetlerin, hükmünün tarihsel olduğu yani eskidiği iddiası ile nesh etmeye bir nevi Kur’an’ı “ameliyat ile işlevsiz” yapmayı sürdürdükleri de bu arenanın bir başka yüzü.

Geleneksel atalar dinini yaşamaya ve yaymayı görev edinenler,

*Kur’an'ı, anlaşılmaz, anlamsız yetersiz bulduklarından Allah Resulüne atfedilen rivayetleri vahiy saymayı,

*Kur’an’dan bağımsız Arap adetlerini sünnet sayarak dinin emri yerine koymayı

inançlarının gereği olarak görmekteler.

Geleneğe sonradan eklenen dini, kendi malı mülkü zannedip hüküm üreten, kendi zamanlarının şartlarına göre içtihat ve yorum yapan âlim görüşlerini, ciddi kaynakta yer almayan, dine özendirmeye yönelik doğru ve yanlışların iç içe geçtiği sayısız hususları, kavrayıp öğrenmek uzun yıllar emek isteyen zor bir programdır.

Akletmeyi ve sorgulamayı reddederek bu müktesebatı yeni nesillere öğretmeyi dini vecibe sayan din adamlarına Kur’an da elbet sessiz kalmamıştır.

Mesela;

Tevbe suresi 31., 34. İbrahim Suresi 2., 3. ve Nahl suresi 88. ayetler.. gibi onlarca ayetlerinde şiddetle kınar ve onları azapla müjdeler. Bunlardan bir örnek vermemiz gerekirse Tevbe suresi 31’de;

"Ey inanıp güvenenler! Bilginlerin ve din adamlarının birçoğu insanların mallarını haksız yolla yer ve onları Allah’ın yolundan engellerler."

Bu ayetler bizim için değil geçmiş ümmetleri ilgilendirmekte” savunmasıyla öğrendikleri dinin şan, şöhret ve ekonomik getirisinden vaz geçemeyen Kuran’ın "Ruhbanlar" dediği din adamları, farklı gerekçeler uydurarak Kur'an’ın anlaşılmasına sonuna kadar karşı durmaktalar!..

Peki bunları Diyanet, Üniversiteler, dindar çevreler bilinmiyor mu ki bu süreç gittikçe azgınlaştırılmakta?.

Bilinmez olur mu;

On üç asırdan beri bu olumsuzluğa karşı olup temel doğruları anlatmaya çalışmış nice insanlar gelip geçmiş. Ancak yönetimler tarafında sürekli ötelenmiş, baskıya, zulme sürgüne tutulmuşlardır.

Bu olumsuz süreci göz yuman hatta destek veren siyasetin ayağı konumundaki Diyanet ve bir kısım akademisyenlerdir.

Günümüzde kimi ilim adamları toplumsal tepkiden çekindikleri için halen suskun kalıp dini kendi dünyasında yaşamakta!

Kimi kitapları vasıtası ile sınırlı sayıda okuyucuya ulaşmaya çalışmakta!

Kimi toplumsal linçe aldırış etmeden ulaşabildiği ortamları değerlendirirken başına gelmeyen kalmamakta!.

Sonuç olarak söylenmesi gereken,

Allah’ın dini kolay olduğundan aracı Ruhbanlara ihtiyaç yoktur. İslam hayatın gerçek yüzüdür. Her insanın özünde zaten İslam fıtratı mevcuttur.

Durumumuz bu!

Halimiz zayıf görünse de yeni nesiller taklitçilikle sürdürülen aklı yok sayan anlayışları artık yutmamakta.

Elden geldiğince tebliğ tavizsiz temsil ile varılmayacak sonuç yoktur dostlar..

Selam ve dua ile..

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
Mehmet Okan 5 ay önce

Günümüzü çok güzel özetlemişsiniz sizin gibi değerli insanlar olduğu sürece gençler artık sorgulama gereği duyacaklardır yüreğinize sağlık teşekkür ediyorum

Avatar
Cihan 5 ay önce

Hüseyin bey bileğine, emeğine sağlık.. O kadar büyük problemlerimiz var ki anlat anlat bitmez. yılbaşından dolayı iyi Müslümanlarda Noel baba alerjisi başladı ve bu Noel babayı görenler eleştirenler, kendi zuhurat babalarını görmezler, Arap babalarını görmezler,Telli babalarını görmezler daha bir sürü baba ve bir sürü Çaput bağlanıp dilekte bulunan kişileri görmezler.
Muaviyeden itibaren Arap olmayanlara "mevali" denilerek küçümsendiler, bu iyi Müslümanlar bunu görmezler. Dört hak mezhep derler lakin 11 elli‘lere kadar nureddini zengi dönemi, o zamana kadar hanifilere devlette çöpçülük dahi verilmiyordu. Ondan sonra hanifilerde devlette yer almaya başladılar, bu iyi Müslümanlar bunuda görmezler. En vahimi ise asrı saadet diye bir hikaye anlatırlar, peygamberi görmek ise doğru bu büyük bir saadet, lakin peygamber döneminde peygambere yapılanlar en yakınları tarafından peygamberin hanımı Ayşe Validemize zina iftirasının atılmasını görmezler.. Peygamberden sonra Hazreti Ömer’in, Hazreti Osman’ın, Hazreti Ali’nin öldürülmesi... Cemel vakası, Sıfin Savaşı.. bunları görmeyip asrı saadet diye bir hikaye anlatılması akıl tutulmasından öte bir şey olmasa gerek. Asrı felaket demek daha doğru diye düşünüyorum. doğrusunu Allah bilir.

Avatar
Halil 5 ay önce

Teşekkür ederim en güzel yüreğinize sağlık Allah yar ve yardımcınız olsun inşAllah hep birlikte Selam ve dua

Avatar
Hüseyin Koç 5 ay önce

Arap zihniyeti geçmişten günümüze kendilerinden başkalarına, Arap olmayanlara mevali derler. Rahmetli İmamı Azama da aynı muameleyi yapmışlar. Ne demek mecali? Arap kadar şanlı değil, köle de değil. İkisinin ortası bir şey. Köle kadar olmasada çok itibar edilmez anlamında kullanılır. Tembel, miskin, hazır yiyen, yeri geldiğinde Irak'ın işgalinde gördük ABD postallarını öpen korkaklar petrol parasını yer ama kendi kardeşlerine sahip çıkamayacak kadar acizler. Arabı aşağıladığımdan değil tarihi sürecte ırkcılık (asabiyet) komleksini hayat haline getirmeleri tasvip edilecek bir şey değil. Filistinliler de Arap! İnsanlığın islamlığın gereğini yerine getiriyorlar. Allah yardımcıları olur inşallah.