Atilla Oral’ın Atatürk'ün Sansürlenen Mektubu isimli kitabından alıntılarla birçok internet sitesinde bu mektupla ilgili yorumlar görülmektedir. Bu sitelerden bazıları bunu Türk Milliyetçiliği ve Atatürkçülük adına yaptığını sanırken diğer bir kısmı da fırsattan istifade Atatürk’ün İslâm düşmanı olduğuna bir delil olarak suiistimal etmektedir. Hâlbuki doğru olan öncelikle tarafsız bir yöntemle bu belgenin doğruluğunun sorgulanması olmalıdır. Çünkü Atatürk’ün Nutku, Söylev ve demeçleri elimizde bulunurken birincil kaynaklarla karşılaştırmamız mümkündür. O döneme ait belgeler ve hatıralar ile Atatürk’ün bizzat yaptırdığı çalışmalarda kayıt altındadır. Sansürlenen mektup iddiası Türk Tarih Tetkik Cemiyeti’ne gönderildiği halde gizlenmesi söz konusu olsa o dönemde bunun şahidi olabilecek birçok bilim adamı bulunmaktadır. Türk Tarih Tetkik Cemiyeti’ne hazırlattığı Tarih kitabı bizzat Atatürk tarafından dikkatle kontrol edilmiştir. 1931-1941 yılları arasında Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri olarak okutulmuştur. Bu dönemde Atatürk’ün 1938’e kadar hayatta olduğu düşünülürse birincil el kaynaklarla sözü edilen mektubun çeliştiği görülmektedir.

Atilla Oral Atatürk'ün Sansürlenen Mektubu isimli kitabının Önsözüne şu girişle başlamaktadır: “Türk halkından yıllardır gizlenen, Atatürk'e ait çok önemli bir belge gün ışığına çıkıyor. Atatürk'ün sansürlenen mektubu 80 yıl sonra, kendi el yazısıyla, tam metniyle ve sansürsüz olarak ilk kez bu kitapta yayınlanıyor. Atatürk'ün mektubu niçin sansürlendi? Mektup bugüne kadar tam metniyle neden yayınlanmadı? Araştırmamda bu sorulara yanıt aradım. 80 yıl öncesine giderek o dönemde ülkede neler yaşandığını araştırdım. Atatürk'ün o günlerdeki faaliyetlerini incelemeye koyuldum. Türk Tarih Kurumu'nun kuruluş sürecinde yaşanan olayları araştırdım. Çeşitli arşiv ve kütüphanelerde araştırmalar yaparak konuyla ilgili bilgiler topladım. Araştırmam derinleştikçe mevcut sorulara yanıt bulmak bir yana, yanıtlanması gereken başka önemli sorular ortaya çıktı. Atatürk'ün mektubunu sansürleyen kişiler hakkında daha önce hiç bilinmeyen ilginç bilgilere rastladım. Ancak kitapta bunlara yer verecek olursam araştırmamın asıl konusundan uzaklaşabileceğimi anladım. Bu yüzden kitabın kapsamını, sadece Atatürk'ün sansürlenen mektubu konusuyla sınırlandırdım. Yaptığım araştırmada izlediğim yol, Atatürk'ün, “Biz daima gerçeği arayan ve onu buldukça ve bulduğumuza inandıkça ifadeye cesaret gösteren adamlar olmalıyız!” sözüdür. Atatürk'ün bu sözünü ilke olarak kabul ettim ve buna göre hareket ettim. Araştırmamda sadece gerçeği aradım ve onu bulmaya çalıştım. Somut bilgi ve belgeleri buldukça ve bulduğum belgelerin gerçekle bağdaştığına inandıkça, düşüncelerimi ifadeye cesaret gösterdim. Bu nedenle kitapta somut belge ve bulguya dayanmayan herhangi bir iddia bulunmaz. Yer verdiğim her bilginin gerçek bir kaynağı, sağlam bir dayanağı vardır. Atatürk'le aynı düşüncedeyim. “Sonradan uydurma bir eser” meydana getirmek ve “ardından pişman olmaktansa hiçbir eser meydana getirememek beceriksizliğini itiraf etmek” daha iyidir. Yaptığım araştırmada ulaşamadığım gerçekler olduğunun farkındayım. Henüz belgesini bulamadığım birçok nokta var. Bunun eksiklik ve yetersizlik olduğunu kabul ediyorum. Bu nedenle konu hakkında araştırmalarıma devam ediyorum: Üstü bilerek örtülmüş bazı belgelere, belki de ulaşamayacağım. Ancak ümitsiz değilim. Ben ulaşamamış olsam da, elbette günün birinde, başka bir araştırmacı meslektaşım, bu konudaki gerçekleri ortaya çıkaracaktır. Buna yürekten inanıyorum. “Atatürk'ün Sansürlenen Mektubu” adlı bu kitapta, Atatürk'e ait önemli bir belgenin nasıl sansürlendiğini, kesilip kırpıldığı ve tahrif edildiğini çok açık bir biçimde göstermeye çalıştım. Kim ne derse desin, olayın tartışılacak hiçbir tarafı yoktur. Gerçek şudur ki; Atatürk’e ait çok önemli belgeleri gizlemişler, sansürlemişler, kesip kırpmışlar ve tahrif edip yazının gerçek metni ile oynamışlar, en sonunda da kaldırıp çöpe atmışlar. Olayın failleri belli, kanıtları da apaçık ortada duruyor. Güneş balçıkla sıvanmaz. Hiçbir gerçek sonsuza kadar gizlenemez. Çöpün içinden de olsa günün birinde ortaya çıkar. Atatürk'ün sansürlenen mektubu da tam 80 yıl sonra ortaya çıkmıştır [1]”.

Tabi ki Güneş balçıkla sıvanamaz. Şu gök kubbe altında hiçbir gerçek sonsuza kadar gizlenemez. Çöpün içinden de olsa günün birinde böyle bir mektup ortaya çıkar mı? Çıkış şeklinin anlatılan maceralardan geçtikten sonra ortaya çıkması mı yoksa onun gerçeğe, akla, bilimsel yöntemlere ne kadar uygun olup olmadığının incelenmesi mi gerekmektedir. Atilla Oral bu yöntemleri maalesef müzayededen aldığı mektup için uygulamamıştır.

Şimdi gelin bu mektubun nasıl ortaya çıktığı okuyucuya aktarılmasını okuyalım:

“Atatürk'ün mektubu nasıl ortaya çıktı?

80 yıl sonra ortaya çıkan ve ilk kez bu kitapta yayınlanan Atatürk'e ait belgeyi sahaf dostlarım sayesinde elde ettim. Sahaflar geçmişte olduğu gibi günümüzde de araştırmacı ve yazarların önemli kaynaklarından biridir. Araştırmacıların bilgi ve belgeye ulaşmasını sağlamakta arşiv ve kütüphaneler kadar sahafların da önemli yardımları dokunur. Bilimsel araştırmaların çağdaş ve modern yöntemleri ile birlikte, sahaflardan da yararlanılması gerektiğini düşünürüm. Bu yüzden sahaflara sık sık gider, onların düzenlediği müzayedelere de katılırım. Çok sayıda sahaf dostum var. Daha önce hazır1adığım birçok araştırmalarda sahaf arkadaşlarımın önemli katkıları oldu. İstanbul Beyoğlu'nda, İstiklal Caddesi, Hazzopulo Pasajı'nda her Pazar ve Perşembe günleri kitap, fotoğraf, ephemera müzayedeleri düzenlenir. Birkaç ay önce bu müzayedelerden birinde Uluğ İğdemir'e ait çeşitli belgeler satışa çıktı. Bunların içinde önemli yazar ve tarihçilerin Uluğ İğdemir'e gönderdiği mektuplar, daktilo ile yazılmış, karışık, birçok tarih notları vardı. Açık arttırma ile satışa sunulan bu dokümanlara talip olmakta ne yazık ki o an kararsız kaldım. Müzayede sırasında başka bir araştırmacı arkadaş açık arttırmaya katılarak bunları satın aldı. O an kararsız kalmakla önemli şeyler kaçırdığımı düşündüğüm bir sırada, müzayedeyi yöneten münadi, Uluğ İğdemir'e ait dokümanlar içinden ayrılmış bir başka belge grubunu satışa sundu. Bunlar Atatürk'ün el yazısı mektup sayfalarının yıllar önce çoğaltılmış eski kopyalarıydı. Belgeleri görmek istedim ve kısa bir süre inceledim. Bu defa kararsız kalmadım. Çünkü satışa sunulan şey Atatürk'ün mektubuydu. Arttırmaya hemen katıldım ve fiyatı yükselterek satışa sunulan lotu satın almayı başardım. Daha sonraki günlerden birinde, satın aldığım dokümanları müzayedeye getiren sahaf arkadaşıma rastladım. Kendisiyle sohbet ederken, Uluğ İğdemir'e ait bu belgeleri nasıl temin ettiğini sordum. Müzayedeye sunulan dokümanları nereden ve nasıl temin ettiğini öğrendim. Sahaf arkadaşın elinde, Uluğ İğdemir'in Arap harfleriyle yazdığı veya çeşitli kişilerin ona gönderdiği, çok sayıda başka belgeler vardı. Araştırmamda kullanabileceğimi düşündüğüm bu belgelerin bir kısmını kendisinden satın aldım. Şimdi gelelim belgelerin sahaf arkadaşın eline nasıl geçtiği sorusunu yanıtlamaya [2].

Atatürk'ün mektubu çöpten çıkmış!...

Eski kitaplar, fotoğraflar, belgeler çeşitli eski malzemeler sahaflara değişik yollardan gelir. Sahaflar kimi zaman bir evden topluca bir kütüphane atın alırlar. Kimi zamansa dükkânlarına kadar getirilen malzemeleri perakende olarak satırı alırlar. Sahaflar kağıt hurdalarının toplandığı depolardan da sahaflık malzeme temin ederler. Çöpe atılan malzemeler içinde neler yoktur ki... Çöpten çıkan mektuplar, değerli kâğıtlar, kitaplar, dergiler, gazeteler, fotoğraf vb gibi... Ekmek parası çıkarabileceği düşünülen hemen her şey, kağıt hurda depolarında ayıklanır ve bir kenara ayrılır. İsteklisi çıkıncaya kadar, depoda bir kenarda bekletilir. Çöpün içinden ayıklanıp ayrılan bu malzemeler bir süre müşterisini bekler. Ayrılan bu malzemelere istekli çıkmadığı takdirde bunlar tekrar kâğıt hurdalarının içine atılır. Diğer hurda kâğıtlarla birlikte, bunları işleyen, yeniden kâğıt ve karton haline dönüştüren selüloz tesislerine gider [3].

Bu kitapta yayınlanan Atatürk'ün mektubu çöpün içinden çıkmıştı.

Müzayedede satılan Uluğ İğdemir'e ait belgeler, Atatürk'e ait mektupla birlikte çöpe atılan kâğıtlar arasındaydı. Ekmeğini çöpten çıkaran bir yurttaşımız bunları görmüş. Çöpün içinden çöpü ayıklayan kişi bulduklarının önemsiz olduğunu düşünüp, bir kenara ayırmasaydı. Kâğıt hurda deposuna gelen sahaf, bunların önemsiz olduğunu düşünüp, alıp müzayedeye getirmeseydi. Ebetteki bu kitap yayınlanmamış olacaktı. Türk Tarih Kurumu'nun, kurucusu Atatürk'e ait belgeleri sansürlendiği gerçeği, belki de hiçbir zaman öğrenilmemiş olacaktı. Önemli bir gerçeğin ortaya çıkmasını sağladıkları için, bu işte emeği olan değerli dostlarıma teşekkür ederim çıkarıp ayıklamış ve hurda kâğıt deposunda bir köşeye ayırmıştı. Birkaç gün sonra hurda kâğıt deposuna gelen kültürlü bir sahaf arkadaşımız, çöpten çıkan bu belgelerin önemini kavrayıp satın almış. Bir süre sonra müzayedeye getirerek biz araştırmacılara ulaştırmıştı. İşte Atatürk'ün çöpten çıkan mektubunun bulunuş öyküsü [4]” ...

Çöpten çıkan mektup, Atatürk'ün tarih görüşünün en önemli belgesi...

Atatürk'ün el yazısı bulunan belge kopyası, yaklaşık 50 yıl öncesinin tekniği ile çoğaltılmış. Toplam 21 sayfadan oluşuyor. Mektubun kâğıdı zaman içinde biraz yorulmuş ve yıpranmış. Ancak Atatürk'ün el yazısı oldukça net çıkmış ve çok rahat bir şekilde okunuyordu. Mektubun metnini dikkatle inceledim. Yazıyı daha önce kitaplarda yayınlanmış olan Atatürk'e ait çeşitli el yazısı metinlerle karşılaştırdım. Kaligrafik ve karakteristik özelikleriyle, yazılı metinlerin birbirleriyle tıpatıp tuttuğu, el yazısının kesinlikle Atatürk'e ait olduğu bütün belirtileriyle görülüyordu. Mektubun içeriğini okuyunca, küçük bir fiyata satın aldığım bu belge kopyasının, aslında çok büyük tarihsel önemi ve değeri olduğunu fark ettim.

Atatürk'ün bu mektupta yer alan bazı sözleri daha önceden hatırımdaydı. Ancak O'nun bu sözlerinin daha önce kendi el yazısıyla, hiçbir yerde yayınlanmadığını biliyordum. Mektubun tam metnini ise hiçbir yerde okumamıştım. Atatürk'e ait mektubun orijinal el yazısı metniyle ilk kez karşılaşıyordum. Ve bu mektupta ilk defa öğrendiğim, güncelliğini koruyan ilginç ve herkesin öğrenmesi gereken önemli bilgiler vardı. Atatürk'le ilgili bazı kitaplarda, bu mektubun içinden alınmış çok küçük bazı bölümler yayınlanmıştı. Ancak belli ki mektubun tam metni bugüne kadar sansürlenmişti. Yoksa böylesine önemli bir belge mutlaka tam metniyle yayınlanır ve herkes tarafından iyi bilinirdi. Anlaşılan Atatürk'ün mektubunda yer alan düşünceler, mektubu arşivinde bulunduran Türk Tarih Kurumu'nun bazı üyelerinin hoşuna gitmemişti. Bu nedenle olsa gerek mektubun sadece uygun buldukları birkaç kısa cümlesini yayınlamışlardı. Türk Tarih Kurumu, kurucusu Atatürk'ü insafsızca sansürlemişti!? .. Oysa böyle bir sansürleme yetkisine hiç kimsenin hakkı olamazdı. Atatürk sansürlenen mektupta Türk tarihini ve Türk uygarlığını araştıran bilim adamlarına sesleniyordu. Tarihle uğraşan herkes, ülkemizdeki tüm bilim insanları, Türk halkı bu mektubu tam metniyle ve sansürsüz olarak görmeliydi. Bu çok değerli belgenin orijinal haliyle yayınlanması gerektiğine hemen o anda karar verdim [5]”.

(Devamına aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz)

.https://www.bursaarena.com.tr/ataturk-un-mektubu-sahte-mi-sansurlu-mu-2-makale,9118.html


[1] Atilla Oral, Atatürk’ün Sansürlenen Mektubu, Demkar Yayınevi, 4.Baskı, 2023, İst., s. VII.

[2] 2 Atilla Oral, a.g.e., s.2.

[3] Atilla Oral, a.g.e., s.2.

[4] Atilla Oral, a.g.e., s.3-4.

[5] 5 Atilla Oral, a.g.e., s.4.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.