Kıymetli Okurum,
“Klimalı Oda” adlı öykümüze kaldığımız yerden devam ediyoruz. İlk bölümü buradan okuyabilirsin.
**
“Kuşun biri ‘yuvam kokuyor, yuvam kokuyor’ diyerek sürekli yuva değiştiriyormuş. Bir, üç, beş… Kuşa ağaç dayanmıyor.”
“Eee sonra?” dedi Ahmet bıkkın bir ifadeyle.
“Sonra ne olacak? Meğer ona yuva olan ağaç değil kendisi kokuyormuş.”
“Hadi be sende!” dercesine elini savurdu Ahmet.
**
Türker, görevli memurun masasına elindeki belgeleri bırakırken sakince konuştu.
“Kimlik fotokopim ve diğer belgeler… Hepsi burada! Bu sıcakta tekrar gelmek zorunda kalmam inşallah…”
Memur “Hiç merak etmeyin Türker Bey, her şey tamam…” derken içeri biri girdi. Türker onu, o Türker’i hemen tanımıştı.
“Vay Türker… Hoş geldin.”
Şaşırmıştı Türker.
“Ahmet Berat! Sen burada mıydın ya?”
Türker’in belgelerini verdiği memur Ahmet’e dönüp sordu.
“Siz tanışıyor musunuz müdürüm?”
“Benim ilk görev yerimde beraber çalıştık Türker ile. Kaç yıl oluyor?”
“Yirmi iki yıl…” dedi Türker. “Tam yirmi iki yıl oldu!”
“Odama gel, bir kahve içelim!”
İşi bitmiş olmasına, kendisini gördüğüne pek de memnun olmamasına rağmen Ahmet’in kahve teklifini geri çevirmedi Türker.
***
Kahveler gelmeden, Ahmet’in makam odasında göz gezdirdi Türker. O etrafa bakınırken, “Neler yaptın bunca yıldır, anlat bakayım?” diye sordu Ahmet.
“Ne olsun işte, birkaç yıl önce emekli oldum. Pandemide evden çalışmam uygun görülmeyince... Gelmişti zaten emekliliğim. Diplomama eş değer kadrom hiç olmadı onca mücadeleme, çalışmama ve emeğime rağmen… Dolayısıyla baştan aşağı kayıp… Sen ne yaptın, kazandın mı uzmanlığı?”
Türker’in nispeten resmiyetine karşı Ahmet Berat yirmi iki yıl önceki laubali tavırla cevap verdi.
“Yok be oğlum, ne uzmanlığı? Senelerdir yönetici kadrosundayım. Ne gerek var?”
Türker, içi acıyarak gülümsedi.
“’Bu ülkede yaşanmaz!’ diyordun o zamanlar… Seni burada görünce şaşırdım doğrusu. Yurtdışındasındır diye düşünmüştüm.”
“Ya herhangi bir uzmanlığın olmayınca yüzüne bakmıyor adamlar! Oralarda vatandaşlık çok kıymetli… Vatandaşı olmayınca pazara düşmüş kölelerden farkın yok onların nazarında… Uzman olmak da yetmiyor çoğu kez. Kendi standartlarına uymaya zorluyorlar seni. Dillerini bilmeyi bırak, iyi derecede konuşamazsan allame-i cihan olsan faydasız… Dediğim gibi ne gerek var? Bak dışarısı yanıyor, burası püfür püfür…”
Türker’in gözü eski mesai arkadaşının arkasındaki duvarda duran klimaya ilişti. İçerideki klima serinliğinden üşüdüğünü fark etti o an.
“Bütün mesele klimalı odaydı yani…”
Ahmet Berat, boş gözlerle baktı bir süre. Sonra merak ettiği için mi yoksa konuyu değiştirmek için mi tam anlaşılmayan bir biçimde sordu.
“Sen neler yaptın, ev bark, çoluk çocuk?”
“Yok!” dedi Türker. “Senin?”
“Kısmet!” dedi Ahmet ve devam etti.
“On sekiz yıl oldu evleneli. Buralı benim hanım. Üç de çocuk var ellerinden öper.”
“Desene ‘hanım köylü’ oldun artık.” dedi Türker tebessümle. Ahmet Berat şiddetle itiraz etti Ortadoğu’ya özgü bir bölgecilik refleksiyle.
“Yok yok! İdilliyiz elhamdülillah. Gitmesek de epeydir!”
“Yıllar evvel ‘gitmediğin yer senin değildir’ derdin ama...” dedi Türker.
Ahmet Berat, birkaç günlük sakalını sıvazlarken cevap vermeden pis pis sırıttı sadece.
Türker, canı acıyarak önce odadan sonra kurumdan çıktı. Şairin bahsettiği “hayata beraber başlanan dostlarla yolların bu derece ayrıldığını” ilk defa bu kadar net fark ediyordu. Hoş, Ahmet Berat ile pek de dost olmamışlardı ya! Yüreğinde, kişisel hayatının olmamışlığına eşlik eden ve “gittikçe artan his” yalnızlıktan da öte bir şeydi. Otuz beşi geçeli on yıldan fazla olmasına karşın...
Oysa seneler önce “bir ağaç gibi tek ve hür, bir orman gibi kardeşçesine yaşamak” en büyük umuduydu. Hem kendisi hem ülkesi için… Bu insanlarla, bu insanların yön verdiği bir toplumla nasıl “orman” olunabilirdi?
Bilmiyordu.
Sadece var olmak için değil hayat kalitesini arttırarak yaşamak için mücadele etmeye devam edecekti elinden geldiğince, emeğince ve ömrünce...
Bugüne kadar olduğu gibi…
Haftanın Notu:
Öncesini geçtim sadece şu son birkaç yıldır yapılanların yüzde birini herhangi bir askeri yönetim yapsa zıp zıp zıplayacak olup bugün sesini çıkarmayan tatlı su demokratları, numaralı cumhuriyetçiler, liboşlar, Türkçülükle yola çıkıp milliyetçilikte soluklanıp önce siyasal İslamcılarla sonra da onlarla eş değer ölçüde cumhuriyet düşmanı etnikçilerle halvet olanlar, Mustafa Kemal Atatürk gibi bir devrimci varken başka devrim ya da devrimci, hatta başbuğ peşinde koşanlar, milletin umudunu kıran koltuk sevdalısı siyasetçiler, sureti haktan görünüp halkı kandıranlar, kimilerinin Osmanlıcılıkla perdeledikleri Türk ve Türkiye Cumhuriyeti düşmanlığını erdemmiş gibi pazarlayanlar ve bütün bunlara sessiz kalanlar…
Yatacak yeriniz yok, biliyorsunuz değil mi?
*
ABD Suriye Özel temsilcisi ve Ankara Büyükelçisi Tom Barrack “Güçlü ulus devletler İsrail için büyük tehdittir” demiş. Hani sen Gazze’ye ağlıyorsun ya güzel kardeşim; oy verip iktidar ettiklerine bugün karşı durmazsan, yarın sana ağlayan da olmayacak; bil isterim!