Bursa Arena E'Gazete
2023-03-15 09:43:12

Kaç Ölü, Kaç Yaralı, Kaç Sağ, Kaç Hayat?

ALPER ŞİRVAN

15 Mart 2023, 09:43

Deprem, canımızı yaktı. Ülkede on yıllardır çeşitli şekillerde karşımıza çıkan terör yetmezmiş gibi, doyumsuz rantın, sınır kabul etmeyen popülizmin, ehline verilmeyen işlerin, birtakım vehimlerin bir defa daha kurbanı olduk. Bu da bir terördür. Dolayısıyla sebep olanların, zamanında tedbir almayanların, göz yumanların ne oldukları da ortadadır.

Şarkıda dediği gibi: “Kader diyemezsin, sen kendin ettin.”

Sebep ne olursa olsun olan “kararan” hayatlara oldu, olmaya da devam ediyor.

Çoğumuzun, deprem haberlerini seyrederken vefat haberlerine üzüldüğümüz kadar, “yaralı” haberlerine üzülmediğimizi, hatta “neyse ki yaralı” diye kendi kendimizi teselli ettiğimizi biliyorum.

Peki, gerçekten öyle mi?

1992 yılında fizik tedavi amacıyla bir süre kaldığım Ankara Numune Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezinde gerçeği görene kadar ben de çoğumuz gibiydim. “Yaralı” deyince gözümde kolu bacağı kırılan, vücudunun çeşitli yerlerinde hafif kesik ve yaralanmalar olan insanlar canlanırdı. Öyle olmadığını, terör başta olmak üzere çeşitli sebeplerle kolunu, bacağını, hatta bazen kafasına aldığı darbeler sonucunda zihinsel yetilerini kaybetmiş; herhangi bir uzvunu kaybetmese de omurilik yaralanmaları sonucu yürüyemez, ellerini kullanamaz, hatta konuşamaz duruma gelmiş vatandaşlarımızı görünce anladım.

Ölüm, hayatın bir gerçeği ve ölümün alıp götürdüğünü yerine koymak imkânsız. Bu, klişe olarak çok söylense de ne yazık ki gerçek, gerçek olduğu kadar eksiktir de... Ölenin anne babası, kardeşi, ağabeyi, ablası, varsa eşi, evlatları ve topyekûn yakınları için bir başka hayat, bir başka düzen başlar her vefatın ardından… Hiç hazır olmasalar ve hatta hiç istemeseler de…

Genç ya da yaşlı fark etmeksizin ani ölümlerin hayatları nasıl değiştirdiğini, büyük yıkımlara yol açtığını biliyoruz. Kaldı ki, deprem gibi her anlamda “sarsıntılı” bir durumun, fiziksel yıkım kadar, hatta bunun da ötesinde zihinsel yıkıma da sebep olduğunu fark etmek zor olmasa gerek.

Ölüm, her şeyi değiştirir. Bununla birlikte, böylesi felaketler sonucunda “yaralı olarak kurtulanların” kendileri ve yakın çevresi için de aynı “mecburi değişim” katı bir gerçeklik olarak ortada durmaktadır.

Her şeyin ötesinde “ölü ya da yaralı sayısı” haberlerini duyduğumuzda, onların birer sayıdan ibaret olmadıklarını; benim, senin, bizim gibi insanlar olduklarını, bir kişinin durumunun domino taşı misali çok daha fazla insana etkilediğini unutmamak gerekiyor hiç şüphesiz. Beri yandan, her bir ölüm ve yaralanmanın ardından, sağ kalan yakınlarının da bu “travmaya” maruz kaldığını bilmelisiniz.

Yani yaralanmasa dahi yaşadığı depremin ardından “ruhu zedelenen” bütün insanlarımızın en az yaralılar kadar desteğe ihtiyaçları vardır. Bu da konunun bir başka gerçeklik boyutu…

Kurtuldu, evet! Ama nasıl? Ruhunun ya da bedeninin hangi parçasını bırakmak zorunda kaldı? Aldığı yaralar, yürümek, konuşmak, hareket etmek, tuvaletini tuvalete yapabilmek, yardımsız yemek yiyebilmek ya da en azından bir bardağı tutabilmek gibi daha önce yapabildiği “sıradan” şeylerden hangisi ya da hangilerinden mahrum etti onu?

Bilmiyoruz!

Depremde kolunu, bacağını, bazen akli melekelerini, hatta yakınlarını, evini, barkını, yaşadığı düzeni, en çok da hayallerini nihayetinde de hayatını kaybedip acı çekenin daima “insan” olduğunu hatırlamak, hatta hiç unutmamak lazım galiba…

Ne dersiniz?

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.