Bursa Arena E'Gazete
2019-08-11 22:09:34

HAFTALIK - Kötülükler arasında yeşeren iyilikler..

REMZİ DİLAN

11 Ağustos 2019, 22:09

Ünlü ozan Davut Sulari’nin bu güzel türküsünün sözleriyle bayram yazısına başlamak geldi içimden..

***

Yıllar yılları kovalıyor, dur deme, durdurma şansınız hiç yok. Akıyor zaman. Zaman törpülüyor, aşındırıyor, yıpratıyor ve yaşlandırıyor. Dünün genci, bugünün orta yaşlısı… Orta yaşlısı, ihtiyarlığa doğru yol alıyor…

Toplumun büyük çoğunluğu, baba ocağından ayrı bölgelerde yaşamını sürdürüyor günümüzde.”

Yerel basında yazan Hilmi ÇAKIR böyle başlıyor ‘BAYRAM SOFRASI ÖZLEMİ!..’ başlıklı yazısına. Ve devam ediyor:

“Baba ocağının özlemi, burnumuzda tüter ama, imkansızlıklar, ihmaller, çoluk çocuğun sıkıntıları bastırıverir o sıcak özlemi. Gömersiniz, bastırırsınız yüreğinize!.. En yakınınızdaki eşiniz bile, fark etmez bu özleme dayalı duygularınızı!..

Çat kapı girebileceği kapı sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Hele hele, günümüzdeki çekirdek aile yapısı ile, bu çember daha da daralmış durumda.

Örf ve adetlerimizde, dini bayramlarda büyükleri ziyaret öncelikli görevdir. Çok darda olmadığın sürece, yaşamsal bir sıkıntı yoksa anne ve babaları bayramlarda ziyaret etmeden kendinizi affettiremezsiniz.

Çevre de bu konuda çok duyarlıdır. En yakın akrabalarınız, bu işi çok yakından takip eder, bu da anne baba üzerinde baskı oluşturur. Bayrama daha bir ay varken soru-sual de başlar. Her fırsatta sorarlar: Hasan gelecek mi? Ayşe ne yapacak? Vs….Gel de çık işin içinden!..

Kimse sormaz, bu çocuğun imkanı var mı? Borcu mu var, nöbeti mi var? Eşi mi hasta, çocuğu mu hasta?... Bayram bu kardeşim, gideceksin! Ulaşım sıkıntıları, bilet bulma sorunu ve trafik yoğunluğu nedeniyle gitmek bir dert, gelmek bir dert. Yıllarca, bunca sıkıntıları çekerek, bayram sofralarına yetişirsiniz….Bu süreci, kaderi eşiniz ve çocuklarınız da sizinle birlikte paylaşır…

Gün olur harman olur, baba ocağında yaprak dökümü ardı ardına gelir ve baba ocağı kapanır gider... Tabi bütün kapılar kapanmaz ama, baba ocağının yerini hiçbiri tutamaz, o başkadır. Bayram sofraları ise, bam başkadır. O tadı o lezzeti, o kaynaşmayı, o sıcaklığı hiçbir yerde bulamazsınız.

Baba ocağı kapanmayanlar, bacası hala tütenler çok şanslı, onlara bu duygular şimdilik yabancı gelebilir.

Şimdi ziyaretlerin günü de değişti. Ziyaretlerimizi bayramdan bir gün önce, yani arife günü elimizde bir demet çiçekle mezarlıklara yapıyoruz. O soğuk mermer taşlarına yüzümüzü sürüyoruz… Çiçekleri okşayıp sularken rahmetlilerle konuşup dertleşiyoruz. Yıllar önce kurulan bayram sofralarındaki o tatları, muhabbetleri anlatıyoruz onlara.

Bayramda artık sofra kurma sırası bize gelmiş hiç fark edemeden. O eski sofraların özlemini, muhabbetini bulamasak da, sıra bize gelmiş… Genç nesiller de yarın bizi yazacak ve anlatacaklar…

Mazideki O Bayram Sofraları burnumda tütüyor, elimden hiçbir şey gelmese de özlüyorum kardeşim, çok ama çok özlüyorum. O hasret kokan, sohbetleri mumla arıyorum. Çıkarsız, menfaatsiz, dostluk ve kardeşliklere bugün hasretim, siz ne derseniz deyin. (Kısaltılmş metin)

***

Sahi biz de zaman zaman, ‘Geçmişte insan ilişkileri daha iyiydi, çıkarsız, saf ve temiz dostluklar vardı, yardımlaşma, güçsüzün yardımına koşma, iyilik yapma daha yaygındı ama şimdi öylemi?’ diye söylenmez miyiz? Böyle düşünüp umutsuzluğa kapılmışken, çevremizde tanık olduğumuz ya da haberlerden öğrendiğimiz ‘iyilikler’ üzerine ‘Yaşasın, demek ki insanlık ölmemiş’ diyerek sevinmez miyiz?

İşte o ‘iyillikler’den bir örnek:

‘Kanada’da yaşlı bir adam ekmek çalmaktan tutuklanıp mahkemeye sevk ediliyor. Yaşlı adam, "Çok acıkmıştım neredeyse açlıktan ölecektim" diyerek suçunu itiraf ediyor.

Hakim, yargılama sonunda hükmünü şöyle açıkllıyor:

"Sen hırsızlık yaptığını biliyorsun ve ben senin on dolar tazminat ödemene hükmediyorum.

Bu parayı ödeyemeyeceğini bildiğim için senin yerine ben ödeyeceğim. "

Duruşma salonunda herkes susmuş, çıt çıkmıyor. Cebinden on dolar çıkaran hakim, yaşlı adamın tazminatı olarak götürülüp vezneye yatırılmasını istiyor.

Ardından ayağa kalkıyor ve salondakilere hitaben, "Hepiniz suçlusunuz ve her biriniz on dolar ceza ödemelisiniz. Zira sizler öyle bir şehirde yaşıyorsunuz ki, ihtiyar bir adam açlıktan hırsızlık yapmak zorunda kalıyor" diyor.

Duruşma salonunda 480 dolar toplanıyor. Hakim, toplanan parayı yaşlı adama verdikten sonra sözlerini şöyle sürdürüyor:

"Eğer medeni insanların yaşadığı bir şehirde fakir görürseniz bilinki o şehrin yöneticileri halkın malını çalıyor."

***

Güzel yurdumuzun çeşitli yerlerinde ‘askıda ekmek’, ‘askıda çorba’ gibi farklı şekillerde uygulanan yardımlaşma örnekleri giderek çoğalıyor. Bunlara benzer bir örneği de Servet Özalp sosyal medyada şöyle paylaşıyor:

Diyarbakır’da yirmiden fazla lokanta, gece on iki- bir gibi kapanma saatinde, kalan yemekleri, kebapları, salata ve ayranları paketleyip motorlu bir elemana verip, sokakta yaşayanlara, evsizlere ve zor durumda olan ailelere dağıttırır. Üstelik bunu yıl boyu yaparlar, gizlice yaparlar, hepsinin dağıtım sahaları ayrıdır. Bu sayı 1993’te beş lokantaydı, giderek artmaya başladı. Dağıtım olayı kendiliğinden organize oldu. Bu sayede Diyarbakır’daki lokantaların çöplerinde yemek artıkları artık yok.

***

İyilikler’le ilgili bir örnek te komşuluk ilişkilerinden vermek istiyorum. Dünyaca ünlü yazarımız, büyük usta Aziz Nesin, ‘çok gürültü yapan’ komşusunu kaba bir dille uyarmayı, kavgaya tutuşmayı, hakkında dava açmayı tercih etmiyor. O’na mektup yazıyor. Mektup şöyle:

"Sevgili Kazım Bey’ciğim,

Hiç grev yapmadan, Pazar günleri bile çalışan, apartmanın ikinci katındaki fabrikanızdan dolayı sizi candan kutlarım.

Büyük bir icat üzerinde çalıştığınızı tahmin ettiğimden, bu saate kadar kıyıp da fabrikanızın çalışmasını engellemek istemedim. Ama böyle giderse, her zaman faal olan fabrikanızın altında çalışıp para kazanamayacağımdan, bizim aileyi de geçindirmek size düşecek. Çok uzun zamandan beri fabrikanız çalıştığına göre, bir büyük gemiyi parça parça yapmakta olduğunuzu tahmin ediyorum. Herhalde parçaları birleştirip gemiyi yapınca hepimizi şaşırtacaksınız. Artık bugün akşam olmak üzere. Acaba fabrikanızı bir iki saat paydos edip, biraz da benim çalışmama müsaade eder misiniz ? Bu iyiliği bir yazardan esirgemeyeceğinizi düşünerek, size hürmet olarak imzalı bir kitabımı gönderiyorum. En iyi komşuluk duygularımla.

AZİZ NESİN"

***

Farklı bir Ağustos böceği öyküsüyle yazımı tamamlamak istiyorum:

"Kızılderili şefleri trenle, New York’a getirilir.

Bir heyet kendilerini karşılar, yapılacak toplantı öncesi kenti gezdirmeye başlar.

Sokaklardaki insan seli, arabaların, iş makinelerinin gürültüsü kızılderilileri şaşırtmıştır.

Bir ara Oglala Lakhotaları’nın şefi ve şamanı Heȟáka Sápa-Karageyik, bir Ağustos böceğinin şarkısını duyduğunu söyler. Diğer reisler de onaylar ancak beyaz adamlar inanmaz… Kentte Ağustos böceğinin olmayacağını, olsa bile bu gürültüde duyulamayacağını söylerler.

Karageyik ısrar etti.

Arabayı durdurup iner, ilerideki parka giderek, bir ağacın üzerinde duran Ağustos böceğini görür ve beyaz adamlara gösterir.

Amerikalılar şaşırmıştır.

Olamaz” derler, “Sende doğa üstü güçler var.”

Hayır” der Karageyik,

Ağustos böceğini duymak için doğa üstü güce ihtiyaç yok.”

O zaman biz niye duymadık?” derler.

Karageyik cebinden metal bir 50 sent çıkarır, kaldırımda yürüyen insanların arasına yuvarlar.

Bir anda herkes “Acaba benden mi düştü?” diye paraya bakmaya başlar.

Karageyik yanındakilere sorar:

Anladınız mı..?

Anlamadık” derler.

Bunun üzerine anlatmaya başlar:

Bir insan için önemli olan, nelere değer verdiğidir. Çünkü her şeyi ona göre duyar, ona göre görür ve ona göre hisseder.

Siz doğaya değer verseydiniz, Ağustos böceğinin şarkısını duyardınız...

***

Her günüzün bayram güzelliğinde geçmesi, sevgi, saygı ve hoşgörünün günlük yaşantımızın her saniyesinde yanımızdan eksik olmaması dileklerimle.

İYİ HAFTALAR

remzidilan_48@hotmail.com

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.