“‘Bir ülkenin en büyük yatırımı nedir?’ diye sorsak…”
Yollar ve köprüler mi?
I-ıh!
Geçmediğin yol ve köprünün parasını ödediğin şeyin adı yatırım olmaz diye cevaplayıp devam edelim.
Asıl yatırım, çocuklara, gençlere dolayısıyla insanadır sevgili dostlar.
Çünkü o yolların inşasından bizi nereye götüreceğine kadar belirleyici olan genç ve eğitimli zihinlerdir. Genç ve nitelikli nüfus, bir milletin en büyük stratejik gücü... O güçtür fikir/sanat üreten, sorun çözen, teknolojiyi geliştiren... En önemlisi de geleceği inşa eden!
Bunu hiç kimsenin köhne ideolojiler ve ucuz siyasi hesaplarla yok etmemesi/edememesi gerektiği kanaatindeyim. Ayrıca gençliğe yatırımın potansiyel seçmen ve mankurt yaratmak olmadığını da ifade edelim.
Bir ülkenin gençleri iyi eğitim almış, sorgulayan, üreten bireylerse o ülke sanayi ve teknoloji başta olmak üzere her sahada kendi kendine yeter ve dünyada söz sahibi olur. Ama aynı gençler nitelikli eğitim alamıyorlarsa, alıp meslek sahibi olsalar da iş bulamıyorlarsa, umutsuzlarsa, hayal kurmaktan vazgeçmişlerse...
O zaman kâğıt üzerinde güzel duran hiçbir proje ve düşüncenin anlamı yoktur. Her türlü inanç ve ideoloji birer gayya kuyusudur.
Nitelikli ve bilinçli genç nüfus, sadece ekonomiye değil, ülkemizde istismardan öteye gidemeyen demokrasiye de can verir. Konuşur, tartışır, oy verir, yönetime katılır, geleceğe ışık tutar. Yani ülkenin sadece iş gücünü değil, her alandaki değerlerini de oluşturur.
Peki gençliğe doğru yatırım yapılmazsa ne olur? Ne olduğunu, olageldiğini özetlemeye çalışalım.
Son yıllarda yurt dışı tercihi, lise sonrası için eğitim, üniversite sonrası içinse iş dolayısıyla Türk gençleri arasında hızla artan bir eğilim haline geldi.
Ekmek parası ve yaşanılır gelecek umuduyla gidenler ayrı bir hikâye, okumak için gidenler ayrı…
Özellikle lise sonrası dönemde bu yönelimin belirginleştiği de ortada.
Bu tercihin arkasında yalnızca akademik kaygılar değil; aynı zamanda daha özgür bir hayat özlemiyle birlikte gelecek endişesinin yarattığı umutsuzluk ta yer almakta…
Yurt çapında detaylı bilgiye erişemediğim için okul bazında istatistik vermeyeceğim.
Ama…
Erişebildiğim İstanbul, Ankara, İzmir ve Bursa gibi büyükşehirlerin iyi puanlarla öğrenci alan liselerine ait verilere göre, mezunlarının arasındaki tercihin son beş yılda dahi %36’lardan %94’lere çıkan bir artış göstermiş olmasının fazlasıyla üzücü bir veri olduğunu söyleyebilirim.
Bir başka dikkat çekici veri ise yurt dışına giden öğrencilerin Türkiye’ye dönüş oranlarında azalma olması.
2000’lerden önce yurt dışında eğitim alan bugünkünden çok daha az sayıdaki öğrencinin yaklaşık %70’i Türkiye’ye dönerken, son yıllarda dönüşe ilişkin bu oran %50’nin altına düşmüş durumda. Yani giden de dönmeyen de artıyor. Bu da beyin göçü kavramını gündemde tutan önemli bir gösterge olarak yüzümüze sarsıcı bir yumruk gibi savurmakta…
“‘Gençlik nereye gidiyor?’ mu diyorsunuz?”
Acı ile söyleyeyim:
Ne yazık ki beyin sömürücülerin tam da kucağına…
Haftanın Notu:
Hastalıklarıyla mücadele eden Esila başta olmak üzere gençlerimiz halen içeride…
Gençliğe Hitabe’nin sadece okunduğu değil bilinçle hayata geçirildiği nice 19 Mayıs’lar dilemek elbette önemli ama… Dilediğimiz şey sadece yüreklerimizde değil, önce hayat biçim ve eylemlerimizde, ardından da tüm yurtta var olmalıdır.
Gündeme ilişkin çok şey söylenebilir. Ama Türkiye Cumhuriyeti’nin dolayısıyla Türk Milleti’nin içine sokulduğu bu kumpas içinde herkes bilmelidir ki isim, şekil, faaliyet bölgesini -şimdilik- değiştiriyor gibi görünse de her nevi teali cemiyeti, teali cemiyetidir. Ayrıca, seküler ve cumhuriyetçiler, sözde cumhuriyetçi parti ve liderleri şunu bilmelilerdir ki, vurgu yapılıp dönülmek istenen 1921 anayasasında cumhuriyet te, laiklik te mevcut değildir.
Lafla peynir gemisinin yürümediğini de “Atatürk’ün partisiyiz” demekle öyle olunmadığını da görmek gerek. İnanç, cumhuriyet, milliyetçilik, demokrasi ve barış gibi olguların siyasette -her anlamda- “safları(!) sıklaştırmak” üzere kullanıldığını görmek için daha kaç on yıl ve nesil kaybetmemiz gerekiyor? Kişileri değil, prensipleri yüceltmek ve yaşamak bu kadar mı zor?
Sahi biz Sevr’i yırtıp atmamış mıydık?