Bugün her şeyin bir “arama” kadar yakın olduğu bir çağdayız. Bilgi artık sadece kütüphanelerde, ya da ulaşılması zor bilgi kaynaklarının dar çemberlerinde değil. Birkaç saniyede dünyanın herhangi bir yerindeki bir uzmanın yıllarını verdiği çalışmaya erişmek mümkün.
Sadece bu kadar mı? Elbette değil…
Daha özel ve nokta atışı bir örnek vereyim. Uludağ Üniversitesi Bilgisayar Programcılığı bölümü 1995 mezunuyum. Biz o dönemin yazılım öğrencileri olarak sistemsel anlamda geçiş dönemine denk geldiğimiz için oldukça şanssızdık. Fazla teknik olmadan konuyu en kısa şekilde ifade etmem gerekirse eski (DOS) alt yapısına göre öğrendiğimiz programlama dillerinin çoğu, Windows 95 ile beraber geçerliliklerini yitirdiler.
Bu sebeple biz birçok şeyi kendi kendimize öğrenmeye mecbur kaldık, Türkiye basımı bile olmayan kitapların peşinden koştuk. O dönemde yurtdışından kitaplar satın aldık.
İnternet, çok sonra ortaya çıktı. Ki o ilk zamanlardaki internet, “bununla ne yapılır” denilen emekleme döneminde ve erişimi günümüzle kıyaslanmayacak kadar yavaş ve her anlamda zor erişilen bir nesneydi.
Bugün durum bambaşka…
O günlerde çok zor ve pahalı erişebildiğimiz bilgiler, bugün kelimenin tam anlamıyla “sebil” gibi…
Bilgiye erişim kolaylaştı kolaylaşmasına da…
Bu da bir yanılgıyı beraberinde getirdi gibi geliyor bana…
Bilgiye kolay ulaşıyor olmak, onunla daha fazlasını üretmek için yeterli mi?
Ya da daha önemlisi öğrenip daha fazlasını üretmek istiyor muyuz yoksa tüketici olarak birilerinin pazarı olmaya mı talibiz?
Bilgiyi kolayca öğrenebilecek imkânlar arttıkça onunla üretecek olanların ve ürettiklerinin de kalitesi önem kazanıyor.
Bilgiye ulaşmak kolaylaştıkça, bilginin kıymeti azalmadı belki ama kıymet ölçütü değişti sanıyorum. Artık mesele, “ne biliyorsun?” ile sınırlı değil. Mesele, “bildiklerinle ne yapabiliyorsun?” sorusuna verilecek cevapta...
Bilgi, yalnızca zihinde saklanan bir veri yığını olduğunda… Evet tam da düşündüğün gibi… Boşa hamallık! Çünkü kullanılmayan her şey paslanıyor, üretime, hayata, insana katkı yapan bir şeye dönüşmedikçe de tükeniyor. Asıl fark, o bilgiyi işleyip yeni bir değere dönüştürebilmekte.
Üretim, yalnızca sanayi bantlarında ya da yazılım satırlarında gerçekleşen bir eylem de değil aslına bakarsan değerli okurum. Düşünsel üretim de en az fiziksel üretim kadar değerli. Bir fikri geliştirmek, bir sistemi sorgulamak, bir problemi farklı bir açıdan çözmek… Bunların hepsi üretme fiilinin içinde... Ancak bu üretimin temeli, yalnızca bilmek değil, o bilgiyi dönüştürebilecek zihinsel disiplini geliştirme irade ve kararlılığında gizli…
Yoksa “kitap yüklü merkeplerden” ne farkımız kalır değil mi?
Aslında temelde hep aynı durumu ve hatta ihtiyacı ifade ediyoruz. İnsanın hayatına yansımayan, fark yaratmayan dahası dilden fiile geçmeyen hiçbir şeyin kimseye zerre faydası yok.
Hayat, eylem ve ürettiklerimizden oluşur.
Durumun farklı boyutları da var şüphesiz…
Bugün teknolojinin sunduğu imkânlarla herkes “bilgili” zannedilebilir. Bilginiz, eğitiminiz olmamasına karşın biraz da hitabetiniz varsa uzmanmış gibi konuşmanız da mümkün.
Boşuna günümüze “Cilalı İmaj Devri” denmiyor. Ne olduğun değil, hangi yaldızlarla ve nasıl pazarlandığın önemli…
Ama…
“Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” demiş ya Ziya Paşa…
İşin ucunda “ekonomistlik” iddiasıyla yola çıkıp rezil olmak da yok değil…
Kimin umurundaysa?
Asıl konuya dönersek…
Ekonomik sistemler, üretimi genellikle para kazanma ekseninde değerlendirir. Oysa kaliteli üretim, salt kazanç amacıyla değil, hayat kalitesinin gelişimi amacıyla yapılır. Para, üretimin bir sonucu olabilir ama asıl amaç olursa niteliği düşürür. Olay “hap yap, para kap” garabetine, hatta yapmadan para kapma seviyesine kadar düşer.
Kaliteli üretim, topluma değer katan, geleceğe iz bırakan üretimdir. Ürünün, düşüncenin, sanatın ya da bilimin… fark etmez; önemli olan, ortaya konanın özgünlüğü ve sana, bana, hepimize kattıklarıdır.
Toplumsal ilerleme de geçmişinden getirdiği “kültürel bilgiyi” geliştirip yapılabildiği kadar sosyal tekâmül ile ölçülmeli diye düşünüyorum.
Ham bilgiden, yeni ufuklara açılan, yenilikler üreten bireyler, toplumları da en az kendileri kadar ileri taşır.
Çünkü öğrenmek bir başlangıç, üretmekse bir devrimdir.
Sonuç olarak, bilmek bir altyapı; üretmekse o altyapı üzerindeki hayalin gerçeğe dönüşmesidir. Fark, bilgiyi ezberlemekten değil, bilgiyi dönüştürmekten doğar. Gerçek şu ki üreten insan, yalnız kendini değil, çağını da değiştirir.
Haftanın Notu:
Emperyalistlerin kayığıyla varılacak yer, onların kucağıdır.