Bursa Arena E'Gazete
2019-12-30 00:41:00

Avuntu Kuşları..

SEMRA MERT

30 Aralık 2019, 00:41

Kitap okurken bir yandan da yazarın sözlerini hangi psikolojiyle yazdığını düşünüyorum; mesela “Kafka” okurken onun biriktirdiği acıların nasıl fermente olup, oluk oluk yüreğinden kalemine döküldüğünü hissedebiliyorum. Öyle ki akrep, yılan vs gibi zehirli hayvanların zehrinden daha da çok ölümcül olurdu herhalde sıvı hale dönüşebilseydi eğer.

Bu beden denen ceseti ayakta tutan, hem çok naif hem de çelik gibi bir yapıya sahip olan bu ruh, ne menem bir şeymiş; Topraktan yaratılmış bir beden ki belki ufak bir darbede bile canın çıkacakken, ruhun aldığı onca darbeyle ölmüyorsun..

İnsan yaşamı da aynı dört mevsim gibi. Çocukluğun, gençliģin, yaşlılığın ve en nihayet ölümün.

İnsanlar genelde ilkbaharı sever; dirilişin, çiçeklenişin ve yeryüzünün rengarenk boyanışının mevsimidir bahar. Tıpkı doğumun simgesi gibi. Peki ya kış?.. Aslında yalın bir güzelliği, ölüm sessizliğinde bir asilliği vardır kışın. Terkedilişin hüznünü yaşatırken "evim" dediğin, arkalarına bakmadan giden göçmen kuşların peşine takılıp gider sadece, öksüz hayallerin..

Sen, kırık kanadının acziyle kalanları seversin; mesela kargaların, serçelerin, kumruların, güvercinlerin vefasında panayır yerine dönen bahçendir, canını can pazarından kurtaran.

Bütün kirleri örter yağan kar, bembeyaz bir sayfa açar gibi hayali dünyada ve bütün mikropları kırar. Kor bir ateşin etrafında ısınıp yüreğindeki buzlar çözülürken, ne kadar üşüdüğünü anlarsın. Bir kızakla ve yahut bir naylon poşete oturup çocuk gibi sevinip kayarken, ne kadar yorulduğunu; lapa lapa yağan kardan bir kar tanesi kirpiklerinin ucuna tutunup kaldığında ve oradan dudağının kenarına inip eriyip tadına vardığında, çöle dönen ruhuna küçük, serin bir vaha hediye edersin.

Geceler gündüzün yatağıdır; kışsa mevsimlerin kuş tüyünden yastığı yorganı. Onda dinlenir yıldızlar, güneş, bütün kâinat.. Kışa methiyeler dizerken yaza inat; içimdeki dondurucu soğukta kalan biçare çocuğu hatırladım, ellerini hiç ısıtamadığım. Kekeme dillerimde kendi sesinde boğulan denizler gibi düşüncelerim; dökemiyorum kıyısından köşesinden, ne söze, ne şiire, ne yazıya.. Hissettiğim şeyler beni yavaş yavaş öldüren, bildiğim şeylerden daha keskin ve zehirli.. Yolculuklar çekiyor canım, uzunca ve uzakça, hadi şimdi boğ umudumu ellerinle; boğ ki kuşlara verecek bir kırıntı kalmasın göğüs kafesimde beslediğim.

Ölünce zaten unutacaktık her zamanki gibi, yine sen acele ettin. Sonra dedim ki bırak. Ne olacaksa oluyor zaten. Engel olamıyorsun, tahmin edemiyorsun, seçim yapamıyorsun. Herkesin haklı sebepleri oluyor, her şeyin sonunda "çünkü" ile başlayan cümleler kuruyorlar sana.. Ve alışıyorsun… Hatta aldırmıyorsun. İçindeki enkaza rağmen naifliğini koruyorsun; kuruyan dallarına krapon kağıtlarından çiçekler takıyorsun, en sevdiği kokunu sürüyorsun, saçlarına değip geçen esrik rüzgârları onun elleri sanıp, kahverengi gözlerinden devirdiğin bir fincan kahvenin hatırına kırk yıl yanıp; avuntu kuşlarının ağıtları ile ıslanan esvaplarını Neşet babanın sazının tellerine takıp, avunup gidiyorsun.

Bu dünya da zaten bir düş alemi değil miydi?

"Ölüm var" diyorsun, ölüm; bırak biraz da onlar düşünsün.

Hepsi geçecek, her şey geçecek; ölünce nasılsa uyanıyorsun..

YAZININ DİBİ: Tahta bacaklı kuklalar tahta kafalı. İpleriniz dolaşmış palyaço gibisiniz. Ne sağınız belli ne solunuz. Ne ağladığınız belli ne güldüğünüz. Bir kalp çizmişler üzerinize belli belirsiz emanet. Ne sevdiğiniz belli ne sevmediğiniz..

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.