Allah’a iman eden insan için öncelik Allah’ı zikretmektir. Çünkü bizi zulmaniyetten uzak tutacak, bize dünyayı harem-i şerif yapacak olandır zikir. İnsanın zikri neyse fikri de odur. Parayı zikreden parayı görür işitir, parayı tefekkür eder, paraya hizmet eder demiştik. Allah’ı zikretmeye başlarsak, Allah’ın bizden istedikleri içerisinde ayrım yaparak işimize gelenler ve gelmeyenler demeyi bırakırız.
Haram aylar denilen tanımlanmış zaman ve haram bölge denilen tanımlanmış mekân. Aynı anlayışla devam ediyor. Peygamberimiz dünyayı varlığıyla şereflendirmeden önce de vardı. Peygamber geldi İslam’ı, tevhidi, imanı tebliğ etti. Yaşantısıyla, muhabbetiyle bildirdi, öğretti. Peygamber dünyanın kendisini haram bölge, yaşadığın her anı da haram ay haline getirmek için ne gerekiyorsa yaptı ve bildirdi. Yani haram ay ve haram bölgeyi kayıttan çıkartıp, her ay ve her bölgeyi harama çevirdi. Kayıtlı zaman ve kayıtlı mekân anlayışı Peygamberden önceki cahiliye dindarlığında geçerlidir. Bakalım bize Peygamber gelmiş mi gelmemiş mi? Günümüzde Allah’ın huzurunda olmak kayıtlı zaman ve mekâna girince mi? Evet! Allah’ın emirlerine riayet etmek belirlenmiş kayıtlı zaman içerisinde, kayıtlı mekânda geçerli mi? Evet! O zaman ve mekân haricinde Allah’ın emirlerini reddetmek hâkim mi? Evet! Camiye girince dövüp, sövüp, eziyet etmiyor, yalan söylemiyor, çalmıyor, dolandırmıyor, zulmanî vasıflar üzere bulunmuyor. Nerede oluyor bu, namaz vakti camide. Camiden çıkınca ne oluyor da yalan, dolan, hile hurda, zulmetmek, çalmak anında devreye giriyor? Çünkü haram süre bitti ve haram bölgesinden çıktık. Ah şu haram ay bitsin ben şuradan bir çıkayım bak ne yapacağım sana anlayışıyla, emmareyi terk etmemiş bir halde haram ay ve haram bölgesinde olduğu için yapamamak! O süre dolup o mekândan çıkar çıkmaz hemen yapmaya başlamak, günümüzde hala geçerli mi? Geçerli! Şimdi Peygamber bizlere gelmiş mi? Geldiyse bu hal nedir? Bu anlayışla yaşayanlar camiye gidip namaz kılsalar dâhi İslam ümmeti ve iman yolunda Peygambere ümmet, Allah’a mümin kul olabilirler mi? Nasıl olabilirler! Cahiliye dönemi dindarlığı değil mi bu? Aynı uygulamalar, aynı anlayış üzerine devam etmiyor mu?
O nedenle ibadetler kişiyi Allah’tan başka ilah olmadığına şahit kılan araç ve gereçlerdir, Allah’tan başka ilah olmadığına şehadetin yoksa, yaptığın şey Allah’ın istediği ve tarif ettiği ibadet değildir. Peygamber döneminde Peygamberden önce de bu ibadetler vardı ve yapılıyordu. Bunlar varken ve yapılıyorken, Peygamberin gelmiş olmasına dikkatimizi verip, orayı iyi anlamak lazım.
İnsan, “Tefekkür ederler” denilen kısımda tefekkür edebilmeli. Neyi tefekkür edeceğini de ayet bize söylüyor. Ayetin Türkçesi, “Yerleri ve gökleri” diyor, biz ona genel tanımıyla “Yaratılmışlık” diyelim. İnsan yaratılmışlığı tefekkür ediyor. Neyle tefekkür? Allah’ın zikriyle. Daha evvel parayı zikrettiği için paraya bağlı bir muhabbetle, hizmetle, sevgiyle, yaratılmışlığı para üzerinden tefekkür ediyordu; nasıl para kazanırım, nasıl köşeyi dönerim, götürürüm şeklinde mala mülke bağlı olarak tefekkür ediyordu, nasıl hanlarım olur, katlarım olur, dükkânlarım olur şeklindeydi, şimdi zikri değişti. Parayı malı mülkü değil, kendi egosunu, kendi benliğini değil artık Allah’ı zikretmeye başladığı için yaratılmışlıktaki tefekkürü “İman üzerine nasıl Allah’ın kulu olabilirim, Allah’ın rızasına nasıl ulaşabilirim?” şekline dönüştü. Neden? Çünkü “Sen bunları boşuna yaratmadın” diyor. Yaratılmışlığa Allah’ın zikriyle bakıyorsak, yaratılmışlığın boşuna yaratılmadığına ulaşırız. Allah boş yere yaratmaz, bu da öyle oluversin diye yaratmaz. Allah’ın her yaratması bizim kulluğumuzu iman üzerine yaratılış gayesi doğrultusunda yerine getirebilmemiz için gerçekleşen Kendisini zikretmesidir. Biz yaratılmışlığa Allah’ı zikretmezden önce eşya nazarıyla, suret nazarıyla, madde nazarıyla, öylesine bakıyorduk. Allah’ı zikretmeye başladıktan sonra yaratılmışlığa Allah’a bağlı, zikrettiğine bağlı olarak bakmaya başlar ve o zaman anlar ki bütün bunlar boşuna yaratılmadı ve “Sen bunları boşuna yaratmadın” der. Daha evvel boş gözüyle bakıyorduk. Neden? Çünkü bakışımız boştu, anlayışımız boştu, kalbimiz boştu. Kalbimiz boş olduğu için, bakışımız, anlayışımız, işitmemiz, tefekkürümüz de boştu, boş gözlerle bomboş bakıyorduk yaratılmışlığa!
Şimdi Allah’ın zikri o boşluğu doldurdu, artık kalpte Allah’ın zikri var, gözde Allah’ın zikri var, kulakta, bilinçte, tefekkürde Allah’ın zikri var, boş değil artık dopdolu âlem! Neyle? Allah ile..