Gazetecinin emeklisi olmaz. Kişi gazeteciyse eğer, doğumdan ölüme kadar gazetecidir o. Öyle bir meslektir işte gazetecilik. Tabii sözüm gökten zembille inenlere, torpille olanlara, siyasetçilerin kucağında sayfa ve ekranlara taşınanlara değil. Emeğiyle, bilgisiyle, kalemi ve beyniyle, siyasetçilerin çıkarları için değil, vatan için çarpan yüreğiyle gazetecilik yapanları kasdediyorum.
Gazetecinin emeklisi olmaz ama, çalışanı ve çalışamayanı ile tüm gerçek gazeteciler, ülkemizin geldiği duruma, içinde çırpındığı sorunlara ve milletin bölünmüş, ötekileştirilmiş haline çok üzülüyorlar. Bir yandan ülkeyi inat ve yanlışla yönetmekte kararlı bir iktidar, öte yandan günlük politika havuzunda debelenen parçalanmış bir muhalefet fotoğrafı, Türkiye’nin geleceğini daha da karartıyor. Parlamentomuz ve siyasetçiler, görevlerini layıkı şekilde yapamadıkları içindir ki, ülkedeki yanlışlara değinmek ve sorumluları uyarmak görevi de farklı adreslere düşüyor.
Ülkede konuşmak, tartışmak, fikir ve görüş açıklamak neredeyse imkansız hale geldi. İşçi, memur, öğrenci, esnaf, çiftçi, çevreci hakkını aramaya, isteğini iletmeye kalkıştı mı, ya polisin copunu kafasına yiyor yada ağzına biber gazı sıkılıp, elleri arkadan ters kelepçelenip gözaltına alınıyor.
Kişinin Anayasa teminatı altındaki ifade ve düşünce hürriyeti, son yıllarda çeşitli damgalar yemeye başladı. Yönetimden farklı düşünenlere hain, alçak, şerefsiz, terörist, dinsiz, demokrasi düşmanı, denilmesine alıştık artık. Ama darbeci suçlaması yenir yutulur gibi değil. Hem emokrasiden bahsedeceğiz, hem de darbe korku ve kuşkusuyla yaşayacağız. Bu olmaz işte…
İnsanların fikir ve düşüncelerini rahatça söyleyebilme imkanının önüne engeller koyarsak, farklı görüşlere sahip olanlara keskin virajlı yolları açık tutmuş oluruz.
Ülkede alınan ve bazı kesimleri haklı olarak rahatsız eden kararlar protesto edilmek isteniyor. Bu kararların son örnekleri Boğaziçi Üniversitesindeki yandaş rektör değişikliği, kadın haklarına ilişkin İstanbul sözleşmesinin iptali, kanal yapma inat ve ısrarı, Montrö anlaşmasına ilişkin tehlikeli görüşlerdir. Bunlara karşı çıkanların vay haline..
Basın açıklaması yapamazlar, yürüyüşe kalkışamazlar, bildiri yayınlayamazlar. Tümüne kamu düzenini ihlalden başlayıp, türlü suçlamalarla hepsi teröristmiş gibi yakapaça sürüklenerek götürülürler. Bu fotoğraflar kamu vicdanını ciddi olarak yaralıyor. Güvenlik güçlerine, zaman zaman haklı olsalar bile büyük zararlar veriyor.
Eyleme kalkışmadıkça, taşkınlık yapmadıkça, protestoları nümayişe çevirmedikçe, yürümenin ve görüşlerini pankart ya da afişlerle anlatmaya çalışmanın bir cezası olamaz. Can çekişmekte olan ciddi devlet yönetimimiz hala ayaktaysa, bazı konulardan şikayetçi olanların tepkilerini hoşgörmeli ve protestolarına da kulak vermelidir.
Boğaziçi öğrencileri ne istiyor? Devleti yöneten kadro, bu istekleri samimiyetle dinlemek ve anlamak yerine, öğrencilere düşmanca bir tavrın içine niye giriyor ki..? İstanbul sözleşmesinden vazgeçilmesini protesto eden kadınları dinlemek ve anlamak yerine, onları niye yerlerde sürüklüyor, itip kakıyoruz ki? Hayatlarını tehlikeye atarak sağlığımızı korumaya çalışan sağlık personelinin haklı isteklerine, neden cop sallarız ki?
Önce 126 emekli diplomat, sonra 104 emekli amiral, şimdi de 100 emekli milletvekili ile 46 deniz aslanı, ilerde telafisi mümkün olmayan yanlış kararların alındığı endişesiyle bildiriler yazıyor, açıklamalar yapıyorlar. Diplomatlarla emekli milletvekillerinin ve deniz aslanlarının görüşleri fazla gürültü koparmadan geçiştiriliyor ama, amirallerinkinde kıyametler kopuyor. Neymiş, amirallerin açıklamasından darbe kokusu geliyormuş. Bırakın efendiler yapmayın, bir bardak suda fırtına koparıp, paranoyaları beslemeyin.
Hepsi de birbirinden kıymetli olan o amiraller kolay yetişmedi. Çoğuna kumpaslarla ve düzmece senaryolarla hayatı zindan ettik, bazılarını hapislerde çürüttük. Deniz hukukunu, uluslararası denizle ilgili anlaşmaları en iyi onlar bilirler. Montrö’yü kurcalamanın tehlikelerini siyasetçilerden iyi bildikleri içindir ki, bir uyarı metnini kaleme alma lüzumunu hissetmişler. Bir bahriyeli olarak çoğunu tanırım. Hepsi de iyi yetişmiş, bu vatan için gözlerini kırpmadan hayatlarını verecek değerde askerlerdir. Hepsini toptan darbeci olarak suçlamak, belki siyasilere bir miktar prim kazandırır ama, devletimize ve milletimize hiçbir şey kazandırmaz.
Onları gözaltına almak yerine, uyarılarından yararlanacak bir yönetime sahip olsaydık eğer, Türkiye’nin yarınına yönelecek uluslararası tehlikeleri yaşamazdık. Ne yazık ki diyaloga kapalı, tecrübe ve bilgilerden yararlanmak yerine, kendi doğrularına sarılarak yürümeyi tercih eden bir idaremiz var. Ne sivili dinliyor, ne askeri, ne diplomatı, kendisi gibi düşünmeyenleri vatandaş yerine bile koymuyor. Kavga ve gürültüden, sorun ve problemlerden beslenen bir idari modelimiz var ki, böyle bir model demokrasi fotoğrafının hiçbir yerine girmiyor. Sadece iktidarı değil Türkiye’yi bu hale getiren, muhalefeti de genelde seyirci kalıyor olumsuz gidiş ve gelişmelere.
Bazı siyasetçiler amirallerin rütbelerinin sökülmesini, maaşlarının kesilmesini, lojmanlarından atılmasını ve kendilerine verilen korumaların geri alınmasını istemişler. Çok ayıp ve yakışıksız bir talep bu. Böyle bir yol açılırsa, milletin büyük bir kısmı da ettiği yemine sadık davranmayan ve Anayasa ile pek çok yasayı devamlı ihlal eden siyasetçilerin de maaşlarının kesilmesini ve kendilerine tanınan ayrıcalıkların kaldırılmasını isteyebilirler.
Öfke ile kızgınlıkla devlet yönetilmez. Hafızası kuvvetli olanlar, amirallerin uyarı bildirisini darbecilikle suçlayan Devlet Bahçeli’nin, 2004 yılında yazdığı "AKP iktidarına uyarı" mektubunu 313 generale göndermesini hemen hatırlarlar. O uyarı darbeciliği çağrıştırmıyordu da, amirallerinki mi çağrıştırıyor?
Amirallerin uyarısına "zevzeklik" diyen Meral Akşener’e ne demeli? Kendisini takdir eden ve destekleyen, ilk seçimde de oyunu ona vermeyi düşünen yüzbinlerce kişiyi üzdü ve şaşırttı. Politikada buna "siyasi intihar" diyorlar. Sorumlu bir politikacı, ağzından çıkan lafın nereye gideceğini ve sonra kendisine nasıl döneceğini bilmelidir. Meral Akşener’e kızanlar, sosyal medyayı sallayıp durmakla kalmadılar, onun yıllar önce Fethullah Gülen’i öven videosunu da hemen yayınladılar.
Türkiye’nin çok ciddi sorunları çözüm beklerken, üstelik dünyaya büyük zararlar veren Korona gibi korkunç bir salgınla boğuşurken, bir bardak suda fırtına koparmak kimseye bir şey kazandırmaz. Tenkitleri, şikayetleri, farklı görüş ve düşünceleri tepkiyle karşılamak yerine, onlardan yararlanmak daha akıllıca bir davranış olmaz mı?