Vakit gece yarısına yakındı. Mekânda pek fazla müşteri yoktu. Topu topu on kişi kadar.. Çoğu, yaşları elliye yakın konsomatris kadın, boş masalarında kendi paralarıyla demleniyorlar.. Patron eli sıkı bir adamdı. Onlara bir kadeh bile içki ısmarlamazdı. O esnada binanın kenarında çiçek satan yaşlı kadın da işlerin kesat olmasından şikâyetçiydi.

Demiri kesen aralık soğuğu, üzerinde ince bir montu olan kadını adeta donduruyordu. Zayıftı, hatta kadit gibiydi. İnce uzun yüzü, uzun çenesi dokunsanız yere yuvarlanıverecek gibi bir izlenim uyandırıyordu. O da eski bir konsomatris idi. Yüzüne bakılmayacak kadar yaşlanınca, göbeği kendisinden önce giden patron onu bir çöp poşeti gibi kapının önüne koymuştu. Zoraki de olsa çalıştığı yerden kovulmak çok zor gelmişti kadına. Beş parasız ortada kalmıştı..

Onu annesi gibi seven daha genç bir konsomatris bu duruma çok üzülmüş, düşünmüş taşınmış onun için yapılacak en iyi şeyin, pavyonun önünde çiçek satmak olduğuna karar vermişti. Onun da çok parası yoktu. İşinde neredeyse boğaz tokluğuna çalışıyordu. Biraz birikmiş parası vardı. Avantasız hiçbir şey yapmadığını bildiği patrona bu paranın bir kısmını vererek, yaşlı kadının mekânın yanında çiçek satabilmesi için izin almıştı. Kalan parasının yarısıyla kurdukları tezgâha çiçek satın almıştı. Yaşlı kadın o gün o kadar mutlu olmuştu ki; dakikalarca ağlamıştı.

İnsanlar tarafından haksızca aşağılanan konsomatrislerden biri olan kadın, kendisini hor gören pek çok babayiğidin (!) yapamayacağını yapmış; ihtiyar kadının hayatının son günlerini sokaklarda sersefil geçirmesine izin vermemişti…

Dakikalardır birikmekte olan bulutlar gökyüzünü çepeçevre sarmıştı. Kısa bir süre sonra cılız bir şimşeğin işaretiyle bulutlar yarıldı. Şiddetli bir yağmur bir demir ustasının demiri dövmesi gibi, evlerin çatılarını, kapılarını, camlarını dövmeye başladı. Hiç şüphesiz doğa; kendisinin en önemli öğesi olan kadının değersizleştirilmesine tepki veriyordu. Kısa bir süre sonra ceviz büyüklüğündeki dolu taneleri doğanın bu olaya ne kadar kızdığını açıkça gösteriyordu. Dolu; az ötedeki raylardan geçen zifiri karanlık rengindeki trenin yılların yorgunu olan paslı demirlerine çarptıkça trampeti andıran bir ses çıkıyordu. Kara tren de adeta yaralı bir hayvan gibi ağır ağır rayların üzerinde sürünerek gara varmaya çalışıyordu.

Yaşlı kadın sığınmış olduğu pavyonun çatısı altında titreyerek doğanın gazabını izliyordu. Çiçeklerin çok azını satabilmişti. O sebeple iki sokak ötedeki harabeyi andıran tek göz odalı evine gitmeyi göze alamıyordu. Biraz daha satmalıydı. Bu sayede hastanen bitişiğindeki küçük marketten karnını doyurabilecek bir şeyler alabilirdi. Dolu yerini yeniden yağmura bırakmıştı. Yalnız bu yağmur az önceki karakterli, doğanın haklı tepkisini mertçe sergileyen yağmur olmaktan çok uzaktı. İnsanların, en azından çoğu insanın güvenilmezliğini, ruhsuzluğunu yansıtırcasına tükürür gibi yağıyordu.

Pavyonda müşteriler birer ikişer hesabı ödeyerek oradan ayrılıyordu. Hepsi gittikten sonra, bir konsomatris kadın, çoktandır alamadığı ücretini patrondan alabilmek için onun yanına yaklaştı. İşlerin kötü olacağını, dayak yiyeceğini bile bile söyleyecekti. Ne olursa olsun söyleyecekti, zira dokuz yaşındaki oğlu hastaydı. Hem de çok hastaydı. Tedavisi yoktu hastalığının. Günden güne eriyordu. Geçen gün anneciğinden kırmızı bir bisiklet istemişti. Binemeyecekti ama gene de istemişti. Mahalledeki arkadaşları pencerenin önünden geçtikçe onun da içi gidiyordu..

Yılların acımasızca hırpaladığı kadın orta boylu patronun karşısına geçti. Babalar gibi hakkı olan parayı istedi. Boynu pelikan boynu gibi uzayan adam belki de elli kilodan daha az olan kadını tepeden tırnağa süzdü. Purosundan derin bir nefes çekerek yüzüne doğru üfürdü. İğrenç ve aşağılayıcı bir bakış vardı gözlerinde. Daha sonra vereceğini söyleyerek kafasını çevirdi.. Kadın, titreyen sesiyle: “şimdi, şimdi vereceksin. Senden iki aylık paramı istiyorum. Sadaka istemiyorum. Oğluma bisiklet ala…” Kadın sözünü bitirememişti. Patron, kendinden beklenmeyen bir çeviklikle, deri koltuğundan fırlayarak kadının yüzünün ortasına şiddetli bir tokat attı. Zavallı yere düştü. O esnada diğer konsomatris kadınlar da oraya toplandılar. Patron kudurmuş sesiyle: “aldın işte paranı. Şimdi defol git” diye gürledi. Adamın gazabından Allah’tan korkar gibi korktukları için, onu kimse yerden kaldırmaya cesaret edemedi.. Kadıncağız sürüne sürüne ayağa kalktı. Burnundan gelen kanları çantasından çıkardığı mendille sildi.. Yalpalaya yalpalaya dışarı çıktı..

Gece kendi karanlığından utanıyordu.

Adı insan olan ama aslında kendinden çok daha zifiri karanlık olan insanların gazabına lanet etti. İnsanın değişmeyeceğini biliyordu… Ama insanın, gerçekten insan olanın da değişmeyeceğini biliyordu.

Konsomatris kadın, yaşlı kadına çiçek tezgâhı kuran kadından başkası değildi. İşte o yaşlı kadın, kefen parası niyetiyle biriktirdiği azıcık parasıyla, ertesi gün o kırmızı bisikleti satın aldı.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.