Kanal Seferi, yirmi beş bin kişilik bir Osmanlı Kuvve-i Seferiyesi'nin 14 Ocak 1915'te hareketi ile başlar. Hareketin bütününe bakıldığında, Mısır'ı yeniden feth etmek sloganının, askerin moralini yüksek tutmak için yayıldığı anlaşılır. Cemal Paşa ve Ali Fuat (Erden) Paşa, Kanal Hareketi'nin, Enver Paşa'nın, İngilizlerin bütünüyle Çanakkale'ye yüklenmelerini engellemek ve onları mümkün olduğunca oyalamak üzere bir strateji uygulaması olduğunu vurgularlar. (Cihangir, a.g.e. s.36)..

Yapılan plan ve beklentilere göre "En iptidai vesait ve pek az bir kuvvetle" başlayan harekâtın, düşman tarafında ise, yüz seksen bin asker, zırhlı deniz araçları, trenler ve uçaklar vardır.

Kanal Seferine katılmış olan Osmanlı subayı şunları yazar: "Şimdiye kadar sarfedilen gayretlerle Sina Çölü geçilmiş, kanalın önüne gelinmiştir." Fakat buradan sonrası için hiçbir şans yoktur. "Kuvvet ve direnç nisbetine göre, bizim kuvvetlerimizin Kanalı ele geçirmesi maddî olarak imkânsız gibiydi. Fakat biz, öyle teknik düşünecek, hesap yapacak halde değildik. Girişilen işi sonuna kadar götürmekten, kaza ve kaderi zorlamaktan, mümkün olmayanı mümkün kılmaya çalışmaktan başka yapılacak iş yoktu." (Erden, a.g.e., s.120) "Düşman, geçit yerinde kuvvetini gitgide takviye etmiş; Tosum ve Serapyum yönlerinden top ateşi başlamış, zırhlı Trenler de savaşa katılmıştı. "Kanal hücumu sonuçsuz kalmıştı." (E. Gnl. Ali Fuat Erden, Paris'ten Tıh Sahîası-na, İstanbul 1949, s.151).

İran üzerinden güneye sarkan Rus kuvvetlerinin Irak cephesindeki birliklerimizin doğu ve yan gerilerini kesme tehlikesi vardır. Bunu önlemek ve bu cepheden Türkistan'a bir yol açabilmek için Osmanlı Genel Kurmayı, İran'ın işgaline karar verir. Esasen, Teşkilat-ı Mahsusa'nın elemanları bölgede çalışmakta ve gönüllü birlikler kurmaktadır. İttihat Terakki'nin meşhur hatibi Ömer Naci buralardadır ve burada şehit olacaktır. Rauf (Orbay) ve Çerkez Et-hem yine İran Azerbaycan'ındadır. Enver Paşa 1916 Mayıs ayının sonuna doğru Bağdat'a gelir ve Halil Paşa ile İran üzerine yapılacak hareketi görüşür. 

Ancak 6. Ordu Komutanlığına getirilen Halil (Kut) Paşa, İran üzerine yapılacak bu hareketi uygun bulmamış, hatta yeğeni Enver Paşa'ya bu hareket için 6. Ordudan birlik alındığı takdirde istifa edeceğini bildirmiştir. Halil Paşa, Alman genel karargâhının baskılarıyla böyle bir karar alındığını düşünmektedir. Ancak Enver Paşa'nın kesin, "6. Ordu Komutanı olarak kalacaksınız ve Kirmanşah'ı mutlaka işgal edeceksiniz." talimatı ile, 6. Ordudan alınan VIII. Kolordu İran Cephesine gönderilmiş; Halil Paşa da itaatsizlik etmemek için emre uymuştur. Halil Paşa hatıralarında, Irak cephesindeki zaferden sonra kırk kişi civarında bir Alman misyonunun bölgeye geldiğini ve bunların ne yaptığının da pek belli olmadığını söyler. "Almanya'dan getirilen vagonlarca altın para, İran'da her türlü satın alma için kullanılıyordu." (Halil [Kut], a.g.e., s.152-54)

Ali İhsan (Sabis) komutasındaki X. Kolordu, 6. Ordudan ayrılarak İran'a gönderilir; Halil Paşa'nın Almanların etkisine bağladığı İran-Afganistan-Hindistan projesi savaşın başından beri düşünülen ve bir ölçüde uygulamaya da konulmuş bir harekettir. İran ingilizlerin petrol, Hindistan ise insan kaynağıdır ve aynı zamanda, Müslümanlar dolayısıyla en büyük korkularıdır. Avrupalı bazı yazarlar ise, Kafkas ve İran hamlelerinin Enver Paşa'ya ait olduğunu, Almanların ise vaz geçirmek için uğraştıklarım söyler. (Philip H. Stoddard, Teşkilat-ı Mahsusa, İstanbul 2003, s.27) O sırada İran'da hâkim olan bir Türk hanedanıdır ve daha sonra Tebriz'e giden Halil Paşa ile veliaht Hüseyin dost olacaklardır.

Ali İhsan (Sabis) komutasındaki X. Kolordu, 3 Haziran 1916'da Hanikin' de Rus kuvvetlerini yenerek hızla ilerlemeye başlar. 1 Temmuz'da Kirman-şah'ın batısındaki çarpışmaları da kazanan Osmanlı kuvvetleri şehre girerler. Gönüllü kuvvetler de çarpışmaktadır. 17 Temmuz'da Rumiye Gölü'nün güneyinde Musul Grubu taarruza geçerek Rus kuvvetlerini Revandiz'den uzaklaştırır. Süleymaniye Grubu da aynı tarihte Bane'deki Rus birliklerini yenerek doksan kilometre kadar içeri girer. Ali İhsan Paşa kuvvetleri 9 Ağustos'ta çetin çarpışmalardan sonra Ruslar'ı Hemedan'ın güneydoğusundaki mevzilerinden söker ve 16 
Ağustos'ta Türk birlikleri, halkın coşkun gösterileri arasında Hemedan'a girerler.

X. Kolordunun iki koldan Kazvin ve Tahran üzerine yürümesi emredilir. İleri hareket için Osmanlı gücünün Rus kuvvetleri ile çarpışmaları devam ederken, Irak cephesinde Kûtü'l-ammare'nin düştüğü bildirilir. Bu durum İran'daki kuvvetlerimizi de tehlikeye soktuğundan, birliklerimize geri çekilme emri verilir ve X. Kolordu yeniden Irak cephesine kaydırılır.

27 Haziran 1916'da Mekke Şerifi Hüseyin Osmanlı'ya isyan ettiğini ilan eder. Eski Şûrâ-yı Devlet üyesi Hüseyin Paşa, İttihat Terakki hükümetleri zamanında Mekke Şerifi olmuştur. Şerif olduktan sonra Hicaz valileri ve aşiretlerle uğraşmaya ve yetkilerini artırmaya çalışır; niyeti iyi değildir. Daha 1912'de oğlu ve Hicaz milletvekili Abdullah'ı İngilizler'in Mısır Komiseri ile görüşmeye göndererek işbirliği imkânları aramıştır. Sonradan Ürdün Kralı olacak bu Abdullah'ın, benzeri bir teşebbüsü daha vardır. 

Şerif Hüseyin'in, sonradan Irak Kralı olacak diğer oğlu Faysal ise, İttihatçı yöneticilere başvurarak, kendisinin Türk'ün ekmeği ile büyüdüğünü, Türk'e hıyanet edemeyeceğini, babasının niyetinin iyi olmadığını, bu zata biraz para ve özerklik vererek İngilizlere bağlanmasının önlenmesini istemiştir. Ancak, sonuç alamamıştır. Aynı Faysal daha sonra Millî Mücadele döneminde Mustafa Kemal Paşa'ya başvurarak kuvvetlerin birleştirilmesini ve ortak mücadele ile bir Türk-Arap Federasyonu kurulmasını önerir. Mustafa Kemal Paşa, bunun şimdiki durumda iyi bir siyaset olmayacağını, herkesin kendi mücadelesini bitirdikten sonra Federasyonun düşünülebileceğim söyler.

Daha sonra, Lordlar Kamarasında açıklandığına göre, senelik dört yüz bin altın vermek suretiyle İngiltere, Şerif Hüseyin ile Osmanlı'yı vurmak üzere anlaşmıştır. İngiltere Hicaz'ı himayesi altına almayı, iç ve dış saldırılara karşı korumayı üstlenir. Bu vesika, daha sonra Mekke'de yayımlanan El-Kıble gazetesinde yayımlanır. Bu adam, ömrünün sonrasında Kıbrıs'ta mülteci olarak yaşarken, son hastalığında bütün yakınlarını yanına toplar ve onlara şunu söyler:
"Bu bizim başımıza gelenler ve gelecekler, ekmek kapımız (velinimetimiz) koruyucumuz ve yüzyıllar boyu efendimiz olan Osmanlı Devleti'ne karşı işlediğimiz günahların, giriştiğimiz isyanların ilahî bir cezasıdır."
(Aydemir, a.g.e., c.3, s.311)

Fahrettin (Türkkan) Paşa elindeki kuvvetlerle Medine ve çevresine hâkim olacak ve bu şehri Mondros Mütarekesine rağmen düşman kuvvetlere terk etmeyecektir. Devletleri yenilmiş ve dünyadan tecrit edilmiş bir avuç kahraman, Peygamber'in kabrini açlık ve yokluk içinde dövüşerek koruyacaklardır. Ve bu şanlı savunma 1919 yılı Ocak ayma kadar sürecektir. Hicaz Cephesindeki çarpışmalar Şerifler-İngilizler ve Fransızlara karşı çeşitli şekillerde sürecektir. Şerifler ve müttefikleri Osmanlının bağlantılarını sağlayan liman ve demiryollarını işgal ve tahrip ederek, Osmanlı kuvvetlerini tecrit etmeye çalışırlar. 23 Ocak 1917'de İngiliz donanmasının yoğun ateşi altında Uman şehri Vech ve 6 Temmuz'da aynı şekilde Akabe üssü Arapların eline geçer. Çarpışmalar Mondros Mütarekesine kadar sürecek ve 30 Ekim 1918'den sonra Hicaz, Asir ve Yemen boşaltılacaktır.

Osmanlı Halep'teki 7. Ordunun Filistin'e kaydırılmasına karar verirse de bu intikal üç ay sürecektir. İngilizler 31 Ekim'de Bi'rü's-sebe mevzilerine saldırırlar; akşama kadar süren çarpışmalardan sonra Osmanlı kuvvetleri geri çekilir. 6 Kasım 1917'de düşman, süvari ve tank takviyeli kuvvetleriyle Gazze'ye yüklenir. Bulundukları mevzileri savunan ve zaman zaman karşı saldırıya geçen Osmanlı birlikleri uzun süre direnemez ve Gazze'yi boşaltırlar. İngilizler 12 Kasım'da Yafa'yı, 15 Kasım'da Ramle'yi ele geçirirler. 

Enver Paşa cepheye gelir; Kudüs'ü elde tutarak, geniş çaplı bir çekilme kararı verilir. Ali Fuat Paşa komutasındaki XX. Kolordu Kudüs'ü savunacaktır. 19-20 Kasım günlerinde XX. Kolordu İngilizleri oyalayarak Kudüs mevzilerine çekilir. 25-30 Kasım arasındaki çarpışmalarda önemli bir sonuç alınamaz. İngilizlerin şehre yaptığı taarruzlar her seferinde kırılır. 8 Aralık 1917'de İngiliz kuvvetIeri birkaç cepheden birden saldırıya geçerler; Kudüs'ün kuzey mevzilerine girerler. Dayanma gücü tükenen Osmanlı, şehri boşaltır ve 9 Aralık'ta Kudüs'teki 401 yıllık Osmanlı hâkimiyeti sona erer. 

Osmanlı karargâhı Şam'a taşınır.

19 Eylül 1918'de karadan ve denizden yoğun bir topçu ateşiyle İngiliz taarruzu başlar. Hemen peşinden düşman hava kuvvetleri, ordumuzun cephe gerilerini bombalayarak, bağlantıları keser. Günlerce süren çarpışmalar ve yoğun ateş altında eriyen Osmanlı birlikleri Tül-Kerem hattına çekilirler. Şerif Hüseyin'in oğlu Faysal'ın birlikleri Maan'ı işgal ederler. 23 Eylül'de Akkâ ve Hayfa da düşman eline düşer. Şam'a çekilen Osmanlı birlikleri şehre geldiklerinde, halkı isyan halinde bulurlar; mevcut birliklerle Şam'ın savunulması mümkün görülmeyerek kuzeye doğru çekilirler. 1 Ekim 1918'de, alındığından 402 sene sonra Şam, İngiliz hâkimiyetine düşer.

Bu savaşlardan sonra artık Osmanlı direnci kırılmıştır. 8 Ekim'de Beyrut'a giren İngiliz birlikleri 15 Ekim'de Humus'u işgal ederler. Alınmasından 402 yıl sonra Osmanlılar'ın boşalttığı Halep'e İngiliz kuvvetleri 15 Ekim 1918'de girerler.

Suriye Cephesindeki 4. Ordunun bir görevi de Suriye'yi Medine'ye bağlayan demiryolunu korumak ve Mekke-Medine şehirlerini (Kabe'yi ve Peygamber'in kabrini) kurtarmaktır. Bunun için bir Hicaz Seferi Kuvveti düzenlenmesine karar verilir. Enver Paşa bu kuvvetin komutanlığına Mustafa Kemal Paşa'yı atar. Ancak, Mustafa Kemal Paşa, Hicaz'a asker göndermek bir yana, oradaki askerlerin de geri çekilmelerini savunmaktadır. Bu görüşlerini Enver ve Cemal Paşaların da katıldığı bir toplantıda açıklar; kabul edilir ve bu fikirden vazgeçilir; Medine'nin de tahliyesine karar verilir. 

Medine Müdafii Fahreddin Paşa, yanındaki bir avuç, askerin insan üstü çabasıyla savaşın sonuna kadar, hatta Mütareke'ye rağmen, savunmaya devam eder. Oysa Medine, Şeriflerin öncülüğünde, kendi kahramanlarına isyan halindedir. "Bu kadar ihanetler, Medine'de Peygamber'in kabrini savunan Fahreddin Paşa'yı bile şaşırtır. Bir gün, son savunma arkadaşlarını yanına alır; Paygember'in kabrine varır. Bir bayrağa sarınır; namazını kılar, duasını eder ve sonra şöyle haykırır: Kalk! Kalk ya Muhammed.. Allah'ın resulü! Kalk! Ve sana inanan, senin için burada çarpışanlara görün!.. Allah'ın yardımını bize ulaştır!..." (Aydemir, a.g.e., c.3, s.189)

...

GALİÇYA

1916-1918 Birinci Cihan Savaşı'nın batı cephesinde Alman-Avusturya orduları Galiçya'da tehlikeli kayıplara uğrayıp Karpatlar'a çekilince, Osmanlı, iki tümenden oluşan XV. Kolorduyu Ağustos 1916'da müttefiklerine yardım için Galiçya'ya cephesine gönderir. Osmanlı askerleri bu cephede verdikleri ağır kayıplara rağmen, her seferinde Rus kuvvetlerine karşı direnir ve durdururlar. 1917 ortalarına doğru Rus saldırıları azalır. Galiçya'daki birliklerimiz Eylül'de vatana dönerler.

Romanya'nın İtilaf devletleri safında yer alıp, Avusturya topraklarına girmesiyle yeni bir cephe açılmış olur. Osmanlı ve müttefikleri bu cepheyi müştereken koruma kararı alırlar. Eylül 1916'da Romanya Cephesine iki tümenli VI. Kolordu gönderilir. Bu cephede de Osmanlı'ya yakışır şekilde savaşılır ve görev bittiğinde tümenlerin biri 1917 Aralığında, diğeri 1918 Haziranında yurda döner.

Bulgarlar da Sırbistan'a karşı Makedonya Cephesini açmışlardır. İtilaf devletlerinin Selanik'e kuvvet çıkarmasıyla cephe genişler. Savunmaya yardımcı olmak üzere iki tümenli Osmanlı XX. Kolordusu 1916 Eylül'ünde Makedonya Cephesine gönderilir.
...

15 EYLÜL 1918 BAKÜ HAREKATI

Bu marş Azerbaycan Türkleri tarafından önce Enver Paşa için söylenmiş sonradan Atatürk için söylendiği olmuştur. 
Hoş gelişler ola, kahraman Enver Paşa 
Askerin, milletin, bayrağınla çok yaşa 
Arş arş arş ileri ileri, dönmez geri, Türk'ün askeri 
Sağdan sola, soldan sağa Al da Bayrağın düşman üstüne 
Cephede mitralyöz, ayna gibi parlıyor 
Türkistan Türkleri bayrak açmış bekliyor 
Arş arş arş ileri ileri, dönmez geri, Türk'ün askeri 
Sağdan sola, soldan sağa Al da Bayrağın düşman üstüne..

Almanlarla Gerginlik ve Bakü'de Türk Ordusu

Rusya'daki Ekim 1917 İhtilali'nden sonra, Rus ordusu dağılmaya, savaş gücünü kaybetmeye başlar. Rus birliklerinin çekildikleri yerleri İngilizlerin desteğindeki Ermeni kuvvetleri tutarlar. Doğu Anadolu'da Ermeni işgali ve zulmü giderek artar.
Bitlis-Şirvan hattını tutmakta olan Vehip Paşa komutasındaki 3. Ordu 12 Şubat 1918'de ileri harekete başlar; soğuk ve yokluk içindeki birlikler adım adım ilerleyebilmektedir.

Kâzım (Karabekir) Paşa komutasındaki 1. Kafkas Kolordusu 13 Şubat'ta Ermeni kuvvetlerini dağıtarak Erzincan'a girer ve Erzurum'a yönelir. Yakup Şevki Paşa komutasındaki 2. Kafkas Kolordusu bir koluyla Bayburt'a, diğer bir koluyla Rize'ye varır. 27 Şubat'ta Trabzon'a girilir.

1. Kafkas Kolordusu 12 Mart 1918'de Ermenilerce tahkim edilmiş olan Erzurum Kalesi'ni düşürerek şehre hâkim olur. Türk birlikleri sahilden Hopa'ya ve doğuda Kars'a doğru ilerlemelerini sürdürürler. 2 Nisan'da Van, 6 Nisan'da Batum kurtarılır.

Mayıs başında Doğudaki birliklerimiz 1877'deki sınırlarımızı geçerler. Kars, Ardahan ve Artvin alınır.

Ruslar savaştan çekilinceye kadar, Osmanlı ile Almanya arasında kayda değer bir sürtüşme yaşanmamıştır. Bu gelişmede Enver Paşa‘nın dürüst ve kararlı tutumunun büyük payı vardır. Enver Paşa‘nın uyumlu tavrını, onun Alman hayranlığı yahut ezikliği gibi kişilik zaaflarına bağlamak isteyenler olmuştur. Halbuki, konu açık ve askerîdir: İttifak halinde savaşan güçler, ne kadar organize ve uyumlu çalışırlarsa, o kadar başarılı olurlar. 

İttifak Devletlerinin güçleri bu uyum için ortak bir genel karargâh kurmuşlardır; İtilaf Devletleri ise kuramamış ve bundan sürekli şikâyetçi olmuşlardır.  

Enver Paşa‘nın Alman Karargâhının etkisinde ne ölçüde kaldığını, insiyatif sahibi olup olamadığını en açık belirleyebilecek şey, Alman menfaat ve siyaseti ile Türk menfaat ve siyasetinin çatışma noktalarıdır. Savaşın sonlarına doğru bu çatışmalar yaşanmıştır; onlara ve Paşa‘nın tutumuna kısaca dokunalım. Bunun için Almanların Doğu siyasetlerine de işaret etmek gerekir. Almanya, bir dünya gücü olmak iddiası ile Birinci Dünya Savaşına girerken, güttüğü siyasetin ilk hedeflerinden biri de İngiltere, Rusya ve Fransa'yı kendi sömürgelerinde vurmaktı. Bu noktada,  Osmanlıların Hilafetİslamcılık ve Türkçülük siyasetleri ile Alman politikası örtüşmüştür.

Ancak Osmanlı vasıtasıyla Türkistan, Afganistan ve Hindistan'a ulaşabilecektir ve İtilaf devletlerini arkadan vurabilecektir. Osmanlı, yüz yıllık derdi olan ülke bütünlüğü garantisini, ancak bu sıralarda imzalattığı anlaşmalarla Almanya'dan alabilmiştir. İtilaf devletleri bu garantiyi Osmanlı'ya vermemek için, onun Alman saflarına katılmasına razı olmuşlardır.

18 Aralık 1917'de Erzincan'da Rus-Osmanlı ateşkes anlaşması imzalanır ve Ruslar işgal ettikleri yerlerden süratle çekilmeye başlarlar. Onların yerini kırk-elli bin civarındaki Ermeni birlikleri almaya başlar. Osmanlı 3. Ordusu Erzincan'ın batısındadır. İngiliz ve Fransızlar, Ermeni birliklerine bir ordu düzeni vermeye çalışırken, Enver Paşa Erzincan Anlaşmasına, Ermeni mezaliminin engellenmesi maddesini de koydurmak ister; ancak, Ruslar sözlü olarak kabul etmekle birlikte yazıya dökmezler. Bunun üzerine Enver Paşa, Ermeniler daha fazla kuvvetlenmeden, 3. Ordunun harekete geçerek Ermenileri durdurmasını ister.

13 Şubat 1918'de, 3. Ordu komutanı Vehip Paşa, Rusların ateşkese uymadığı, Ermeni mezalimini engelleyemediği gerekçesiyle harekete geçer. Ruslarla 3 Mart 1918'de Brest-Litovsk anlaşması imzalanır. Görüşmelerde, Osmanlı Hükümeti, Çarlık Rusyası çöktüğüne göre, Karadeniz'deki Rus donanmasının savaş ganimeti olduğunu ve kendilerine de pay verilmesi gerektiğini ileri sürer. Almanlarla yapılan ittifak anlaşmasına ek olarak yapılan 28 Eylül 1916 tarihli bir ek anlaşma daha vardır ki, orada şöyle denilmektedir: "Müşterek bir amacı gerçekleştirmek üzere bütün imkânlarıyla savaşan Osmanlı İmparatorluğu ve Alman İmparatorluğu, düşmanlardan elde edilecek her türlü faydalardan, kendi gayretleri, uğradıkları zararlar ve katlandıkları fedakârlıklar ölçüsünde pay almak hakkına sahip olacaklardır." (Bayur, a.g.e., c.3, kıs.3, s.478)

Almanya, bu isteği, Rusların ilan ettiği "İlhaksız ve tazminatsız barış" ilkesine aykırı bularak yanaşmaz ve Karadeniz'de ele geçecek bütün gemi ve tesislerin Ukrayna Cumhuriyetinin malı olduğunu söyler. Almanlar o sıra, Bolşeviklere karşı Ukrayna'ya yardım etmektedir. Almanlarla aramız gerilmeye başlar.

Vehip Paşa kuvvetleri 5 Nisan'da Sarıkamış'a, 15 Nisan'da Batum'a ve 25 Nisan'da Kars'a girer. 22 Nisan 1918'de bağımsızlığını ilan eden Trans Kafkasya Hükümeti (Gürcistan ağırlıklı, Ermenistan ve Azerbaycan) Türk ilerleyişinin durdurulması için Alman Ordusunun müdahalesini ister. 11 Mayıs 1918'de Batum'da Trans Kafkasya Hükümeti ile yapılan konferansta Osmanlı Ahiska, Ahılkelek, Gence bölgesi ve Kars-Culfa demiryolunun denetimini ister ve kabul edilmeden askerî hareket başlatır. Bu hareketle Türkiye, 3 Mart 1918'de kabul edilen Brest-Litovsk Anlaşmasımnın sınırlarını aşmış, ancak bu durum Alman Genel Karargâhı tarafından kabul edilmiş oluyordu. Fakat, Trans Kafkasya Hükümeti varlığını devam ettiremez ve dağılır. 26 Mayıs 1918'de Almanya'nın desteğiyle Gürcistan, 28 Mayıs'ta, Gence'de Nazım Bey komutasındaki dört yüz kişilik Osmanlı askerînin desteğinde Azerbaycan ve ardından Ermenistan bağımsızlıklarını ilan ederler. Türk birliklerinin ilerlemesi karşısında Ermeniler de Alman desteği isterler.

Almanya, Kafkasya'nın petrol ve sair yeraltı zenginliklerine şiddetle ihtiyaç duymakta, bunlara sahip olmadan 1919'da savaşı sürdüremeyeceğini düşünmektedir. Bunun için, ayrıca Kafkasya demiryollarını denetiminde tutması gerekmektedir. Bu bakımdan bölgenin denetimini tek başına elinde tutmak istemektedir. Baku'nun Almanlar için neden bu kadar önemli olduğunu, Şark Orduları Grup Komutanı Halil Paşa'nın bir telgrafı çok açık ve sade bir şekilde ortaya koymaktadır:  "Bugün Bakü'deki mahzenlerde toplanmış olan petrol ve mazotun, bugünkü fiyatlara göre değeri, yüzlerce milyon lirayı bulmaktadır. Tanrı'nın bîr lütfü olarak elde ettiğimiz bu kaynak, bütün malî sıkıntımızı karşılayacak mahiyettedir. Ancak Tiflis murahhasımız Abdülkerim Paşa'dan aldığım bir telgrafta, dost ve komşu hükümetlerin bu hazine üzerinde eşit hak iddiasında bulundukları, hatta bu arada Azerbaycan'ı hiç hesaba katmadıkları anlaşılmaktadır. Bütün bu İşlerin Almanlar tarafından çevrilmekte olan fırıldaklardan başka bîr şey olmadığını dikkatinize arzederim." (Aydemir, a.g.e., s.448)

Bu bilgi, aynı zamanda, Sarıkamış Harekâtını düzenleyen Enver Paşa'nın, ikmalimizi İleriden, zaptettiğimiz yerlerden yapacağız sözlerinin de dayandığı gerçeği göstermektedir. Sarıkamış Harekâtı başarılı olsaydı, daha savaşın başında Kafkasya ile kurulan irtibat bizim bütün malî sıkıntılarımızı çözecekti ki, o zaman Alman baskısı da fazla hissedilmeyecekti demektir.

Alman Dışişleri başından beri Türkiye'nin Kafkaslardaki istekleri ve ilerlemesine karşı çıkmaktadır. Gürcistan bağımsızlığını ilan edince, Gürcistan hükümetiyle istediği anlaşmaları imzalar. Bu durumda, Alman Genel Karargâhının da Türk isteklerine karşı tavrı değişmeye başlar. Almanya, kendi menfaatlarını koruyarak ve taraflardan hiçbirini küstürmeden sonuca ulaşmanın ve Türk ilerleyişini durdurmanın hesaplarını yapmaya başlar. Osmanlı Dışişleri Bakanı Halil Bey ise, Azerbaycan'la ikili anlaşmalar yapmaktadır.

V. Kafkas Ordusu Gence ve Bakü'de

Almanlar 23 Mayıs 1918'de gönderdikleri nota ile Türk askerî harekâtının hemen durdurulmasını isterler. Ancak, Enver Paşa da karar vermiştir; amcası Halil Paşa'nın kuvvetleri Ermenileri Araş vadisinden atarak Haziran ayında Nahcıvan'a girer.

Nuri Paşa (Enver'in kardeşi) Trablusgarp'tan getirtilerek İslam Ordusu kurmakla görevlendirilmiş ve Padişah fermanıyla mirliva (tuğgeneral) yapılarak bu ordunun başına geçirilmiştir. V. Kafkas Kolordusu da emrine verilen Nuri Paşa, diğer kuvvetlerini bölgedeki gönüllülerden kuracaktır. Nuri Paşa Haziran 1918 başlarında İran'dan Gence'ye geçerek burayı karargâh yapar. Kuracağı ordu Ermenilerle, daha önce Baku'yu işgal etmiş olan İngilizlerle ve gizli-açık Osmanlının buralara girmesini istemeyen Almanlar'la savaşacaktır. Almanlar Gürcistan ve Ermenistan'ın bağımsızlıklarını tanıdığı halde Azerbaycan'ı tanımamaktadır. Bizim Brest-Litovsk  Anlaşmasını ihlal ettiğimizi ileri süren Alman başkomutanlığı, Türkiye'yle ilişkilerini keseceklerine dair tehditlerde bulunur.
Halil (Kut) Paşa komutasındaki birlikler de Azerbaycan Türkleri'ne destek olmak üzere yürümüştür. Ermeni birlikleri temizlenerek 8 Haziran'da Tebriz'e girerler. Aras'ın kuzeyine atılan Ermeni kuvvetleri Nahcıvan bölgesinde direnirse de Ağustos içinde buradan da sökülürler.

Enver Paşa Almanların bu baskılarıyla uğraşırken, Nuri Paşa, Kafkas İslam Ordusunu kurmaya çalışır. Geri dönen Rus birliklerini taşıyan trenin önü kesilerek buradan elde edilen silahlarla gönüllü birlikler silahlandırılır. Sonunda, Gence'den yürüyen, Nuri (Killigil) Paşa'nın İslam ordusu Baku'yu kuşatır. 

Halil Paşa Şark Orduları Grup Komutanlığına atanır. Görevi, Bakü üzerinden Hazar'ı denetime almak ve Bakü-EnzeliHemedan yoluyla Basra'ya inip İngilizleri arkadan çevirmektir. Böylece, İngilizlerin petrol kaynakları da ele geçirilmiş olacaktır. Almanlar, ellerinde bulunan Gürcistan demiryollarından yararlanmamıza izin yermezler.

Siyasi görüşmeler istenen sonucu vermeyince, Alman Genel Karargâhından Ludendorf baskı yapmaya başlar ve Türk birliklerinin ileri hareketlerini durdurarak İran ve mezapotamya üzerine kaydırılmasını ister. Osmanlı'nın 4-8 Haziran arasında yeni Kafkas devletleriyle ikili anlaşmalar yapması üzerine, Ludendorf 8 Haziran'da, doğrudan Enver Paşa'ya bir telgraf çekerek, Almanya'nın, kendisine sorulmadan yapılan bu anlaşmaları kabul etmeyeceğini bildirir ve askerî hareketin durdurulmasını ister. 

Enver Paşa Alman genel karargâhına gönderdiği 9 Haziran 1918 tarihli yazısında, Türk birliklerinin Kafkasya'da fütuhat için bulunmadığını, özellikle Ermeni katliamlarına karşı müslüman halkı korumak istediğini bildirir. Nuri Paşa'nın Kafkasya İslam Ordusu Baku'yu elinde tutan İngiliz kuvvetleriyle vuruşmaya başlar. Bir yandan da Ermenilerin silahlı birlikleri Osmanlı'ya karşı savaşmakta ve yerli Müslüman halkı katletmektedir. Hemen ertesi günü Hindenburg'un telgrafı gelir: Kafkaslardan tamamen çekilmemizi ve birliklerimizi Irak cephesine kaydırmamızı istemektedir. Mareşal Hindenburg, Müşterek Karargâhın Başkomutanıdır; Enver Paşa ya bu emri yerine getirecek ya da istifa edecektir. Bir istifa mektubu yazar: Hemen İstanbul'a dönüp, isteklerinizi Zât-ı Şahaneye bildireceğim ve "Beni başkomutanlık vekâletinden affeylemelerini istirham edeceğim. Doğu ve Kuzey Kafkasya Müslümanlarına vaad ve temin eylediğim yardımları geri almanın, bence imkânı yoktur." (Aydemir, a.g.e., s.447)

Ancak, Enver Paşa'nın Kurmay Başkanı olan ve başından beri Paşa'yı haklı bulan General Seeckt, araya girerek bu telgrafı göndertmez ve Hindenburg'a verdiği, Paşa'nın bu isteğe büyük ölçüde uyacağı yolundaki bilgilerle arayı yumuşatmaya çalışır. 
Tiflis'te bulunan Albay Kress'e Tiflis-Poti demiryolunu korumak üzere iki Alman taburu gönderilmiştir. Kress aynı zamanda bir Gürcü ordusu kurmaya çalışmakta ve sürekli yeni kuvvetler istemektedir. Bolşevikler de, Osmanlı'nın Bakü'ye girmesi halinde, Rusya'nın savaş İlan edeceğini bildirirler. 

Enver Paşa, Alman Genel Karargâhının da en üst düzeyde baskılarını artırması karşısında, hareketin durdurulacağını söyler ama Nuri ve Halil Paşa'ya mutlaka Bakü'ye girilmesi emrini verir.5 Ağustos'ta Nuri Paşa'nın bir saldırısı başarısız olur. General Ludendorf, hareket durdurulmazsa bütün Alman subaylarını geri çekeceğini bildirir. 

Almanlar Ruslarla görüşmeler yaparak, 14 Ağustos 1918'de, İstanbul'a gönderilen bütün kömür ve sair malzemenin kesilmesine, Tiflis üzerinden Bakü'ye giden bütün İkmal yollarının kapatılmasına karar vererek Türk hareketini engellemeye çalışırlar. Fakat, bu arada beklenmedik bir gelişme olur, Almanlar Ruslarla görüşme halindeyken, Menşevikler 31 Temmuz'da bir darbe yaparak Baku'yu Bolşeviklerden alır ve derhal İran'daki İngiliz kuvvetlerinden yardım isterler, İngiliz birlikleri 4 Ağustos'tan itibaren Bakü'ye girmeye başlar. General Seeckt Türklerin Bakü'ye girmesi için ısrar eder; Genel Karargâh da sıcak bakar, ama Alman Dışişleri kesinlikle buna karşı çıkar. Ruslar da Almanların girmesini istemektedir. General Ludendorf, General Seeckt'ten Enver Paşa'yı ikna etmesini ister, Tiflis'teki Albay Kress'e de, Baku'yu almak için hazırlanmasını, emrine bir tugayın gönderileceğini bildirir. Albay Kress, İstanbul üzerinden Berlin'e gider. Emir gelse de, Türk askerinin geri çekilmeyeceğini ve onlarla birlikte olmadıkça Bakü'ye girilemeyeceğini söyler.

Halil Paşa, yeğeni Nuri Paşa'ya takviye kuvvetler göndererek, kendisi de Baku önlerine gelir. Gürcistan'daki Von Kress, Baku üzerine yürüyen kuvvetlere bir Alman taburunun da katılmasını ister; Halil Paşa buna izin vermez. Baku üzerine sabah başlayan taarruz akşama kadar sürer. Halil Paşa der ki, "Ve bu savaşta zaman zaman kendimi, elimde mavzer, ileri hatların arasında bulduğum zamanlar oldu..." (Halil [Kut], a.g.e., s.176)

Bu arada kendisine yaklaşan bir er, yalvaran bir sesle "Kumandan Paşam, ben seninle başından beri, Arabistan ellerinden beri beraberimdir. ...bak gene kendini kollamamışsın... Kurşun değecek kumandan paşam, azıcık olsun başını kollasan." Tutup, alnından öptüğü erin omuzundan kan aktığını görür. ‘Yaralısın oğlum!' / 'Unutmuşum kumandanım' dedi; sıçraya sıçraya ileri doğru kaydı; bir yandan da mavzerindeki kurşunları tamamlıyordu. Ve İmparatorluk destanla devam ediyordu..." (Halil [Kut], a.g.e., s.177)

Kafkas İslam Ordusunun çetin vuruşmalardan sonra 15 Eylül 1918'de Bakü'ye girdiği bildirilir:
"Allah'ın yardımı İle Baku şehri, otuz saat şiddetli çarpışmalardan sonra, Î5.9.1334'te saat 9 öncesinde zaptedilmiştir. 
Yeğeni Nuri Paşa, Halil Paşa'dan önce şehre girerek güvenlik için tedbirler almaya başlar. "Cengâver ruhlu ve büyük vatanperver Nuri Paşa'nın, bu, belki de hayatının en güzel günüydü
."
(Halil [Kut], a.g.e., s.178)

Halil Paşa diyor ki, "Şehir İngilizlerin denetimi altındayken Ermeniler ve Bolşevikler yerli Türk halkına karşı geniş bir katliam hareketine girişmişler. Şehrin her mahalesinde Ermeniler, Türklerden 'ceset kaleleri' kurmuşlar... Ve bütün vahşetlerini ortaya koymuşlar. Küçük çocuklar kale burçları olmuş, kadınlar edep yerlerinden süngülenmiş ve bırakılmışlar. Şimdi sıra yerli halka gelmiş, onları durdurmak imkânsızdı..." (Halil [Kut], a.g.e., s.178-79)

Şehrin her yanında güvenlik noktaları oluştururlar. O manzaraları yaşayan Halil Paşa, ayın sonuna doğru barış görüşmelerinde bulunmak üzere Ermenistan'a geçer. Orada, İstanbul'dan tanıdığı, tanımadığı bir takım Osmanlı  Ermenilerini görür. "Taşnaksutyan Cemiyeti reisi ve sergerdesi, eski arkadaşım Aram vagona girdi. Ermenilerin Aram Paşa diye çağırdıkları eski dostum ağlayarak boynuma sarıldı." Aram Paşa, Ermenistan İçişleri Bakanı'dır. Halil Paşa'nın otomobili sokaktan geçerken iki tarafı dolduran halkın coşkun alkışları ile karşılaşır. Aram Paşa, eski arkadaşından, ruhanî reislerinin bulunduğu Aşmetziyen Kilisesini ziyaret etmesini rica eder. Halil Paşa, "olur" der. Giderler. Büyük bir halk kalabalığı toplanmıştır. Halil Paşa'nın konuşmasını isterler. Konuşur:
Vatanımın en korkunç ve acı günlerinde vatanı mı, düşmana esir olarak tarihten silmeye kalktıkları için, son ferdine kadar yok etmeye çalıştığım Ermeni Milleti! Bugün, Türk milletinin alicenaplığına sığındığı için huzura ve rahata kavuşturmak İstediğim Ermeni milleti! Eğer siz Türk vatanına sadık kalırsanız, size elimden gelen her şeyi yapacağım. Eğer yine bir takım şuursuz komitacılara takılarak Türk'e ve Türk vatanına İhanete kalkarsanız, bütün memleketinizi saran ordularıma emir vererek, dünya üstünde nefes alacak tek Ermeni bırakmayacağım; aklınızı başınıza alın! Köylerinize, evlerinize, ailelerinizin saadeti için dönün ve çalışın. Zaman bugünkü yaraları siler." (Halil [Kut], a.g.e., s. 189)

Aynı yılın 12 Mart'ında, Erzurum'u kurtaran birlikler içinde olan Şevket Süreyya Bey şöyle anlatır: "Bu eserin yazarı, Erzurum'un kurtuluş günü, mesela Gürcü Kapı İstasyonunda, üç bin kadar tahmin edilen Türk ölülerini yığınlar halinde görmüştür. İşgal ettiğimiz binaların bodrumları da ölülerle doluydu. Erzurum'da öldürülen Türklerin sayısı çok büyük yekûna varır. Bu sahneleri, ileri harekâtta, bütün yol boyunca da aynen tespit ettik. Mütareke üzerine tahliye ettiğimiz Türk bölgelerinde ve bu arada Kars ve Araş boyu çevresinde de Türk kırımı devam etti." (Aydemir, a.g.e., s.489)

Bu kırımları yapanlar Ermenilerdi. Türk birliklerinin Bakü'ye girmesi üzerine Almanlar bu sefer de şehrin güvenlik yönetiminin Alman birliklerine bırakılmasını istemiş ve bunun için iki tabur göndereceklerini bildirmişlerdir. Durumun kendisine bildirilmesi üzerine Enver Paşa, Şark Orduları Grup Komutanı Halil Paşa'ya şu telgrafı çeker: "Bakü'ye gönderilmek istenen Alman taburu hakkında, Nuri, merkez-İ hükümetten emir ve izin almadıkça buna onay veremeyeceğini General Von Kress'e bildirsin. Eğer bunu dinlemeyerek zorla kuvvet göndermeye kalkışırlarsa, bu durumda demiryolu köprüsünün attırılması ve her halde geçmelerine engel olunması uygundur."

Halil Paşa, bir köprüyü uçurarak Alman taburunun gelmesini önler.
Enver Paşa bu konuda çok titiz ve sert davranmaktadır. Aynı konuda Nuri Paşa'ya çektiği telgrafta, Kaymakam Goltz komutasında gelecek birliğin Bakü'ye sokulmamasını emreder. "Goltz şahsına mahsus bir iki hizmetçi ile gelebilir. Ama, az miktarda dahi asker getirmesine izin verilmesin. Ve Gence'de bırakılmasını yazdığınız Alman askeri dahi derhal geri gönderilsin.." Enver Paşa Azerbaycan'a önemli miktarda para, silah ve cephane gönderir; bir kısım Osmanlı subaylarının Azerbaycan vatandaşlığına geçerek orada kalmalarını sağlar. Genç Cumhuriyeti ayakta tutmaya çalışır.
Bu sıralarda Alman-Rus anlaşması imzalanır; Ruslar Baku petrollerinde Almanlara dörtte bir pay vermektedirler. Ama, Baku ellerinden çıkmıştır ve kendileri de petrol alamamaktadır. Bu anlaşma bir gün sonra İstanbul'a bildirilir ve bomba gibi patlar. Başbakan Talat Paşa hemen Berlin'e gider. Almanya ile 23 Eylül 1918 gizli protokolü imzalanır. Buna göre, Kafkas devletleri Almanya tarafından tanınacak, Baku petrolleri İttifak devletleri tarafından birlikte kullanılacak, Kırım ve Rusya Müslümanlarının milliyet haklarını Almanya tanıyacak, Rusya'nın Karadeniz filosu sorununun çözümünde, Osmanlı donanmasının güçlenmesi dikkate alınacak.

Bu protokol şüphesiz ki, Türk askerinin Baku'de olmasının kazandırdığı siyasi bir başarı idi.

Romanya'nın barış istemesi üzerine Mart 1918 başında toplanan Bükreş Konferansı'nda, Enver Paşa, Alman genel karargâhındaki Zeki Paşa vasıtasıyla Alman dostlarımızdan(!), Batı Trakya'nın ve savaşın başında geçici olarak Bulgaristan'a bırakılan toprakların bize iadesini ister. Bu konferansa katılan Başbakan Talat Paşa da, sert üsluplarla batıdaki sınırımızın Mesta-Karasu olması gerektiğini savunur. 

Ancak, Almanlar bu isteklere hiç de sıcak bakmazlar. Enver Paşa, doğrudan Bulgar Kralına yazarak, savaştan sonraki dostlukların da gelişmesi için bu yerlerin Osmanlı'ya bırakılmasına yardımcı olmasını ister; ama, olmaz. (Aydemir, a.g.e., s.413) 
1917 yılının Nisan ayında savaşa İtilaf devletleri yanında giren Amerika Birleşik Devletlerinin Başkanı Wilson, 8 Ocak 1918'de muhtemel barışın şartlarını açıklar.

Wilson'un dünya milletlerine ilan ettiği barış şartlarının, özellikle Türkiye'yi ilgilendiren maddeleri şöyledir:

* Milletler arasında gizli anlaşmalara son verilerek açık diplomasi yönteminin uygulanması.
* Karasuları dışındaki denizlerde gerek savaş halinde, gerek barış halinde trafiğin kesin olarak serbest olması.
* Ekonomik engellerin imkân derecesinde kaldırılması ve ticarî meselelerde bütün milletler arasında eşitlik kurulması. Her milletin silahlanmayı iç güvenliğini sağlamaya yetecek dereceye indirmesi.
* Sömürgelere ait bütün isteklerin, hâkimiyet meselesinin, ilgili halkın yararları ve hükümetin haklı istekleri derecesinde geniş ve tamamıyle tarafsız bir fikir ile serbestçe münakaşa neticesinde çözümlenmesi

* Halihazırdaki Osmanlı İmparatorluğu'nun Türk olan kısımlarına itirazsız bir hakimiyet sağlanması; fakat, halen Türk boyunduruğu altında bulunan diğer milliyetlere salt güvenlik içinde varlıkları ve eziyetsiz olarak gelişmeleri imkânının garanti altına alınması.
* Çanakkale Boğazı'nın uluslar arası teminat altında bütün milletlerin ticaret gemilerinin serbestçe geçmesi için açık kalması.
* Kesin anlaşmalara dayanarak bütün devletlere eşit derecede karşılıklı siyasi istiklal, ülke bütünlüğü güveni sağlamak maksadiyle milletler arasındaumumi bir cemiyet teşkili lüzumu. 

* Bundan böyle devletler arasında açık anlaşmalar ve açık diplomasi hakim olmalıdır; Osmanlı İmparatorluğu'nun Türklerle meskûn olan kısımlarında egemenliği sağlanmalı, diğer bölgelere ise özerk gelişme imkânları tanınmalıdır. (Sabahattin Selek, Milli Mücadele, I Anadolu İhtilali, İstanbul-1965, s. 31)

Almanlar batı cephesinde Belçika ortalarına kadar çekilmişlerdir ve karşı kuvvetler, yeni taarruz planları içindedir. Almanya'nın içi de savaş aleyhtarlığı ve sosyalist hareketlerle çalkanmaktadır. Avusturya cephesi ise İtalyan taarruzu ile yarılmıştır ve askerler silahlarını atıp kaçmaktadır. Bulgarların koruduğu Makedonya cephesi de Eylül ortasında yarılmıştır ve İtilaf devletleri birlikleri Trakya'ya doğru ilerlemektedir. Güneyde ise İngilizler 7 Mayıs 1918'de Kerkük'ü düşürmüş, Dicle boyundan Musul'a doğru yürümektedir.

Bu durumda Enver Paşa silah altına alınmamış olan en son kuvvetleri de başkent İstanbul'un savunulması için toplamaya çalışır. Kafkasya cephesindeki birliklerin de İstanbul'a dönmelerini emreder. "Enver Pasa‘nın fikrine göre, en hafif şartlı bir anlaşmanın gerçekleşmesi. Alman cephelerinde düşmana gösterilecek direnişe bağlıydı." (Emir Sekip Aslan, Ölüme Giden Yolda Üç Osmanlı, İstanbul 2005, s.17) 

Ancak, bu direncin gösterilememesi, Enver Paşa'nın savaşa devam kararlılığını etkiledi. Esasen sosyalist hareketlerle sarsılmış olan Avrupa halkları Wilson prensipleri çerçevesinde bir barış istiyordu ve bu istekler Türkiye'de de konuşulmaya başlanmıştı. Enver Paşa sona gelinmekte olduğuna karar verir; bu şartlarda, Azerbaycan Cumhuriyetinin durumunu sağlama almaya çalışır. Nuri Paşa'ya talimatlar gönderir: "Belki, görünüşte Azerbaycan ve Kuzey Kafkasya'dan çekileceğiz. Kuvvetlerimizi çekmiş görünmeye mecbur olacağız. Ve böyle bir durumda Azerbaycan ve Kuzey Kafkasya'nın, kendi kuvvetlerine dayanması gerekecektir. Şimdiden ona göre tedbirlerinizi alın ve teşkilatlarınızı kurun. Orada çalışacak olan subay vesaire, Azerbaycan uyruğu olarak kalsın. Ve hükümet çekilme emri verirse bile, orada kalmak üzere tertibat alınsın. Rus silahı ve cephanesinden olmak üzere, Azerbaycan'a mümkün olduğu kadar çok silah ve cephane gönderilsin. Şark Orduları içinden, Nuri'nin adlî, maarif vesaire teşkilatı için gerekli memurlar gönderilsin..." (Aydemir, a.g.e., s.469)

...

10 Şubat 1918 II. ABDÜLHAMİD HAN’IN VEFATI

Vaktiyle İttihat ve terakki fırkasının içinde II. Abdülhamid Han'a düşmanlık eden Filozof Rıza Tevfik ve Süleyman Nazif pişmanlılarını aşağıdaki şiirleri ile dile getirmişlerdir. 

"Tarihler adını andığı zaman,
Sana hak verecek hey Koca Sultan,
Bizdik utanmadan iftira atan,
Asrın en siyasi Padişahına"...
 

(RIZA TEVFİK) 

___

"Padişahım gelmemişken yada biz,
İşte geldik senden istimdada biz,
Öldürürler başlasak feryada biz,
Hasret olduk eski istibdada biz.
Dem-bedem coşmakta fakr u ihtiyaç,
Her ocak sönmüş ve susmuş, millet aç.
Memleket matemde, öksüz taht u taç,
Hasret olduk eski istibdada biz."..
 

(SÜLEYMAN NAZİF)

3 Temmuz 1918 günü Sultan Mehmet Reşat Han, âlem-i bekaya göçer. Veliaht Mehmet Vahdeddin Efendi Osmanlı tahtına çıkar. 31 Ağustos 1918'de Osmanlı tarihinin son cülus töreni yapılır 1918 Eylül ayında, Müttefikler savaşı kaybettiklerini kesin olarak anlar ve barış için aralarında görüşmelere başlarlar. Almanya, müttefiklerin kendi başlarına bir barış arayışına girmemelerini, barış teklifi için daha uygun bir zamanın beklenmesini ister. Avusturya acele eder. Bu sıralarda Talat Paşa Berlin'e gider. Talat Paşa ve Bulgar Kralı da Alman görüşünü destekler. Almanya, Avusturya ve Türkiye, Wilson'un 8 Ocak 1918'de açıkladığı ilkeler doğrultusunda barış istiyorlardı. Osmanlının barış isteği de kolay olmamıştır; özellikle Enver Paşa'nın direnmeye devamda ısrarı, Talat Paşa'yı da tereddüte sevketmiştir. A. Fuat Türkgeldi'nin yazdığına göre, Talat Paşa'yı Sultan Vahdeddin, Enver Paşa'yı da Veliaht Efendi barışa razı etmiştir. (Ali Fuat Türkgeldi, Görüp İşittîklerim, Ankara 1951,  s. 150)

8 Ekim 1918'de, Talat Paşa'nın sadrazam olduğu İttihat Terakki hükümeti istifa eder. 1 Kasım 1918'de toplanan İttihat ve Terakki Partisi genel kongresi, partinin feshine karar verir. 

Fazla öne çıkmamış olan İttihatçılar, Teceddüt Fırkası‘nı kurarlar; İttihat Terakki'nin mameleki yeni partiye devredilir. Ancak, uzun sürmeyecek bu parti, Hükümet tarafından kapatılarak kasasına el konulacaktır. Sultan Vahdettin bir gün Saray Genel Sekreteri Ali Fuat Türkgeldi'ye şunları söyler:

"Bu memleketi yönetmek için meğer iki adam lazımmış; biri Suttan Hamit, diğeri Talat Paşa. Ama, ben onlar gibi yönetemem. Talat Paşa bizim halkımızı iyi anlamıştı. O hakikaten müstesna bir şahsiyet idi." (Türkgeldi, a.g.e., s.1801)Paşa bir gün karısına şunları söyler: "Bir gün beni sokakta vuracaklar: alnımdan kan akacak, yere serileceğim. Yatakta ölmek nasip olmayacak. Ziyanı yok, varsın vursunlar; benim ölümümle vatan bir şey kaybedecek değildir. Bir Talat gider, bin Talat yetişir." (Babacan, a.g.e., s.53)

30 Ekim 1918'de imzalanan Mondros Mütarekesi'nin yirmi beş maddesinin esasları şunlardır:

Karadeniz ve Çanakkale Boğazlarındaki istihkâmlar İtilaf devletlerince işgal edilecektir.

Hudutların ve güvenliğin korunması için gerekli olanın dışındaki bütün Osmanlı ordusu terhis edilecektir.

Osmanlı donanması teslim edilerek, limanlarda tutuklu bırakılacaktır.

Galip devletler, güvenliklerini tehlikeye düşüren bir durum çıktığında lüzum gördükleri stratejik noktaları işgal edebileceklerdir.

Galipler bütün Türk liman ve demiryollarından istifade edebilecek, tel siz ve telgraf haberleşmesini denetleyebileceklerdir.

Toros tünelleri galiplerce işgal edilecektir.

Kafkas Cephesinde Osmanlı ordusu 1914 sınırına çekilecektir.

Hicaz, Asir, Yemen, Suriye, Irak, Trablus ve Bingazi'deki Osmanlı bir likleri en yakın galip devlet komutanlığına teslim olacaklardır.

Ordunun terhisi ile geri kalan silah ve teçhizat galiplerin vereceği tali mata tâbi olacaktır.

Vilayet-i Sitte denilen altı Doğu vilayetinde karışıklık çıktığı takdir de Müttefikler buraları işgal edebileceklerdir.

Türk esirleri esarette kalmaya devam edecek, Müttefiklere ve Erme nilere ait esirler hemen serbest bırakılacaktır.

...

Tehlikeli Yolculuklar ve İkinci Savaş

8-9 Kasım 1918 gecesi, Boğaz'dan Karadeniz'e açılan denizaltı, yolcularını Kırım'ın Gözleve kasabasına çıkarır. İngiliz ve İtalyan istihbaratı, merkezlerine, onların Fas'a gittikleri haberini verir. Enver Paşa Kafkaslara geçerek orayı teşkilatlandırmak ve oradan Türkistan'a geçerek ihtilal yapmaktan söz eder. Daha önce de, amcası Halil Paşa'ya yazmış ve Azerbaycan'da bir şeyler yapıp yapamayacaklarını incelemesini istemiştir. Benzeri bir mektubu da Türkistan taraflarına giden Hacı Sami'ye yazmıştır: Türkistan'ın durumu nedir; halkın tutumu nasıldır? Oralara gelirsek neler yapabiliriz?

Yamauchi'nin yazdığına göre, Osmanlı Sadrazamı da, Mustafa Kemal Paşa da, onun Azerbaycan'da bağımsız bir Türk devleti kuracağını düşünmektedirler. Ancak, olaylar geliştikçe görülecektir ki, Enver Paşa kesin kararını verebilmiş değildir. Gönlünde ve kafasında her şeyden evvel yine Anadolu vardır; öncelikli sorun orasıdır. Ancak buradaki hareketin başarısından sonra, doğasında oturmak olmayan Enver Paşa kendisine, kişiliğine uygun bir yol çizebilecektir. Millî Mücadele'nin henüz zayıf olduğu ilk dönemlerde, onu dışarıdan ve Moskova'nın yardımını sağlama çalışmalarıyla desteklemek en uygun yol olmuştur. Belki yeniden Anadolu'ya dönmesi zor olmazdı; ama, Bu da Millî Mücadele'de ikilik çıkması demektir. Bu bakımdan Mustafa Kemal Paşa'nın endişeleri tamamen haklıdır. Ancak Sakarya Savaşından sonradır ki, Anadolu için tünelin ucundaki ışık görünecek ve Enver Paşa da yeni yolunu çizecektir.

Paşa, İstanbul'dan ayrılmadan önce Teşkilat-ı Mahsusa başkanı Hüsamettin Ertürk'e şunları söyler:

"Hüsamettin Bey, biz bir denizaltı ile Odesa yolu ile Rusya'ya geçeceğiz. Ben Kafkasya'ya sonra da Moskova'ya uğrayacağım. Arkadaşlar Berlin'e gidecekler. İtilaf devletleriyle mücadelemiz bundan sonra da devam edecektir. Moskova'dan kendimize yardım yaptıracağımızı ümit ediyorum. Bolşevikler bu kapitalist ve muzaffer devletlere düşmandır; bizi tutacaklardır. Moskova'dan sonra tekrar Kafkasya'ya geçeceğim. Erzurum ve Kafkasya'daki kıtalarımızın dağıtılmaması, silah ve cephanelerinin teslim edilmemesi ve Ahmet İzzet Paşa'dan (Osmanlı Savaş Bakanı) gelecek emirlere uyulmaması için amcam Halil Paşa'ya, gerek kardeşim Fahrî Ferik Nuri Paşa'ya ve gerekse Çerkez Yusuf İzzet Paşa'ya lazım gelen talimat verilmiştir." (Tansu, a.g.e, s.166) 

Yine Hüsamettin Ertürk'ün söylediğine göre, "İstanbul o tarihte silahlar ve mühimmat depolarıyla, bize birkaç İstiklal savası yaptıracak derecede zengin idi. Bunun için İstanbul'daki gizli teşkilatımızın büyük bir gayretle çalışmasını istemek hakkımızdı.İstanbul'daki askerî depolarda Osmanlı ordusunu birkaç misli idare edebilecek derece silah ve cephane bulunmasının sebebi, merhum Enver Paşa'nın savaşın gidişine bakarak, bizim çok ağır şartlara maruz kalacağımızı ve Balkan Savaşının sonunda olduğu gibi, Büyük Savaş‘ın sonunda da yeni bir savaşa mecbur kalacağımızı hesap etmiş olmasından, bir de Umumî Levazım Başkanı merhum İsmail Hakkı Paşa'nın son derece namuslu bulunmasından ileri gelmiştir." (Tansu, a.g.e, s.449, 460)

ALİ FUAT CEBESOY: "Enver Paşa'nın doğuda kurmuş olduğu ordular Millî Mücadele'de elimizde taze kuvvetler ve teçhizat bulunmasını sağlamıştır. Kâzım Karabekir Paşa'nın komuta ettiği XV. Kolordu, 9. Ordunun birliklerinden oluşmuştu." (Ali Fuat Cebesoy, Millî Mücadele Hatıraları, İstanbul 2000, s.39, 60)

Mustafa Kemal Paşa, Ahmet İzzet Paşa'dan Savaş Bakanı yapılmasını istemiş, bu İsteği kabul edilmemişti. Hikmet Bayur kendisine, Savaş Bakanı olsaydın ne yapacaktın, diye sorduğunda, Doğuda bulunan yıpranmamış kuvvetlerimize dayanarak "Padişah ve Hükümeti alıp Anadolu'ya çekilir, silah bırakışması ve barış görüşmelerini buradan idare ederdim." der. (Bayur, Atatürk, s.166)

Enver Paşa daha sonra Moskova'dan Mustafa Kemal Paşa'ya yazdığı bir mektupta "Bir sene zarfında iki defa tutularak, beş ay hapis olmak ve altı defa tayyareden düşmek suretiyle nihayet Moskova'ya geldim." diyecektir. (Yamauchi, a.g.e., s.206)

11 Temmuz 1920'de tekrar Berlin'e ulaşır. Naciye Sultan diyor ki, "Geldiği zaman sırtında hapishane elbiseleri vardı. Durumu perişandı." 25 Ocak 1921 tarihli, İttihad-ı İslam Cemiyetleri Birliği İstanbul bürosuna yazdığı mektupta ise, "Üç defa teşebbüs ettiğim halde mateessüf başarılı olamadım. Bir çok defalar düşerek, iki defa da düşmanların esaretine maruz kaldım. Müthiş müşkilatla bu esaretlerden bi'aynillah-i taala kurtularak, nihayet karadan hududu geçtim." diye yazacaktır. (Yamauchi, a.g.e. s.135)

Bakü Şark Milletleri Kurultayı

Bu arada Bolşevikler Bakü'de "Şark Milletleri Kurultayı" toplama hazırlıklarına girerler. Enver Paşa bu toplantıya Fas, Tunus, Cezayir ve Trablus temsilcisi olarak katılmaya karar verir. 1 Eylül 1920'de Kurultay açılır; dünyanın bir çok yerinden, bu arada Türkiye'den de delegeler gelmişlerdir. Kurultay'da Enver Paşa'nın nutkunu bir Türk delege okur. 

Türkiyeli komünistler bağırıp çağırarak nutku protesto ederler. Türkistan'dan gelenler ayakta alkışlarlar. Sonraki gelişmeler de göstermiştir ki bu Kurultay, Şark milletlerini özellikle Müslümanları oyalamak, işbirliğine yatkınlaştırmak için, onlara ümitler vermek üzere düzenlenmiş bir toplantı İdi.

Paşa konuşma metninde kongreyi, dünya emperyalizmine karşı savaşan şarkın ihtilalci âlemi vekilleri olarak selamlar. Üçüncü Enternasyonal'in, "milletlerin hukuk ve hürriyetlerim tanımayı programına yazdığını" vurgular. Bu nokta, bütün Türk dünyası aydınlarının yoğunlaştığı ümit idi; milletlerin hak ve hürriyetlerinin tanınması. Temel sorun bu idi; sonrası şu veya bu şekilde çözümlenebilecekti. Bolşevikler iktidarı aldıklarında, "Rusya halklarının hakları" adıyla yayımladıkları bildiride, Rusya halklarının tümüne eşitlik, egemenlik ve kendi kaderini kendisi belirleme hakkı tanıdıklarını açıklamışlardı. 

Paşa konuşma metninde kongreyi, dünya emperyalizmine karşı savaşan şarkın ihtilalci âlemi vekilleri olarak selamlar. Üçüncü Enternasyonal'in, "milletlerin hukuk ve hürriyetlerim tanımayı programına yazdığım" vurgular. Diyor ki, bizi doğrudan doğruya boğazlamak ve mahvetmek isteyen Rusya ve İngiltere emperyalizmine karşı, "Yalnız hayatımızı bağışlamaya razı olan 

Almanlardan yana harp ettik... Alman emperyalizmi de bizden kendi matlubuna göre yararlanmak istemiş olabilir. Fakat biz istiklalimizi korumadan başka bir hedef gütmedik." (Yamauchi, a.g.e., s.283, Enver Paşa'nın nutku)

"Biz Çanakkale'yi kapatmakla dünyayı yutmaya niyetli Çarlığın önemli çöküş sebeplerinden biri olduk."

Enver Paşa'nın kongreye katılmasından gayrimüslim komünistler çok rahatsız olur ve protestolara katılırlar; aralarında Ermeniler de vardır. Enver Paşa otele döndüğünde, salonda Sovyet istihbarat örgütünden olan Reissich isimli biri tarafından kendisine ateş edilir; ancak kurşun ona isabet etmez. Suikastçi tutuklanır; ama yargılanmaz. Daha sonra aynı adam, Türkistan İstihbarat Servisi Çeka'nın Politik Büro başkanı olarak Taşkent'e atanacaktır. (Baymirza Hayit, Ruslara Karşı Basmacılar Hareketi, İstanbul 2006, s.260)

Olayın duyulması üzerine Kafkas Türkleri, "Enver Paşa'nın kılına zarar gelirse bu binayı havaya uçururuz." diye silahlı, bombalı gösterilere girerler. (Doç. Dr. Timur Kocaoğlu, "Türkistan'da Türk Subayları" / (Raci Çakıröz'ün Hatıraları) Türk Dünyası Tarih Dergisi, Sayı: 9, Eylül 1987, s. 47)

Moskova ise, Paşa'nın gördüğü itibardan ve her gün bir çok Türkistanlı aydın ile görüşmesinden tedirgin olmaya başlar ve uygun bir biçimde Moskova'ya dönmesi telkininde bulunur. Ekim 1920 başında Berlin'e geçen Enver Paşa, burada hayatının belki de en mutlu günlerini yaşar; eşi Naciye Sultan ve kızı gelmiştir.

Moskova'ya dönüşte, 20 Şubat 1921 İngiliz emperyalizmine karşı savaşmak üzere İslam İhtilal Cemiyetleri Birliği'nin çalışmalarını tamamlar. 

İslam İhtilal Cemiyetleri Birliğinin yayın organı olmak ve İki ayda bir çıkmak üzere, Livâ-yı İslâm gazetesi, Arapça ve Türkçe yayımlanmaya başlar. İlk baskıları beş yüz Arapça, beş yüz Türkçe olacaktır. (Yamauchi, a.g.e., s. 149,22 Şubat 1921)

15 Mart 1921'de Talat Paşa Berlin'de, Ermeni komitecileri tarafından şehit edilir.

"Bu sabah on birde, Harâenbergstrasse'de Talat Paşa, Cemal Azmi Beyin dükkânına giderken, yirmi üç yaşındaki bir Ermeni talebesi tarafından rovelverle katledilmiştir." (Yamauchi, a.g.e., s.159. Ziya Beyin mektubundan) 

16 Mart 1921'de Ankara-Moskova dostluk anlaşması imzalanır.

13 Eylül 1921 Sakarya Savaşı'nın kazanılmasından sonra Ankara'nın İttihatçılara karşı olan tavrı da İyice açıklık kazanmış ve sertleşmiştir. Mustafa Kemal Paşa'nın gücü Meclis içinde de, halk içinde de, yabancı devletler nezdinde de artmıştır. 

Enver Paşa yeni bir yol çizmeliydi. Daha önce Türkistan'a gidip gelmiş olan amcası Halil Paşa ile görüşür. "Türkistan'ın henüz tam teşkilatlanmadığını ve temeli olan bir harekete bu yüzden girişilemeyeceğini anlatmaya çalışıyordum. Basmacı denilen ve Fergana bölgesinde dolaşan çete kuvvetlerinin bir kısmı vatansever, bir kısmı eşkıya, bir kısmı din elden gidiyor diye ayaklanan softalar, bir kısmı da malım gitsin canım kurtulsun düşüncesiyle hareket eden insanlardı. Üstelik silah ve cephaneleri de yetersizdi. Enver'e bunlarla bir hiçbir şey yapılmasının mümkün olamayacağını anlatmaya çalışıyordum. O'nun cevabı: Demir olsa eritirim, oluyordu." (Halil [Kut], a.g.e., s. 278)

28 Eylül 1921 Batum Bakü Buhara Yolculuğu başladı. Cemal Paşa 21 Temmuz 1922 günü, Tiflis'te, bir caddede yaverleriyle birlikte Ermeni kurşunlanyla şehit edilir.

O günün şartlarında Buharalı aydınlarda üç temayül görünüyordu. Osman Hoca ve Abdülhamit Arifoğlu gibi öncüler Enver Paşa'nın Basmacılara katılarak, silahlı mücadele ile Türkistan'ı kurtarmasını istiyorlardı. Bir başka grup, Paşa'nın Buhara Cumhuriyeti ile Ruslar arasında arabuluculuk yapmasını istiyor, bu yoldan zaman ve güç kazanacaklarını umuyorlardı. Zeki Velidi ve arkadaşları ise O'nun Afganistan'a geçerek Afgan kralı ve Buhara Emîri'nin desteklerini de alarak buradan mücadeleye destek vermesinin daha yararlı olacağını düşünüyorlardı.

Enver Paşa'nın Buhara'daki tercihi, Korbaşılara katılma kararı olmuştur ve bu da doğrudur. Ceditçiler okumuş insanlardı, milliyetçi temayülleri de belirgindi; ancak, mücadele gücü olmayan, halka kendilerini yeterince kabul ettirememiş, Bolşeviklerle anlaşma yollarında ve millî mücadeleyi Sovyetlerin iç işi telakki ederek çıkış arayan kimselerdi. Bu tutumları son derece gerçekçi idi; ama Paşa'nın aradığı bu değildi.

Enver Paşa’nın duygularını anlayan Eşref Sencerin kardeşi 

Hacı Sami Zeki Velidiye şu sözleri söyleyen nadir Türkçülerdendir: "Paşa'nın, Sultan'ın (karısı) yanına gitmesine katiyen razı olmayın; onu orada (Berlin'de) öldürürler. Paşa'nın buraya gelişi büyük bir fırsattır. Bu hareketlerden bir netice çıkar veya çıkmaz, fakat Enver Paşa'nın bu işe karışması İle bu iş cihanşümul bir ehemmiyet kesbeder. Türkistan bu nesilde kurtulmazsa, Paşa'yı ve sizi şiar edinecek olan müstakbel bir nesil bu vatanı kurtarır. Paşa sizin sözlerinize çok ehemmiyet veriyor; zinhar ona Almanya'ya geri gitmesinin caiz olmadığını söyleyin."

Bu sözlerdeki isabet ve gerçekçiliğe, doksan yıl sonra da, ilave edilecek bir şey yoktur. Zeki Velidi de "Ben Paşa'nın Türkistan'da yapacak işlerinde muvaffak olması için başta Afganistan'a gitmesi gerektiğini İleri sürüyorum; siz de buna muhalefet etmeyin, mübalağalı sözler söylemeyin." der. (Togan, Hatıralar, s.334)

(Devamına aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz)

https://www.bursaarena.com.tr/belgesel-sehid-i-muhterem-enver-pasa-1881-4-makale,9021.html

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.