KAFKAS CEPHESİ..

Enver Paşa'dan pek hoşlanmayan nadir subaylardan biri olan Miralay Şerif Bey, Paşa‘nın Savaş Bakanı olarak yaptıklarını şöyle anlatır:

"Eski alışkanlıklarına uyup ayak sürçerek, atandıkları komutanlıklara en kısa sürede gitmeyen komutan ve subaylar derhal emeklilik emrini aldılar. İtiraz sözü ağza alınmaz oldu ve herkese bir çeviklik, bir sürat, bir askerlik geldi. Ordu yeni bir dünyaya doğdu. Savaş Bakanlığının açık kapılan kapandı ve içeriye iş sahiplerinden başka kimse giremez oldu. Bütün İşler, Almanya'dan gelen Islah Heyetinin de yardımlarıyla, kırtasiyecilikten uzak, sade bir şekilde yürümeye başladı ve ordumuz orduya, subaylarımız subaya benzedi. Herkes gördü ki, akıl ve irfan, kanun ve nizam yolunda Türkler de pek uygun yol arkadaşı olabilirmiş.

Enver, Islah Heyetinin taşkınlığını şiddetle yasaklar ve itirazlarına rağmen bildiği yolda giderdi. O zamanki Enver, Osmanlı tarihinin birinci defa gördüğü yenilikçi, çalışkan, keskin ve azimli bir Savaş Bakanı idi. Savaş Bakanlığının ve Genel Kurmay Başkanlığının şube müdürlüklerine en temiz ve kudretli tanınmış komutanları geçirmesiyle, ordunun savaşa hazır şekilde yetiştirilmesi imkânı itirazsız elde edilmişti. Gerek Trablusgarp'taki hizmetleri ve gerek Birinci Dünya Savaşı'nın ilanına kadarki çalışmaları, hemen herkese, Enver'in İyi bir teşkilatçı olduğu fikrini vermişti." (Köprülülü Şerif [İlden], Sarıkamış, İstanbul 2005, s. 102)

Bu noktada İsmet İnönü'nün bir değerlendirmesine yer verelim. Enver Paşa'nın Almanlara fevkalade tutkun ve tesirleri altında olduğunu, sıradan bir gerçekmiş gibi tekrar edenler vardır. Hâlbuki İnönü şunları söylüyor: "Enver Paşa'nın Alman Islahat Heyetiyle ilişkilerinde, Almanlara tâbi olduğu söylenemez. Bilakis, Almanlar ondan daima çekinir ve onu memnun etmeye çakşırlardı. Ancak, kendisi zayıfladıkça, askerî kabiliyetlerinin ve vasıtalarının mahdut olduğunu anlamağa, öğrenmeğe başladıktan sonra, nihayet Almanların sevk ve İdaresinin bir vasıtası haline gelmesi zaruri olmuştur." (İnönü, a.g.e., s.142)

Ziya Nur Bey, bu tahlilin evveli ile sonu arasında tezat olduğunu ve bunun da İnönü'nün üslubundan doğduğunu söyler: "Türk-Alman İşbirliğinde, Enver başka maksat gütmüş, Almanlar başka gayelerde olmuştur. Enver, teknik ve İktisadî imkânları mahdut bir devletin başında idi. Onun Alman iktisadî yardımına, tekniğine, silah ve mühimmatına İhtiyacı vardı. Almanlar, kendi yüklerini hafifletecek hareketlere para ve silah veriyorlardı. Enver onlara yarayacak askerî hareketleri teklif ederek yardım almak durumundaydı. Bunların esas kullanışını, memleketi ve devleti için lüzumlu taraflara aktarmak İstiyordu." (Z. N. Aksun, Enver Paşa ve Sarıkamış Harekâtı, İstanbul 2006, s.39)

İngiliz tarihçilerinin Western Front’un dediği Batı cephesinde işler ne Almanya için, ne de Fransa ve İngiltere için yolunda gidiyordu. Özellikle Verdun, Somme, Ypres gibi cephelerde binlerce kilometrelik siperler kazılmış ve hiçbir taraf diğerine üstünlük sağlayamamıştı. İki taraf askerleri de moral ve teçhizat olarak çökmek üzereydi. Sularla çamur halini almış derin siperler, önce ayaklarını çürüttüğü ve sonra yavaş yavaş malaryaya(sıtmaya) yakalattığı askerlere mezar oluyordu. Ölen askerler için mezarlar kazılamayınca her yeri büyük sıçanlar basmış ve insan eti yedikleri zaman kedi kadar büyüdüğü görülen bu sıçanlar artık sipere yatmış canlı askerlere bile saldırır olmuştu.

Hele bit ve pireler günlük hayatın birer parçası halini almış, saçları sıfıra vurulmuş askerler çamurlu sudan vitamin alan bitleri ancak yakarak yok etmeyi başarmışlar fakat bunu yaparken de çoğu kendi vücudunu yakmış ve bu da daha büyük hastalıklara neden olmuştur. Siper ayağı denen ‘Trench Foot' ayak hastalığı da askerin ayağını çürütmüş ve askeri yürüyemez hale getirmiştir. İşte bu zor durum karşısında Batı Cephesi'nde bazı iyi şeyler de olmuyor değildi! Mesela yeni bir edebiyat akımı ve şiir kültürü doğuruyordu. Burada çok kötü bir vaziyette kalan askerler evlerine içerisinde bulunduktan haleti ruhiyelerini anlatan acılı mektuplar yazıyor ve bazen de mektupları şiirler ile süslüyorlardı.

İşte bu zor durum karşısında Batı Cephesi'nde bazı iyi şeyler de olmuyor değildi! Mesela yeni bir edebiyat akımı ve şiir kültürü doğuruyordu. Burada çok kötü bir vaziyette kalan askerler evlerine içerisinde bulunduktan haleti ruhiyelerini anlatan acılı mektuplar yazıyor ve bazen de mektupları şiirler ile süslüyorlardı. Günümüzde bile İngiltere ve Fransa'da edebiyat ve tarih derslerinin vazgeçilmez konusu bu şiirler ve mektuplardır. Bu edebiyat akımının ana teması eşekler tarafından yönetilen aslanlardır. Özellikle İngiliz askerlerin komutanlarına eşek olarak sarf ettiği sözler manidardır.

Hiçbir Türk, kumandanına yönettiği askeri aşağılayıcı bir sözle ithamda bulunmamıştır.

Batı cephesinde savaş kilitlenmiş durumda olduğundan doğudan yeni bir cephe açma zorunluluğu doğdu. Bu durumda Almanların daha çok işine gelen Kafkas Cephesi fikri Enver Paşa'nın kafasına yattı. Paşa kendi mektuplarında da belirttiği üzere Ruslardan 93 Harbi'nin intikamını almak istiyordu. O mektubunda şöyle yazmıştı:

Köprüköy, 20 Aralık 1914 “Güzelciğim,

Bir günde mevziler ve askerin bir kısmını gördüm.

Hepsi hazır, düşmana yine gece bir baskın yapmışlar. Uzaktan Allah Allah sesi üzerine siperlerini bırakıp düşman kaçmış. İnşallah bunlar iyiye alamet. Allah büyüktür. İnşallah bütün Moskoflardan intikamımızı aldığımızı gösterecektir. Bu akşam yine sarayı aratıyorum. Bulur da doğruca sıhhat haberinizi alırsam biraz müteselli olacağım.... Sizi öper Cenabı Hakka tevdi ederim. Ruhum”.

Enver'in..

Amerikalı tarihçiler Stanford J. Shaw ve Ezel Kural Shaw, Enver Paşa'nın Kafkaslardaki hedeflerini şöyle özetlerler: "Enver Paşa, Harbiye Nazırı olur olmaz, Erzurum'da konuşlanan üçüncü orduyu donanım bakımından kuvvetlendirmeye çalıştı. Van gölünü de içerisine alan Doğu Anadolu bölgesi üçüncü ordunun denetimi altında idi. Enver Bey, Ermeni tebaalarının desteğini kazanmak için bir son gayret sarf etti fakat yapılan müzakerelerden hiçbir olumlu sonuç alınamadı. Ermeniler herhangi bir şart altında anlaşmaya yaklaşmıyorlardı. Çünkü kandırılmışlardı! Ruslar, kendilerine yardımcı olmaları durumunda, bugünkü Ermenistan'dan başlamak ve Doğu Anadolu bölgesini kapsayarak Adana'ya kadar ulaşan bölgede bir bağımsız devlet kurma sözünü Ermenilere verdiler. Bahsedilen yerlerdeki nüfusun çoğunluğunu Müslüman Türklerin ve Kürtlerin teşkil etmesine rağmen, 93 Harbi'nin asıl amacı olan Doğu Anadolu'yu Müslümanlardan arındırma operasyonu böylece yeniden gündeme gelmiş oldu”.

Enver Paşa taarruz emrini verdiği gün yayımladığı bildiride "Başarı elbiselerle değil, her askerin kalbindeki yiğitlik ve cesaretle kazanılır" diyorduysa da o günlerde kaleme alınan bir er mektubu meselenin onun bildiği gibi olmadığını ortaya koyuyordu. Mektupta şöyle yazıyordu Türk eri: "Bu yaz, iki alayımızla Yemen'den buraya nakil olunduk. Yola koyulmamızdan dört ay sonra buraya ulaştık ki, Arabistan'ın cehennemi sıcağı Köprüköy'deki ayaz yanında nimet-i ilâhi imiş. Burada çadırın perdesi buza kesmiş oğlak kulağı gibi kırılmakta ve kopmakta. Bölük kumandanım, beni sıhhiyeye nakletmiş ise de, tabip ve ilaç yokluğundan çaresiz kalıp tekrar takımıma döndüm”.

Akşam yaklaşınca Köprüköy'e civar dağlardan tipi boşanır. Kumandanımız, gelecek cuma Başkumandan Enver Paşa Hazretleri'nin teftiş ve hücum için geleceğini müjdeledi. O gelinceye kadar da yün içlik, çorap ve paltoların verileceğini ve Yemen yazlıklarını atacağımızı müjdeledi. Allah, devlete ve millete zeval vermesin. Başkumandan Paşa Hazretleri'nin gelmesi ile, Moskof un kahrolacağından ve kâfirin, karşımızdaki tepelerde geceleri seyrettiğimiz ocaklı ve mutfaklı karargâhlarını ele geçireceğimizden subaylarımız çok emin. Şafak söktüğünde 2059 rakımlı Kızkulağı Tepesi'nden Moskof obüs yağdırır ama şükrolsun, zafer bizim olacak. Gece bastırdığında, tepelerdeki Moskof ocaklarının ateşi gözlerimizdeki ayazı tandır közüne tebdil eyler. Başkumandan Paşa Hazretleri acele gelse ki, ateşe kavuşsak..”

Enver Paşa'nın 'Başarı yürekle kazanılır' sözüne Mustafa Kemal’de pek inanmıyordu. Onun Balkan Savaşları'nın kaybedilmesi hakkında yazdıkları bunun açık delilidir ki orada Mustafa Kemal şöyle der:

"Savaşta bütün işleri sadece direniş ve kahramanlığın göreceği fikrine kanılmasın. Esaslı bir çalışmanın sonucuna ve araştırmaya, ciddi bir bilimsel kavrayışa dayanmayan cesaret ve fedakârlığın yalnız başına iş görmesi zamanları çoktan geçmiştir. Kuran'daki, ‘Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?’ hükmü zaten bu meseleyi çözmüştür. Fakat bir mertliğe yaraşır seçkin huylar ve fedakârlığa dayalı bir ahlak anlayışıyla taçlanmayacak olan bilimsel birikimin de başlı başına amaca ulaşmayı sağlayamayacağı iddiasındayım. Trablusgarp Savaşı'nı İtalyanlara kaybımızın da yegâne sebebi ilim ve fen alanlarında onlardan geri oluşumuzdur.

Çünkü Türk askerinin cesaret ve yürekliliğinden hiç kimsenin kuşkusu yoktur. Ancak söylediklerim yanlış anlaşılmamalıdır... Askere manevi değerden önce maddi değerler öğretilirse bu durum da fecaatle sonuçlanır. Aynı hal Kuzey Afrika'ya ilk hücumlarında gene İtalyanların başına gelmiştir. Burada İtalyanların eksiği yüce fedakârlık duygusu ve katıksız kahramanlık hasletidir. Tek başına fedakârlık ve cesaretin de yetmediğini ecdadımız Gazi Osman Paşa Plevne'de göstermiştir. Çünkü onun gösterdiği yüksek asalet Rus kumandanını bile duygulandırmış ve kendisine hayran bırakmıştır. Buradan da şu sonuca kati olarak varabiliriz ki bir askerde maddiyat ile maneviyat eşit ölçülerde mevcut değil ise o askerden başarılı olması beklenemez. Belki geçici kahramanlıklar görülebilir, fakat kati bir zafer bu halde elde edilemez(Mustafa Kemal, "Zabit ve Kumandan ile Hasbihal“)

Rusya 30 Ekim 1914 tarihinde Türkiye’ye taarruz etti. Rus-Kafkas ordusu, Karadeniz’den Ağrı Dağındaki hudut üzerinden yedi kol hâlindeki saldırısıyla Pasinler’e kadar ilerledi. Rus ordusunun taarruzu, Köprüköy’de durduruldu. Üçüncü ordu, 3-9 Kasım 1914 günlerinde meydana gelen Köprüköy Meydan Muharebesinde Rus ordusunu yendi. Üçüncü Ordu Komutanı, mevsim şartlarını dikkate alıp, ayrıca askerin kaput başta olmak üzere, giyim ve iaşesinin yetersizliğini, top ve süvari atlarının azlığını hesaba katarak, sıcağı sıcağına düşmanı takip etmedi. Köprüköy Meydan Muharebesinin raporlarını alan, Harbiye Nazırı (Millî Savunma Bakanı) Enver Paşa, Alman kurmay ve generalleriyle Erzurum’a geldi Enver Paşa, ordu kumandanı Hasan İzzet Paşanın, bu mevsimde harekât yapılamayacağı, taarruzun bahara bırakılması tavsiyesine karşılık, onu vazifesinden azletti ve taarruza karar verdi. Üçüncü Ordu Komutanlığı vazifesini de üzerine alan Enver Paşa, 18 Aralık 1914 tarihinde, kıtalara, taarruz emrini verdi.

Taarruza iştirak eden birliklerin büyük bir kısmı, özellikle Arabistan’dan geri çekilen ve Güneydoğu Anadolu’dan sevk edilenler, sıcak iklime alışık olup, teçhizatları yönünden kış şartlarına hazırlıksızdı. Üçüncü Ordunun üç kolordusu (9, 10, 11. Kolordular), 24 Aralık 1914 günü -39 derece soğukta Büyük Sarıkamış Çevirme ve Kuşatma (İhâta) Harekâtına başladı. Ayrıca, gerilla harbi yapan yarı resmi Türk çeteleri de, Ardahan’a hareket etti. Üçüncü Ordudan bazı kıtalar, 24-25 Aralık gecesi, Sarıkamış’a ulaşmayı başardı. Ancak, Allahü Ekber Dağlarını aşarken çetin zorluklar ve kış şartları sebebiyle gerek miktar, gerekse mevcut silahları yönünden çok zayiat ve kayıp verdiler.

Allahü Ekber Dağlarını aşan Mehmetçiklerden bir kol da, Sarıkamış’ın doğusundaki Selim İstasyonuna vararak demiryolunu tahrip edince, Sarıkamış’taki Rus kolorduları paniğe uğradı.

Gayriresmî Türk çeteleri de, 1915 yılı başında Ardahan’a girdi. Rus Kafkas Ordusu Başkumandanı, Üçüncü Ordunun ilerleyişi üzerine; 2-3 Ocak 1915 günlerinde telsiz-telgraf ile müttefikleri Fransa ve İngiltere’ye, günde birkaç defa yalvarırcasına başvurarak:

Telefon konuşmalarını durduran soğuk ve kış, Türk ordusunu engelleyemiyor. İkinci bir cephe açarak, Türk ordularının ilerlemesi durdurulamaz ise, zengin Bakü petrolleri, Osmanlı-Alman ittifakının eline geçecek ve Hindistan yolu onlara açık bulunacaktır!” haberini gönderiyordu.

Kış, 3-4 Ocak 1915 gecesi daha da şiddetlendi. Fırtına ile yağan kar, yolları tıkayıp, çadırları yıktı. Arkasından da dondurucu soğuklar bastırınca, 150 000 kişilik ordunun 90 000’i (veya 60 000’i) donma, dizanteri ve tifo gibi hastalıklarla mahvoldu. Bu harekâtta Ruslar, 32 000 kayıp verdiler.

Sarıkamış Harekâtı; kuşatma harekâtıyla düşman kuvvetlerinin arkasına düşmeyi hedef alan, başarılı bir plândı. Ancak, stratejinin faktörlerinden zaman iyi değerlendirilmediği, kuvvetler de böyle bir harekâtı yapacak şekilde teçhizatlandırılmadığı için başarısızlıkla sonuçlandı.

Ordunun kış şartlarına hazır olmaması ve olumsuz iklim şartları sebebiyle ikmal ve iaşe hizmetlerinin yapılmayışı, kıtalarda açlığa, hayvanların telef olmasına, dolayısıyla birliklerin dağılmasına sebep oldu.

Sarıkamış Harekâtı sonunda, Doğu Anadolu kapıları, Ruslara açıldı. 13 Mayıs 1915’te Ermenilerin işbirliği yaptığı Rus kuvvetleri, önce Van’a, bilâhare Muş ve Bitlis’e girdi. Ermenilerin harp esnasında Ruslara yaptıkları büyük hizmetin karşılığı olarak, bu illerin valilikleri, Ermenilere verildi. Harpten sonra, Ermeni-Rus işbirliği sonunda, bölge halkına karşı müthiş bir soykırıma girişildi. Van Gölünün ortalarına kayıklarla taşınıp öldürülen, suya dökülen çocuk, kadın, genç ve ihtiyar Türklerin sayısı, kesin olarak tespit edilmemesine rağmen, çok fazladır. Esasen, bu harp sırasında Ermeni Komitacıları, hemen her tarafta isyana hazırlanarak, birçok yerde depolar dolusu silah ve cephane biriktirdiler. Bu silah, teçhizat ve destekle katliam yapıp, Doğu Anadolu’yu harabeye çevirdiler.

ÜÇ GEMİ

Enver paşa Sarıkamış'taki askerlere kışlık üniforma ve erzak göndermek için 3 yük gemisi hazırlattı. Enver Paşa'nın planına göre içinde 3 bin asker, 3 keşif uçağı, Teşkilatı Mahsusa (o yıllardaki istihbarat teşkilatı) tarafından Kafkasya'daki Türkleri örgütleyerek Rusya'ya karşı isyan çıkartmak amacıyla eğitilmiş ajanlar, cephedeki askere dağıtılacak kışlık kıyafet ve erzak bulunan Bezm-i Alem, Bahr-i Ahmer, Mithad Paşa isimli sivil 3 dev yük gemisi İstanbul'dan yola çıkarak Karadeniz üzerinden Trabzon Limanı'na ulaşacaktı. Gemilerle Trabzon Limanı'na varan askerler, ajanlar ve malzemeler karayolu ile çok hızlı bir biçimde Erzurum'a oradan da Sarıkamış'a ulaştırılacaktı.

Üç yük gemisine eşlik eden yoktu.

Donanma'nın kuralları gereği askeri personel taşıyan yük gemilerine olası düşman saldırısına karşı mutlaka bir, hatta birkaç savaş gemisi eşlik ederdi. 6 Kasım 1914'te İstanbul Boğazı'ndan demir alan bu 3 kuru yük gemisine hiçbir savaş gemisi koruma yapmıyordu. Söz konusu 3 gemi Zonguldak açıklarına geldiklerinde karşılarında dev gibi Rus savaş gemilerini buldu. Ruslar Zonguldak'taki kömür madenlerini bombalamış, üslerine dönüyorlardı. Ruslar kucaklarına düşen bu 3 yük gemisine Kandilli-Ereğli açıklarında ateş açtı. 7 Kasım 1914 sabahı saat 7.45'te 3 yük gemimiz içindeki 3 bin asker ve Sarıkamış'a götürülen malzemelerle birlikte çok kısa süre içinde denize gömüldü.

Sonuçta, Sarıkamış Kuşatma Harekât planında hiçbir hata yoktur. "Harekâtı tenkit edenler, Enver'e pek ziyade çatanlar bile, planın çok iyi olduğu üzerinde müttefiktirler. Yani planın kendisi değil, uygulaması tenkit edilmiştir. En büyük tenkitler, ikmal ve levazım işlerinin yürüyememesinde toplanmaktadır. Harekât sahasında memleket gerileriyle irtibat azdır. İkmal vasıtaları zayıf ve yetersizdir." (Z. N. Aksun, Enver Paşa ve Sontomf Harekatı, s.225)

Bu savaş, ilk ve en büyük zaferimiz olacaktı. İki yüz yıldır Rusya karşısında yenilen, ezilen ve göçen halkımızı ve ordumuzu diriltecekti; hele de 93 Savaşı'nın intikamı alınacaktı. General Fahri Belen diyor ki, "Tarihte hiçbir ordunun yüzde doksan zayiat verdikten sonra sebat ettiğine dair misal bulmak güçtür." (Gen. F. Belen, a.g.e., c.I, 1914 Yılı Hareketleri, Ankara 1964, S.200)

Ünlü Teşkilat-ı Mahsusa‘nın son başkanı olan Albay Hüsamettin Ertürk ise, bir başka siyasi zorunluluktan söz eder. Ertürk'e göre. Alman Genel Karargâhı Enver Paşa'dan Kafkasya üzerine bir hareket düzenlemesini ister; Enver Paşa, henüz kararını vermemiştir. "Fakat, Ruslar'ın şayet İstanbul üzerinde bir anlaşmaya varırlarsa, Almanlarla savaşı durduracaklarına dair duyumlarımız üzerine, Enver Paşa derhal harekete geçmeyi gerekli görmüş, kurmay heyetiyle birlikte Erzurum'a gitmişti. Başkomutan Vekili ve Şark Cephesi Komutanı sıfatıyla Enver Paşa’nın Sarıkamış çevresinde geçen savaşı bizzat yönetmesi bundan doğmuştur." (Hüsamettin Ertürk, İki Devrin Perde Arkası, yazan: Semih Nafiz Tansu, İstanbul 1996, s.107)

Z. Nur Bey Enver Paşa'yı "Tam bir İslam ihtilalcisi" olarak görür ve Ruslar yenilebilseydi Kafkas halklarının harekete geçebilecek olduklarını söyler. Şöyle devam eder: "Harb-i Umumî bizim, Yirminci yüzyılda yaptığımız en büyük ve gerçekten övünülecek bir dövüştür. Bu büyük savaşın hatasında da, sevabında da Enver'in payı büyüktür. Kaldı ki, Sarıkamış Harekâtı, Maslowsky'nin kanaatine göre, 'Başarılabilecek bîr harekâttı, maiyet komutanlarının Enver'in emirlerini tatbikte gevşeklik göstermeleri başarısızlık sonucunu vermiştir.' Çünkü Enver'in gece Sarıkamış'a saldırı emri IX. Kolordu komutanı İhsan Paşa ve onun kurmay başkanı olan Miralay Şerif tarafından durdurulmuştur. Eğer durdurulmamış olsa, başarının kesin olduğu Rus kaynaklarından anlaşılmaktadır. Şu halde sorumluluk, İthamlarla dolu, askerî olmaktan çok duygusal, edebî ve etkili bir üslupla Sarıkamış'ı yazmış olan Şerif Bey'e ve komutanına ait olmaktadır.

Bunlar, kitaplarını Rus kaynaklarını görmeden yazdıkları için, atıp tutmuşlar ve kendilerini temize çıkarmışlardır." Ayrıca şu değerlendirmeleri yapar:

"Ordunun Erzurum'da bahara kadar hareketsiz bekletilmesi, asker için olumsuz tesir yapar ve iaşe sorunlarını artırırdı. Ordunun ilerleyip, ele geçirdiği yerlerdeki imkânları kullanması gerekirdi. Burada, küçük Rus kuvvetleri. Büyük Türk ordusunun içine ve önüne, adeta 'Beni kuşat ve ez.' diye gelmişlerdir. Bu anda bizim taarruz hareketi yapmamamız, kendimizi müdafaa etmememiz veya askerlik yapmamamız demektir. Nitekim yapmışızdır. Köprüköy ve Azap savaşları böyledir. Bahara kadar beklemek de hem askerimiz için sakıncalıdır, hem de Rusların Önümüze serdiği fırsattan istifade etmemek demektir." (Z.N. Aksun, Enver Paşa ve Sarıkamış Harekâtı, s.225)

SARIKAMIŞ HAREKÂTI’NDA ESİR ASKERLERİMİZİN HAZİN ÖYKÜSÜ- NARGİN ADASI

Sarıkamış Harekâtı’nda Ruslara esir düşerek Hazar Denizi’ndeki Nargin Adası’na götürülen binlerce Türk’ün açlık ve işkence sonucu ölmesiyle ilgili kayıtlar 92 yıl sonra KGB arşivinden çıktı. I. Dünya Savaşı’nda esir kampı olarak kullanılan 10 bine yakın Türk asker ve sivilin şehit edildiği tahmin edilen Hazar Denizindeki Nargin Adası görüntüleri KGB arşivinde saklanmıştı.

Tam 92 yıl sonra Sarıkamış Dayanışma Grubu’nu tespitleri ile: “1914-1915 yıllarında Sarıkamış Harekâtında Anadolu köylerinden alınan sivil ve asker esirlerin çoğu susuzluk, yılan ısırması ve Rusların kurşuna dizmesi ile şehit olmuştur”.

Bakü'deki Himmet Parti Başkanı olan Dr. Neriman Nerimanov, o tarihlerde şehir dumasına sunduğu raporda şunları söylüyordu: “Burada su çetinlikle ele düşen bir şeydir. Burası adeta arsa-i kerbela’dır. Su olanda hörek yok, hörek tapılanda su yoktur. Bu yılanlar yuvasında yaşamaya değil, ölmeye mahkûm olan zavallılar susuzluktan göğermiş, kurumuş dillerini ağızlarından çıkarıp dudaklarını kemiriyor, 'su' diye ah vah ediyorlardı. Burada içmeye de su tapılmıyor. Buraya su karadan geliyor. Cezirenin özünün içmelik suyu yoktur. Bazen oluyor ki deryada şiddetli külek oluyor. O günlerde barkazlar cezireye yanaşmıyorlar. Barkaz gelmeyince su da yok. Sivil esirler içinde 80 yaşında bitmiş halde ihtiyar kişilerle, 2 yaşından 15 yaşına kadar körpe çocuklar vardı

Ruslar tarafından ağır suçluların konulduğu ada, Birinci Dünya Savaşı sırasında, Prens Oldenburg'un talimatıyla esir kampına dönüştürüldü. Azerbaycan'ın başkenti Bakü'nün karşısında Hazar Denizi'nde bulunan Nargin Adası, yaklaşık 900 dekarlık yüzölçümüyle bölgenin en büyük adası. Su kaynağı ve bitki örtüsü bulunmayan, yılanlarıyla ünlenen ada, bu nedenle tarihte Yılan Adası olarak anıldı. Rusların uzun yıllar hapishane olarak kullandığı Nargin Adası, içinde bulundurduğu azılı esirler ve zehirli yılanlarıyla 'cehennem ada' olarak da adlandırılıyordu.

1917 sonbaharında Kafkas cephesine, 7. Tayyare Bölüğü’ne atanmış olan tayyareci Vecihi Bey (Hürkuş) orada bir uçak düşürerek Kafkas Cephesinde uçak düşüren ilk Türk tayyarecisi oldu. Bir hava savaşında yaralanarak düşünce uçağını yakarak Ruslara esir oldu. Esir olarak Hazar Denizi’ndeki Nargin adasına gönderildi. Azerbaycan Türklerinin yardımı ile adadan yüzerek kaçtı. Birlikte kaçtığı bir arkadaşıyla Erzurum’a kadar yaya olarak geldiler.

     (Esaretteki fotoğrafta oturanlar soldan sağa: Tayyareci Vecihi, Rus B.I.K., Raşit Bahattin)

1915 yılında Doğu Cephesinde Rus ordusu yeni takviyeler almış ve sayı olarak iki yüz bini geçmiştir.

Osmanlı 3. Ordusu ise altmış bin kişidir ve ikmal, İaşe zorlukları bir yana, üç yüz kilometrelik bir cepheyi savunmak zorundadır.

27 Nisan 1915'te Rus ordusu, Osmanlı kuvvetlerini kuşatmak üzere taarruza geçer. Narman bölgesindeki X. Kolordu ile kapışırlar. IX. Kolordunun da müdahalesi ile Osmanlı kazanır; Ruslar geri çekilirler. 10-13 Haziran arasındaki ikinci saldırıları da (İkinci Tortum Savaşı) kırılır; çekilirler.

20 Nisan'da Van Ermeni isyanı başlar; resmî daireleri, evleri basar, katliam yaparlar. Müslüman halk gönüllü birlikler kurarak Ermenilerle dövüşe başlar. Ancak isyan bastırılamaz. Tebriz üzerine yürümekte olan Halil [Kut] Bey komutasındaki 1. Kuvve-i Seferiye isyanı bastırmakla görevlendirilir. Halil Bey, DiImen'deki Rus kuvvetlerini geri atarak ilerlemeye çalışır. Ancak, takviye alan Rus birliklerine karşı ikinci taarruzu başarılı olamaz. Açlık ve hastalıktan çok askerimizin kırıldığı bir çekilişle Bitlis'e varır. 16 Mayıs'ta Van Rusların eline düşer. Osmanlı takviye kuvvetler getirterek, yirmi iki gün süren çarpışmalardan sonra Van'ı 22 Temmuz 1915'te geri alır. Ancak, Ağustos İçinde Ruslar 135.000 kişilik bir kuvvetle yeniden, saldırırlar; Osmanlı kuvvetleri Bitlis'e doğru çekilir; Ruslar yeniden Van'a girerler.

Erzurum tarafında Rus kuvvetleri büyük sayı üstünlüğü içinde Aşağı Pasin Ovası’nda 13 Ocak 1916'da saldırıya geçerler. Osmanlı askerinin yoksulluğunu bildikleri ve kendi askerlerini kürklerine kadar ikmal ettikleri için kışın saldırmayı yeğlerler. Beş bin mevcutlu bir Osmanlı tümeni otuz beş bin kişilik Rus kuvvetlerini üç gün kadar oyaladıktan sonra Erzurum mevziine çekilir.

Gürcüboğazı'nı savunan Osmanlı kolordusu ise topçu ateşi ve sayı üstünlüğü karşısında dayanamaz; Erzurum Ovasına doğru çekilmeye başlar. Sonunda, 3. Ordu komutanı birliklere çekilme emri verir ve Rus kuvvetleri 16 Şubat 1916'da Erzurum'a girerler.

Mart ayı içindeki savaşlar sonunda, 18 Nisan'da Trabzon düşer. Fevzi (Çakmak) Paşa ve Deli Halit Paşa kuvvetleri Çoruh vadisi ve Soğanlı Dağlarında Rus kuvvetlerini durdurmak için dövüşürler. 25 Haziran'da 3. Orduya bağlı birlikler Trabzon'u almak üzere bir baskın düzenler; Ruslar Of ve Sürmene'ye kadar atılırlar. Ancak bu sırada Rus kuvvetleri Bayburt üzerinden taarruza geçerler; 8 Temmuz'da Kop cephesini yararak ilerler ve 20 Temmuz 1916'da Gümüşhane, 25 Temmuz'da Erzincan'a girerler. Osmanlı kuvvetleri Kemah-Kelkit-Gümüşhane hattını tutarlar.

O sene çok ağır bir kış yaşanır ve Osmanlı birlikleri için pek yıpratıcı olur.

ERMENİ GAİLESİ

Talat Paşa’nın kayıtlarına göre, 27 Mayıs 1915’te çıkan ‘Geçici Tehcir Kanunu’ uyarınca mecburi göçe tabi tutulan Ermenilerin sayısı 924 bin 158. Sürgünün en yoğun şekilde uygulandığı şehir 141 bin 592 kişiyle Sivas, en az sayıda Ermeni’nin nakledildiği vilayet ise 4 bin 381 kişiyle Konya..

Talat Paşa, savaş yıllarında Anadolu’da yaşanan Ermeni olayları sırasında aldığı tedbirler sebebiyle diaspora Ermenileri tarafından ‘en büyük düşman’ ilan edilmişti ve Berlin’de, 1921’in 15 Mart sabahı Sogomon Tehliryan adında bir Ermeni komitacı tarafından ensesinden vurularak katledildi. Liman Von Sanderers Paşa Türkler Ermeni katliamı yaptı diye hatıralarında yazma küstahlığını göstermiştir.

Batılı emperyalist güçlerin, Ermenileri piyon olarak kullanıp kışkırtarak Anadolu'da karışıklıklar çıkardığı günlerde, İngiliz Büyükelçisi'nin Sultan II. Abdülhamit’e gelip, küstahça: "Daha ne kadar Ermeni öldüreceksiniz?" diye sorma cüretini göstermesi üzerine, II. Abdülhamit’in keskin bakışlarını elçinin üzerine dikerek:

"Filan gün, filan saatte Karadeniz'in filan noktasına yaklaşıp, karaya Ermenileri Türklere karşı silahlandırmak için şu kadar sandık malzeme çıkaran ve komitacılara teslim eden İngiliz gemisinde, Türk başına kaç silah bulunuyorsa tam o kadar Ermeni öldüreceğiz."

...

Hafızamızı tazeleyelim: ÇANAKKALE

Bütün büyük aksiyonların temelinde, dünya gerçekleri değil, büyük inançlar vardır. Katı gerçeklerin ölüme mahkûm ettiği nice toplumlar, bir iman hamlesi ile tarihin yönünü değiştirmişlerdir. Türk milletinin yaşadığı ve Avrupalı devletlerin tahmin edemediği mucize de budur.

19 Şubat 1915 günü Müttefik düşman donanması ateşe başlar; Seddülbahir, Kumkale, Ertuğrul ve Osmaniye istihkâmlarını ve Erenköy seyyar obüs bataryasını, merkezdeki Anadolu ve Rumeli tabyalarını döverler. Osmanlı tabyaları toprak ve kâgirdendir; içindeki topların menzili de düşman gemilerini dövmeye yetmemektedir. Menzil dışında duran düşman donanması altı gün boyunca tabyalara gülle yağdırır; sahiller ateş içindedir. O aslan neferlerin göğüsleri üstünde binlerce bomba şimşeği söner...

Düşman gemileri bir yandan tabyaları döverken, bir yandan da geceli gündüzlü çalışarak Boğaz‘ı mayınlardan temizlemeye çalışırlar; Karanlık Liman çevresindeki mayınların birinci hattı büyük ölçüde temizlendiyse de diğer hatlar sağlamdı. Ayrıca, Tophaneli Hakkı Bey, Mart ayının 17'sini 18‘ine bağlayan gece, sabaha karşı, Nusret Mayın Gemisiyle düşman donanmasının arasından sıyrılarak, Boğaz'ın çeşitli yerlerine yeni mayınlar döşemiş ve yine ustalıkla geri çekilmiştir. 18 Mart Türk Deniz Zaferi, İtilaf devletleri için son derece onur kırıcı ve moral bozucu olur. İngiltere'de Denizcilik Bakanı Çörçil, Bakanlar Kurulu dışında bırakılır.

Yıllar sonra Enver Paşa‘nın oğlu Ali Enver'in Londra'da olduğunu Londra Sefirimiz Rauf Orbay'dan duyunca, onunla görüşmek ister ve evine davet eder "Senin baban Enver Paşa, benim siyasi hayatımı tam yirmi yıl geriye attı." (Aydemir, a.g.e., c.III, s.234-35)

Mustafa Kemal Bey 19. Tümen komutanıdır. Miralaylığa yani albaylığa terfi etmiştir. Enver Paşa kendisini tebrik eden bir telgraf gönderir. "Yeni rütbenizi tebrik ederim. Bu terfi, görmekte olduğunuz büyük ve fedakârca hizmetlerinize karşılık bir ödül değil, ancak, memlekete daha önemli ve ordumuza daha değerli hizmetleri yapabilecek konumlan kazanmanız için geçilmesi gereken bir kademedir. İnşallah yakında bu gibi mertebeleri de almayı başarır ve yüksek başarılara ulaşırsınız."

Ardından Mustafa Kemal Bey Anafartalar Grup Komutanı olur. Başkomutan Vekili Enver Paşa'ya bir mektup göndererek, Liman von Sanders Paşa'nın komutasından şikâyet eder, yanlışlarını söyler ve kendisinin gelerek bizzat komutayı ele almasını ister. (Aydemir, a.g.e., s.253)

"Vatanımızın müdafaasında kalp ve vicdanları bizim kadar çarpmadığına şüphe olmayan, başta Liman von Sanders olmak üzere bütün Almanların fikrî iktidarlarına da güvenmemenizi kesinlikle temin ederim. Bence, bizzat buraya teşrif ederek, genel durumumuzun gereklerine göre bizzat yönlendirmek ve yönetmeniz uygun olur kardeşim." Enver Paşa bir süre sonra Çanakkale'ye gelir; cepheleri gezer, komutanları ziyaret eder, fakat Mustafa Kemal Bey'e uğramaz. Mustafa Kemal Bey'e bu hareket çok dokunur; Liman von Sanders Paşa'ya istifasını verir. Mustafa Kemal Bey, daha sonra Enver Paşa'ya yazacağı mektuplarda daha büyük birlikler ve daha büyük sorumluluklar istemektedir; bunlara da ulaşacaktır.

Liman Paşa, Mustafa Kemal Bey'in istifasını işleme koymaz ve Enver Paşa'ya Mustafa Kemal'in çok iyi bir asker olduğunu, onun gönlünü alması gerektiğini yazar.

Enver Paşa, Mustafa Kemal Bey'e özel bir telgraf çekerek, bir çeşit özür diler ve yeni başarılarını beklediğini yazar.

12. Tümen Küçük Anafartalar ve 7. Tümen Büyük Anafartalar üzerine yürür. Anafartalar'da, Kocaçimen Tepe'de, sonradan Kanlı Sırt olarak İsimlendirilen yerde ve Conk Bayırı'nda dört gün boyunca tarifsiz kanlı boğuşmalar olur; çok şehit verilir, çok düşman telef olur; ama düşman bu sırtları ele geçiremez. Sonunda, zafer güneşinin Türk siperlerinden doğduğu düşman tarafından da kabul edilir; Çanakkale'nin direncini kırmak mümkün değildir. Düşman çekilmeye karar verir; Anafartalar ve Arıburnu'ndan sonra Aralık 1915 sonlarına doğru Seddülbahir'i de terk ederler. Türk tarafının şehit, yaralı, kayıp ve çeşitli hastalıklardan ölen toplam 251.359 ve düşman tarafın toplam 331.000 kayıpla kapadığı Çanakkale'de, Osmanlı'nın en büyük destanı böylece yaşanmış olur.

ENVER PAŞA VE MUSTAFA KEMAL PAŞA

Enver Paşa ile Mustafa Kemal Paşa‘nın sürekli bir rekabet halinde olduğu yolunda bir söylem yaygındır. Tabii ki, böyle bir rekabet fiilen söz konusu olamazdı. Her şeyden önce Enver Bey, Erkân-ı Harbiye'yi, Mustafa Kemal Bey'den iki sene önce bitirmiştir. Mustafa Kemal Bey, ilkokula ara vermesi sebebiyle Harb Okulu'na akranlarından iki sene geç başlamıştır. Ayrıca Enver Bey, bilinen sebeplerle "Hürriyet Kahramanı" olarak ilan edilmiş ve orduda hiç kimsenin ulaşamadığı bir şöhret ve sempatiye kavuşmuş; ordu mensupları her zaman ondan bir şeyler beklemişlerdir.

Mustafa Kemal Bey de İttihatçı olmakla birlikte, Enver Bey Cemiyetin önde gelen iki üç kişisi arasına girmiştir. Öbür taraftan, Enver Bey Saraya damat olmuş, Mustafa Kemal Bey'in teşebbüsü başarısız kalmıştır. Sonuçta Enver Bey, Paşa olup Savaş Bakanlığına geldiğinde, Osmanlı ordularının Genel Kurmay Başkanı ve Başkomutan Vekili olduğunda, Mustafa Kemal Bey Çanakkale'de yarbaydır.

Bu rekabet, kuramsal olarak ancak Hafız Hakkı Bey ile Enver Bey arasında olabilirdi; sınıf arkadaşı idiler, Hafız Hakkı birinci, Enver ikinci olarak okulu bitirmişlerdi; ikisi de saraya damat olmuştu. Birinci Dünya Savaşı yaşanıp Devleti Aliyye çöktükten ve Cumhuriyet kurulup yeni önderler havaya hâkim olduktan sonra yapılan Enver Paşa değerlendirmelerine güvenmek zordur. Ancak, ikisinin de çok yakınında bulunmuş olan İnönü'nün bu konudaki değerlendirmesi de sağlıklıdır. Diyor ki, "Savaştan sonra, bizzat Enver Paşa’dan, Atatürk'ün kendi yanında iyi hizmet ettiği, iyi komutanlık yaptığı, başarılı olduğu sözlerini işitmişimdir."

İsmet Paşa şöyle devam ediyor:

"Mustafa Kemal Paşa'nın Enver Paşa ile aralarında hiçbir zaman büyük bir tartışma geçtiğini sanmıyorum. Zaten Enver Paşa hiç kimseyle bir meseleyi yüz yüze münakaşa etmiş değildir. Nihayet, karşısındakinin söyleyeceği varsa dinler, 'Peki efendim.' der, keser atardı. Verdiği bir emir için, 'Böyle emir buyurmuşsunuz.' derler; 'Öyle münasip gördük efendim.' der, keser atardı." (İnönü, a.g.e., s. 144)

...

KUTÜ’L AMMARE ZAFERİ

Bir süre sonra İngilizlerin Irak'a büyük güçlerle yükleneceği anlaşılmıştır. Kafkasya'dan XII. ve XIII. Kolordular bölgeye gönderilecektir. Ancak, bu kuvvetler yetişinceye kadar direnmek gerekir. Başkomutan Vekili Enver Paşa, Teşkilat-ı Mahsusa'dan Binbaşı Süleyman Askerî Beyi çağırır; Irak'a gitmesini ve bölgeyi savunmasını emreder. Kaymakamlık rütbesi ile Basra Valisi ve Irak Cephesi Genel Komutanı unvanını alan genç Osmanlı subayı yürür; emrinde sadece Osmancık taburu vardır. Irak'a vardığında aşiret gönüllülerinden Dicle ve Fırat kollarını kurar. Suriye'den altı yedi bin mevcutlu bir tümen Irak cephesine kaydırılmış olmakla birlikte asıl güç, yirmi bin civarındaki bu aşiret gönüllüleridir. Dağıstanlı Fazıl Paşa komutasındaki Dicle Kolu, 3 Mart 1915'te İran'ın Ehvaz kasabasını işgal ederek İngilizlerin ikmal merkezi olan Abadan petrol boru hattını kilometrelerce tahrip eder.

Süleyman Askerî Bey Basra üzerine yürür: 12-14 Nisan arasında Şuaybe civarında İngiliz ordusu ile kapışır. 12 Nisan sabahı Osmanlı askeri taarruza geçmiştir; topçusu zayıftır. Taarruz İleri-geri hareketlerle iki gün sürer. Aşiret kuvvetleri Bercesiye ormanları civarında iyi dayanırlar. Daha önceki bir çarpışmada yaralanan Süleyman Askerî Bey, sedye üzerinde ve hücum saflarındadır.

Ancak aşiret askerlerinin de gücü tükenmektedir. Yavaş yavaş başlayan çekilme, firarlara dönüşür. Kaymakam Süleyman Askerî Bey bu kaçışı engelleyemez. Çok ağırına gitmiştir; silahını çeker ve kendisini vurur. İngiliz birlikleri de kaçan aşiret kuvvetlerini takip edemezler. Görevini yerine getirmiş olan Dicle kolu da on kilometre geri çekilir.

İngilizler Bağdat üzerine yürümeye başlar. 24 Temmuz 1915'te Fırat üzerindeki Nasıriye düşer.

Unutulmaya terkedilen bir zafer: Kûtü'l Amâre

29" Eylül'de Kûtü'l-ammare düşer ki, Bağdat'ın sancak merkezlerindendir. Süleyman Askerî Bey'in yerine gönderilen Albay Nurettin Bey, dağılan birliklere yeni bir düzen vermeye çalışır; Halep'ten ve Kafkas Cephesinden bir miktar yardım gelir. Enver Paşa'nın Nurettin Bey'e emri, "Irak'ı karış karış savunmak, vaziyet istikrarlı bir duruma gelince taarruza geçmek."

11 Kasım 1915'te Bağdat'ın kuzeydoğusundan hareket eden İngiliz kuvvetleri Selmanpak'ın doğusundaki Osmanlı birliklerini kuşatmak ister. 19 Kasım'da Osmanlı kuvvetleri İngilizlerin çevirme hareketini bozar; düşman çekilir. Bu arada, Albay Halil (Kut) Bey, Kolordusuyla birlikte Nurettin Bey'in emrine verilir. Halil Paşa İngilizlerle ilk çatışmasını şöyle anlatır:

"Sabahın erken saatlerinde.... İngiliz sefer kuvvetlerinin âdeti olduğu üzere Dicle'nin sol yanından harekete geçtiklerini görüyorduk.... 22 Kasım 1915.... İngilizler cephe hattının büyük bir kısmına iyice yaklaştıkları sırada çöl tarafında bulundurduğum beş taburuma şu emri verdim: Beş tabur birden, ateşle birlikte süngü hücumuna kalkacak ve düşmanı, istikametinde bulunduğu sağ taraftan vuracaktır. Çarpışma ölene kadardır. Ateş sahasına beş taburun birden süngü takmış olarak dalması, İngilizlerin üzerinde Önce şaşkınlık, sonra panik yarattı. Taburlar, 'ölünceye kadar' emrini eksiksiz yerine getirirlerken, İngilizler çekilmeye başladılar. Sonra 4.500'den fazla ölü verdiklerini tespit ettik. (Bitmeyen Savaş, İst.-2007, s.121-122)

İngilizler Kûtü'l-ammare mevzilerine çekilirler.

Osmanlı Kolordusu çekilen İngilizleri takip eder ve Kut'da kuşatır. 10 Ocak 1916'da Halil Bey grup komutanlığına getirilir; Nurettin Bey onun emrine girer. İngilizler takviye getirerek kuvvetlerini kurtarmaya çalışırlarsa da, her seferinde yenilip geri çekilirler. 24 Nisan gecesi "Ağzına kadar dolu acayip bir İngiliz savaş gemisinin Dicle'den Kut'a doğru gelmekte olduğu" görülür. Halil Bey atına atladığı gibi sahile koşar; o gidene kadar; Sarı Emin Paşa'nın topçuları gemiyi batırırlar.

Sonunda, 29 Nisan 1916'da General Towshend komutasındaki İngilizler teslim olur. Teslim için mektupları, ünlü İngiliz casusu Lawrens götürüp getirir. Mirliva Halil Bey ordusuna, "Arslanlar!" hitabıyla bir bildiri yayımlar ve şu bilgileri verir: "Ordum, gerek Kut karşısında, gerekse Kut'u kurtarmak isteyenler karşısında, 350 subay ile 10.000 erini şehit verdi. Fakat buna karşılık bugün Kut'ta 13 general, 481 subay ve 13.300 er teslim alıyorum. Bu teslim aldığımız orduyu kurtarmaya gelen İngiliz kuvvetleri de, 30.000 zayiat vererek geri dönmüşlerdir."

...

ENVER PAŞA’NIN ORTADOĞUDAKİ SEYAHATLERİ

Muhtemel bir Arap isyanını önlemeyi düşünmüştü - 1916 senesi başları.

Suriye, Cebel-i Lübnan, Beyrut, Flistin, Kudüs, Mısır yolu üzerinde Et-Tiyye Çölü, Medine-i Münevvere..  

(Enver Paşa ve Cemal Paşa)

                      


 

 

(Devamına aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz)

https://www.bursaarena.com.tr/belgesel-sehid-i-muhterem-enver-pasa-1881-3-makale,9018.html

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.