Bursa Arena E'Gazete
2018-07-29 22:40:54

Mustafa Kemal ve Çocuk..

HİKMET ÖCAL

29 Temmuz 2018, 22:40

19. Tümen Komutanı Kurmay Yarbay Mustafa Kemal ve tümen, Conkbayırı’nda mevzi oluşturmak ve bu mevzilere yerleşmek için Bigalı Köyünden geçmekteydiler. Yöre Halkı şanlı Türk Askerlerini görür görmez, çoğu topraktan yapılmış evlerinden fırlayarak coşkuyla tümenin yanına gelmişti. Her birinin gözünde anlatılmaz bir gurur ve mutluluk vardı. 50-55 yaşlarındaki köy muhtarı, namını uzun zamandır duydukları; öndeki atında şahlanan Mustafa Kemal’e şöyle dedi:

-Kumandanım, varın köy kahvesine geçelim. Avratlarımız, Mehmetlere yolluk hazırlasınlar, buz gibi yayık ayranı ikram etsinler. Sonra biz yolcu edelim sizi..

Mustafa Kemal, çok duygulanmıştı. Savaşın bu en zor günlerinde, belki de ekmeğinden ve bulgur çorbasından gayri yiyecek hiçbir şeyi olmayan bu insanlar, ellerinde ne var ne yoksa, Mehmetçiklere sunmak için adeta çırpınıyorlardı. Sevgi dolu bir ifadeyle muhtara ve yanındaki köylülere dönerek şöyle dedi:

-Çok sağ olun. Lakin gitmemiz gerek. Kat edecek hayli yolumuz var..

Kısa boylu, toparlak yüzlü adam ve köylüler, Mustafa Kemal’e ısrar etmeye cesaret edemediler. Lakin, bütün köy halkı o an; Mustafa Kemal’i ve kahraman Mehmetçikleri yakinen görebilmenin onurunu ve mutluluğunu yaşıyorlardı. Gençlerinin hepsi askerdi. Köyde kalanlar, yaşlılar, kadınlar ve çocuklardı. Gıdasızlıktan neredeyse bir deri, bir kemik kalmışlardı. Ancak bakışlarında yok eden tufanlar vardı. Bıraksalar, gençlerden önce cepheye koşacaklar, kahpelere dünyayı dar edeceklerdi…

80 yaşlarına yakın, gök gözlü ihtiyar bir kadın, Mustafa Kemal’in; yeleleri göz kamaştıran apak atının önüne geldi. Kuş boynu gibi kalmış boynunu zorlukla yukarıya doğru kaldırdı.Kendisine şefkatle bakan Mustafa Kemal’in gözlerinin içine baktı. Kalemle çizilmiş gibi incecik dudaklarıyla tebessüm etmekteydi. Güneş gözlerinin içine içine geliyordu. Lakin kahraman Türk kadını bunu zerre kadar umursamıyordu. Mustafa Kemal, o an karşısındaki ninenin Nene Hatun olduğunu düşündü. Bir çırpıda atından indi. Onun nurlu ellerinden öptü. Zübeyde Hanım’a sarıldığı gibi sarıldı. Nine konuşmaya başladı:

-Oğul, çok savaşlar gördüm. Kocamı, kardeşlerimi, evlatlarımı şehit verdim. Bu savaşta da üç torunum var. Onları önce rabbime, sonra da kahramanlar kahramanı Mustafa Kemal’e emanet ediyorum. Şimdi varın gidin sağlıcakla; o kahpelere gösterin günlerini. Yaradanım sizinle olsun…

Orada bulunan herkes ağlamaktaydı. Mustafa Kemal, cebinden çıkardığı mendiliyle göz kapaklarının altına kümelenin damlaları sildi ve ihtiyar kadının yanağını eliyle okşadı. Bir süre ufka baktı ve Ona şöyle dedi:

-Ninem, hiç merak etme. Defterlerini dürmeye gidiyoruz..

Hızlıca biniverdi atının sırtına. Bütün köylü onlara helallik verdi. At ağır adımlarla hareket etti. Mustafa Kemal on metre gitmiş ya da gitmemişti. Kalabalığın arasından rüzgar gibi fırlayan; 10 yaşlarında, ince yüzlü, güleç yüzlü bir erkek çocuğu koştura koştura geldi. Öyle hızlı koşmuştu ki; tozu dumana katmıştı. Atın yanında durdu. Mustafa Kemal, gülen gözleri eşliğinde çocuğa baktı. Ona adını sordu. Çocuk gür sesiyle: “Melih, kumandanım” dedi. Sonra konuşmaya devam etti: “Beni de götürün savaşmaya; ben de Mehmetçiğim, ben de savaşacağım” dedi.. Mustafa Kemal çocuğun başını okşadı. Ve sonra atını Conkbayırı istikametine sürdü. Bütün köylü kahraman Türk Ordusunun ilerleyişini coşkuyla izliyorlardı. Hepsi tüm kalpleriyle dualar okuyor; Yaradanın bütün Mehmetçikleri musibetlerden korumasını diliyorlardı…

Gün gözden kaybolmaya başlamıştı. Küçük çocuk kararlıydı. Askerlerin peşine takılmıştı. Uzaktan uzaktan onları takip ediyor, kendisni göstermemeye çalışıyordu. Bunda muvaffak da oldu. Geceye doğru Conkbayırı’na vardılar. Küçük çocuk, köyünden uzakta olmasının ve onu artık geriye götürmelerinin mümkün olamayacağının bilinciyle Mehmetçiğin arasına karıştı. Kahramanların kumanyalarını onlarla birlikte paylaştı. Bütün herkes şaşkınlıkla Melih’e bakıyordu. Mustafa Kemal ve sonrasında diğer komutanlar gördü beyaz mintanlı, siyah şalvarlı ve çarıklı çocuğu. Mustafa Kemal’in kendisine kızacağını düşündü. Biraz çekindi. Yanılmamıştı. Çakmak çakmak bakan mavi gözleriyle 19. Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal ona çok kızdı. Daha sonra kızgınlığı geçti. Melih Ondan izin alarak, Mehmetçiklerle birlikte siper kazmaya başladı. Mustafa Kemal ve diğer komutanlar, kendi aralarında savaş stratejilerinin son değerlendirmelerini yapıyorlardı. Yapıyorlardı ama arada bir de, yüzlerinde oluşan tebessümler eşliğinde, küçük Melih’e bakmaktan da kendilerini alıkoyamıyorlardı…

Kara Savaşlarının en yoğun anlarıydı. İtilaf kuvvetleri, Deniz Savaşlarında Türkler’e karşı ağır bir yenilgi almıştı. Yedi zırhlısı, destan Nusrat Mayın Gemisi sayesinde Çanakkale Boğazının serin sularına gömülmüştü. Şimdi General Sirlan Hamilton komutasındaki İtilaf kuvvetleri, Gelibolu Yarımadasının Güneyindeki, Conkbayırına asker çıkarıyorlardı. Dahi bir komutan olan Kurmay Yarbay Mustafa Kemal, eşsiz bir plan yapmış ve bu planın, kahraman Mehmetçikler tarafından başarılarıyla uygulanmasıyla da düşman birlikleri ağır bir darbe yemişti…

Küçük Melih, çarpışmalar sürerken mermileri hazırlıyor ve onları abilerine yetiştiriyordu. Yaralanan askerlerin, yaralandıkları yerleri kalın bezlerle sıkı sıkıya sarıyor ve kan kaybını gücü yettiği kadar azaltıyordu. Şehitleri görüyordu Melih. Hepsi de melek gibiydiler. Şehadete ulaşırken kelime-i şehadet getiriyorlardı. Ondan sonra her birinin yüzünde anlatılmaz tebessümler beliriyordu…

Çocuk, bir süre sonra içinde tarifi imkansız bir huzursuzluk hissetti. Bu huzursuzluk onu öylesine rahatsız ediyordu ki, nefesi daralıyordu. Buna bir anlam veremiyordu. Gayri ihtiyari Mustafa Kemal’in yanına yaklaştı. Göz göze geldiler. Mustafa Kemal, Melih’e kendi oğluna bakar gibi bakıyordu. Melih’te Ona babasına baktığı gibi.. Gök gürültüsü gibi bir ses işitti çocuk. Ne olduğunu anlayamadı. Mustafa Kemal’in yakın arkadaşı ve yaveri Nuri Conker’in gökleri yırtan haykırışı duyuldu:

-Komutanım, vuruldunuz…

Cevap gecikmedi:

-Savaşa devam…

Melih, sol yanındaki Mustafa Kemal’in; iç cebinde şarapnel mermisiyle paramparça olan saatinin yere savrulan parçalarını gördü. Mustafa Kemal’e zerre bir şey olmamıştı…

Az önceki sıkıntısının nedenini anlamıştı,

Çocuk, cılız parmaklarıyla Mustafa Kemal’in yüzünü okşadı,

Yetmedi,

İp gibi kollarıyla sarıldı Ona,

İki elini Onun kalbinin üstüne koydu,

Sıkı sıkı bastırdı,

Bir daha şarapnel kurşunu gelmesin diye…

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.