Bizim ailede sohbetler yoğun neşeli ve bol şamatalı olur. Babamın çocukluğuna, yetişme çağına, eski komşularına dair anıları çok vardır ki anlat anlat bitmez. Biz de her anlattığın da keyifle ve saygı ile dinleriz; az biraz dağıtılmaya görsün fırçayı da yeriz. “Dinleyin bir dinleyin ki size de miras kalsın bu anılar” der. Bir iki gün evvel sıcağı sıcağına anlattığı yine tarihi değerde bir anısı var ki onu sizlerle paylaşmaktan büyük keyif alacağım.

Babamlar 93 Rus harbinde Artvin’den birtakım eşyalarını trene verip yanlarına birkaç hayvanlarını da alarak göç yoluna çıkmışlar. 5 kardeş, babaannem ve dedem. Takriben bir ay civarı yol gittikten sonra, benim de kaderimin çizildiği Amasya’ya varıp yerleşmişler. Bin bir meşakkat ile aynı zamanda yalın bir güzellikle gecen yılların anılarını biriktiren babamdan, etraflarında ermeni komşularının da olduğu ve beni oldukça etkileyen bir anekdotu paylaşacağım sizlerle.

Eski adı “köle mezarlığı bağları”, şimdiki adı ile “göllü bağları” mahallesi olan, benim de çocukluğumun geçtiği elma, kiraz, kayısı, üzüm, şeftali aklınıza ne gelirse ağaçlarının olduğu, bülbüllerin neşeyle şakıdığı bu inanılmaz yerde Ters akan çayının yanı başında, su değirmeninin çarklarının dönerek işleyen un değirmeni vardı. Bu değirmeni babamın çocukluğunu takip eden zamanlarda Ovanis ve Manuk adında iki Ermeni kardeş işletiyorlarmış. Yokluk ve yoksulluk zamanlarının dorukta olduğu bu dönemde (1950-60’lı yıllar), Ovanis bütün değirmene gelen konu komşuya buğdayı, yemi herhangi bir ücret almadan verirmiş. Onca ermeni düşmanlığının yapıldığı günümüzde ağzım açık babamın anlattıklarını dinlerken, Ovanis’in trajik ölümü beni ziyadesi ile derinden etkiledi. Şöyle ki, o zamanlar hani şu cinayetten çeşitli suçlardan vs. teslim olmayıp, kanundan kaçıp dağa çıkanlara “eşkıya” denirdi ya, hah işte, Amasya’da da o aralar dağa çıkanlardan olan iki eşkıya varmış; birisi Amasya’nın eski şakilerinden meşhur dondurmacısının oğlu Nurettin Yenice..1959 yılında Amasya Ar Sinemasında sahne alan bir şarkıcı istek parçası çalınmadığı için zamanın Amasya komutanlarından birinin oğlu tarafından kurşunlanarak öldürülüyor. Akabinde suç dosyası kabarık Nurettin Yenice cinayeti bir takım para ve menfaatler karşısında üstleniyor. Sonrasında bir fırsat bulan Nurettin mahpustan kaçıyor.

Aynı zamanda bir de Reşat var, O da suç işleyip dağa çıkanlardan.. Nurettin zaman zaman dağdan iner Ovanis’ten avantasını alırmış. Bunu öğrenen Reşat bir kaç kere Ovanis’in yanına gelerek ve Nurettin’in istediğini söyleyerek Ondan para alıyor. Ovanis bir gün Nurettin ile karşı karşıya geliyor ve “sen neden başkası ile benden para istiyorsun? Ben sanki sana vermiyor muyum ?..” deyince foyası ortaya çıkan Reşat “beni Nurettin’e ispiyonladın” diye çekip silahını Ovanis’i öldürüyor. Allah taksiratını affetsin. İşte iki azılı eşkıya yüzünden iyi bir komşu, yardımsever bir ermeni vatandaşımız hayatını kaybetmiş; lakin hatıraları bize kadar ulaştı.

Bu arada yarın seçimler var malûm.

Bugün annemlere gittiğimde camın önündeki enfes açmış bir çuha çiçeğine gözüm ilişti. “Anne yeni mi aldın bunu?..” diye sordum. “Ben almadım dün birkaç adam geldi onlar getirdi, bir de birtakım kağıtlar bıraktılar” dedi. Annemin okuma yazması olmadığı için bilemiyor garibim. “Babanın odasında, bak bakalım kimmiş, neyin nesiymiş?..” dedi. Tahmin ettiğim gibi sevgili muhtar adaylarımızdan biri idi. Güldüm; “anne kız muhtar adayı bu amca” dedim. Adamı ve azaları tanımıyorlar hiç. Bir diğer muhtar adayı var onlar geçenlerde ben oradayken gelmişlerdi. Onu yakinen biliyorlar. Kahvelerini içip, destek beklentilerini dile getirip iki paket de kahve bırakıp gitmişlerdi. Bugün annem bize asi bir çocuk gibi “Bana ne, ben oyumu bana çiçek getiren adaya verecem..” dedi. Babam da “tamam ver, oy senin oyun kime istiyorsan” diye cevapladı. Ama bayağı dokundu sanki, yüzünün düşmesinden anladım (: kendi de kahve getiren tanıdık muhtar adayına vereceğini söyledi.

Hani “kadın kadındır, çiçek babandır” diyorlar ya.. Evet; kadın kadındır. Lakin bir kadının gönlünde fırtınalar koparmaya yeten “çuha çiçeği”nin yanında “bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı..” lafı, bu saatten ve şu muhabbetten sonra tırışkadan nağme olarak kalmıştır.

Erkeğin kalbine giden yol mideden mi geçiyordu?

Sandığa giden yol da bir saksı çuha çiçeğinden geçiyormuş meğer.

Sevgiyle kalın, sevgiyle..

Gerisi mi? Vız gelir, tırıs gider...

.

YAZININ DİBİ:

Çakıl taşlarından bir yol döşesem gider miydi gökyüzüne?

Gökkuşağına kurulmuş salıncaklar boş,

Bulutlar ağlamaklı, depresif ve bir hoş..

Kuşlar ya kanat çırpmaktan yorulmuş ya yüksekten korkar olmuş,

Geceler gündüze özenince, yıldızların ışığı sönüp kaybolmuş,

Gemiler rüzgârın çilesini çekemez olmuş,

Limanlar gemileri kapısından kovmuş,

Denize atılan iyilikleri balıklar yutmuş,

Bir varmış, bir yokmuş,

Ne balık bilmiş ne ıstakoz,

Hikaye hekmiş, çamura çökmüş,

Kaldırayım derken kuyruğu kopmuş..

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.