Tren yolu boyunca buğday başağına benzeyen otların içinde açmış gelincik çiçekleri.. Rüzgârın seramonisiyle kol kola, bir o yana bir bu yana dans ediyorlar. Birden "hiyup hiyupp !.."  diye bağırırken, dumanı bulutlara uzayarak cufçuflayan trenin yanısıra yarışırken buluyorum kendimi.. Ayaklarım kısmen yere değiyor değmiyor, havalandım havalanacağım, el sallıyorum panikle kaçışan kara kargaların ardından..

Üstümde en sevdiğim bayramlık elbisem Peruze halanın diktiği karpuz kolları bağcıklı cim cim mavi çiçekli elbisem. Nefes nefese durup bakarken, en son vagonunun ardına takılmış gözlerimi ardıma çevirince gördüğüm manzara biraz acıklı; it oynamış yonca tarlası gibi yere serilmiş koşarken yatırdığım otlar, çiçekler.. "Bana ne.." der gibi omuz sallayıp geri dönüp tırmanıyorum evimizin ardındaki "dağımız" dediğimiz tepeye; kuş bakışı bakınca annemin babamın boy boy çocuklarını görüyorum..

Kedimiz Mercan'ın sedir altından elimize ayağımıza pati atışı.. Önceleri kedi köpek de severmiş annem; sanırım şimdi neyi sevip neyi sevmediğini bile unutmuş. Herkes normal cennete gitmek istiyor, keşke beni kuş ve köpek cennetine gönderse Tanrı.. Ha bir de lütfen diz boyu gelincikler de olsun, çiçekleri hiç dökülmeyen, bacaklarımı gıdıklayan otların arasında..

Bir çocuk neden evden kaçmak isterdi ?

Benim kaçışlarım hava kararana kadar oldu hep; çatı araların da baca diplerinde geçirdiğim saatler.. Kül kedisinin kitaptan fırlamış halleri ama en sihirsizinden.. Ardiyede yığılı fakat bir türlü kraliyet arabasına dönemeyen kabaklar.. Anladım ki bir süre sonra evden kaçarsınız ama kaderden asla.. Kafesini açtığımda dışarı çıkmayan, çıktığında hemen tekrar geri giren muhabbet kuşum Çapkın'dan biliyorum.

Oğlan çocuğu gibi keserdi saçlarımızı babam; sonra oğlan çocuğu gibi küfür ederken buldum kendimi.. Tırnaklarımı kimsenin kesmesine izin vermedim, zaman zaman kuyruğuma basanlara pençelerimi çıkarmam gerekiyordu. Hayat böyle bir şeydi sanırım. İnsan yavrusu sadece oyuncak bebekler gibi ayakta sallanarak uyuşunda büyüsün ninni ile büyümüyordu.

Yuvadan uçmak; bir kafesten bir kafese girince anladım kanatlarımın olmadığını; baba ocağından ayrıldıktan sonra iki artı bir kafesin parmaklıkları ardından.. Hani sana ilk mektubumu yazmıştım baba "bir kavak ağacı var ona bakıp bakıp ağlıyorum" diyerek.. Sonra senden mektubuma cevap gelmişti "beni de ağlattın kızım" diye.. Üzgünüm baba, oysa ben seni hiç ağlarken görmemiştim. O gün bugün olmayan kanatlarımla çırpınıp duruyorum.. Kanatları olmadan da uçabilir mi insan diye kuş figürlü giysiler giyiyorum. Ve şu söz geliyor akĺıma Cahit Zarifoğlu’ndan, “Kanatları varmış kalbin sevince uçar, sevilmeyince göçermiş.."

Bu göçler ondan mı acaba zemheri aylarında ?.. 

Aynı zamanda kalbimin odacıklarına bir ömür boyu hapsettiğim, çırpınıp duran küçük kuşlar size uçmak yok, taa ki ruhum büsbütün göçene kadar.. "Kefenin cebi yok" diyenlerin haberi yok, kalbimin odacıklarında sakladığım cevherlerim benimle gömülecekler.. Tanrı tekrar diriltene kadar. İnsanın uykusunun gelmesi ile ölesinin gelmesi birbirine çok benziyor. İnşallah "ölüm rüyalarla kuşanmış deliksiz bir uyku"dur..

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
Ahmet Demir 6 yıl önce

Değerli yazar abla; bırak şu hicran, hüzün, ölüm gibi lafları.. Bak hayat cıvıl cıvıl.. Haydi yazar abla şöyle bir titre ve neşe içinde kendine dön.. Teşekkürler bu edebi akış ve duygulu anlatım için.