Seksenli yıllarda bir TV programına konuk alınan fötr şapkalı, şişmanca ve ikna kabiliyeti güçlü olduğu konuşmasından belli olan kişiyi anons ederken,

- Sayın seyirciler, bu haftaki konuğumuz.... Dolandırıcılar kralı olarak da bilinen....’

demeye kalmadan konuktan hiç de kibar olmayan bir müdahale gelmişti.

- Bir dakika, sözünüzü düzeltin. Ben dolandırıcı değilim, o işi yapacak kadar küçülmedim.

Ne cevap vereceğini bilememişti, dona kaldı. Konuk, bu suskunluğu fırsat bilerek devam etti.

- Ben emekliyi, yoksulu, dar gelirliyi, emekçiyi, alın teriyle geçimini yapanı yani halkı dolandıracak kadar şerefsiz değilim. Onların sofralarındaki 3-5 tane zeytine göz dikmek bizim kitabımızda yazmaz. Aksine onların hakkını yiyenlerden, cebindekini çalanlardan, kanını kurutanlardan payımızı alıp, çevremizdeki yoksullara, ezginlere, çaresizlere dağıtıyorum.
Adam karaborsacılık yapıyor, bazen bir teneke yağı iki kat fiyatına satıyor, bazen tüpü saklıyor zorunlu almak isteyenlere pahalıya satıyor.
Mesela semt meydanında bir adam var, kuyumculuk yapıyor. Emekli amcanın biri, birkaç yüz mark getirmiş, bozdurmaya, yarı fiyatına toka ediyor. Niye? Çünkü amcanın başka yerlere gitmeyeceğini biliyor, çünkü üzerinde taşıması yasak.
Bir başkasına para lazım, borç veriyor, ay başına borcunu yarısı kadar çoğaltıyor, yani tefecilik yapıyor. 
Şimdi bu zalim hırsızın servet havuzuna dalıp, bir miktar yoksul payını almak neden dolandırıcılık olsun ki?
Adam İstanbul’a gelmiş, gözleri dört dönüyor belli. Galata köprüsünden halkın geçişini paraya çevirmek için benim oyunuma geliyor. Tabii ki, parasını kaptırıyor, sen kimsin ki köprüden geçişi kendi hesabına paraya çevirmeye kalkıyorsun? Halk bir de buna para mı versin yani..

Diyerek anlatmaya, aşağılamaya devam ediyor. Halk diye tanımladığı toplulukların hakkına tecavüz edenlere saydırıyor olabildiğince.

Yanlış veya doğru kendi dünyasının raconunu koyuyor. Kendine göre ilkeleri ve doğruları var. Fakat günümüz doğruları ile karşılaştırınca içi acıyor insanın.

Her meslekte, her insanda olması gereken ve tercihe göre uyulması gereken dini, milli, sosyal, siyasal, vicdani, insani, fiziki ve kimyevi kurallar, aradan geçen yarım asır sonrasında nasıl da değişmiş, ters yüz olmuş.

Yani, toplumsal ahlak olarak bundan kırk sene öncesini aratacak kadar sefilleşmişiz.

Örnekleri, anıları, anekdotları, günlükleri ve hatırlananları çoğaltmak mümkün.

25.06.2021

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.