Emaneti Ehline Vermeyen Toplum Çöker
Türkiye, ekonomik krizler ve siyasi çekişmelerin ötesinde, çok daha derin bir sorunla karşı karşıya: Emanetin ehline verilmemesi.. Zaten bütün krizlerde bundan kaynaklanmakta.
Yalnızca bir yönetim zaafı değil, toplumsal çöküşün temel taşıdır liyakatsızlik.
Kamu kurumlarından özel sektöre, en kritik devlet kademelerinden manevi sorumluluğu yüksek kuruluşlara kadar liyakatsiz atamalar, toplumun ruhunu kemiren bir hastalık gibi yayılıyor.
Son yıllarda atama skandalları, liyakat yerine sadakatin, torpilin ve çıkar ilişkilerinin öne çıktığını açıkça gösteriyor. 2024’te çeşitli bakanlıklarda yaşanan torpil iddiaları, nitelikli isimlerin dışlanmasına, kurumların verimsizlik ve güven kaybına sürüklenmesine neden oldu. Bu tablo, tarih boyunca çöküşlerin habercisi olmuştur. Osmanlı’nın son yüzyılında rüşvet ve nepotizmin yaygınlaşması, imparatorluğun dağılmasına zemin hazırlamıştı. Bugün de aynı tehlike kapımızda.
Kur’an-ı Kerim, “Emanetleri ehline veriniz” (Nisa 58) emriyle bu ilkeyi net bir şekilde ortaya koyar. Hz. Ömer’in vali atamalarındaki titizlik, liyakatin İslam tarihindeki yerini gösterir. O, yöneticinin bilgisini, ahlakını ve sorumluluk bilincini sorgular; adalet ve güveni böylece tesis ederdi. Ancak bugün, bu köklü ilkenin hiçe sayılması, devletin ve toplumun temellerini sarsıyor.
Liyakatsiz yöneticiler, kurumları felç eden birer virüs gibidir. Gözlemlerimiz, bu yöneticilerin ortak özelliklerini çarpıcı şekilde ortaya koyuyor:
Sorumluluktan kaçar, risk almak yerine astlarının arkasına saklanırlar.
Gösterişe düşkün olup sosyal medyada boy gösterir, asli işleri alt kademelere devrederler.
Yalan söylemekten çekinmez, adaleti hiçe sayarlar.
Kıskanç, korkak ve kindar davranışlarla kurum kültürünü çürütürler.
Üstlerine yaltaklanırken astlarına zalimce davranırlar.
Bu özellikler, yalnızca bireysel bir zaaf değil, kurumsal ve toplumsal yozlaşmanın kaynağıdır. Özellikle Diyanet İşleri Başkanlığı gibi manevi sorumluluğu yüksek kurumlarda liyakatsiz atamalar, sadece kurumları değil, toplumun inanç dünyasını da yaralıyor. 2025’te yaşanan vaaz skandalları, halk arasında büyük tartışmalara yol açtı; dini söylemin ciddiyeti zedelendi, insanların inanca güveni sarsıldı. Dinin temsilcisi konumundaki isimler, vizyon yerine siyasetin ve ahbap çavuş gölgesinde hareket ettiğinde, milli vicdan erozyona uğruyor.
Emanetin ehline verilmemesi, toplumun her katmanında tahribat yaratıyor:
Gençler, “Çalışmak değil, torpil yükseltiyor” düşüncesiyle umutsuzluğa kapılıyor.
Kamu güveni sarsılıyor, devlet-millet bağı kopma noktasına geliyor.
Yalan, kıskançlık ve pragmatizm, toplumsal ahlakı kemiriyor.
Kamu ihalesi skandalları, çürümenin somut kanıtları olarak karşımıza çıkıyor.
Tarih, liyakate dayalı toplumların yükseldiğini, sadakate dayalı olanların ise çöktüğünü defalarca göstermiştir. Osmanlı’nın son dönemlerinde liyakatsiz yöneticilerin rüşvet ve torpille iş başına gelmesi, devletin sonunu hazırladı. Bugün de aynı hataları tekrarlıyoruz. Bakanlıklardan belediyelere, üniversitelerden dini kurumlara kadar her yerde aynı manzara: Koltuğa oturan, koltuğun hakkını veremiyor; gücü makamdan alıyor, makama güç katamıyor.
Sorunun çözümü basit ama bir o kadar hayati: Emaneti ehline vermek. Bu, yalnızca bir yönetim ilkesi değil, toplumsal ahlak meselesidir. Liyakatsizlik, sadece işlerin aksamasına değil, toplumun vicdanının yaralanmasına, emeğin değersizleşmesine ve gençlerin umutsuzluğuna yol açıyor. Eğer bu ilke göz ardı edilmeye devam edilirse devlet güçsüzleşir, millet dağılır, dindar toplum derken dine mesafeli toplum oluşur.
Gençlerimizi adalet, liyakat ve emanet bilinciyle yetiştirmek; siyaseti ehliyetle buluşturmak artık bir seçenek değil, zorunluluktur. Aksi takdirde, emaneti liyakatsiz ellere teslim eden bir toplum, kendi çöküşünü kendi elleriyle hazırlar. Tarih, bu dersi bize defalarca öğretti. Şimdi sıra, bu dersi öğrenip uygulamakta.
Emaneti ehline verelim, yoksa çöküş kaçınılmazdır.
Tüm dost ve okurlarıma sevgi ve selamlar.