Delikanlı, apartman sakinlerinin çöp poşetlerini bir çırpıda toplamış, onları apartmanın önündeki çöp konteynırına koymuştu. Ardından da odasına geçerek çalışma masasının başında yerini almıştı.

Aydın, kapıcı Selim Bey’in büyük oğluydu. 17 yaşındaydı ve üniversite sınavlarına hazırlanmaktaydı. Ancak, Aydın, maddi durumları iyi olmadığından dershaneye gidemiyor, okulda öğrendikleriyle ve gazete bayilerinde haftalık çıkan üniversiteye hazırlık dergileriyle hazırlanıyordu. Efendiliği ve terbiyesiyle, mahallede büyük- küçük herkesin gönlünde taht kurmuştu. Yakışıklıydı; uzun sarı saçları ve atletik vücuduyla, mahallede Ondan hoşlanmayan kız yok gibiydi.

Beşinci katta oturan Saide, Aydın ile aynı yaştaydı. Saide, manken dergilerindeki kızları cebinden çıkartan güzelliğiyle göreni kendisine hayran bırakmaktaydı. Lakin, insanları mevkileriyle değerlendirmek gibi kötü bir huyu bulunmaktaydı. Babası fakültede operatör doktor olan genç kız, Aydın’dan hoşlanmaktaydı ama Aydın’ın bir kapıcı çocuğu olması O’nun delikanlıya karşı her zaman mesafeli olmasına yol açmaktaydı. Buna rağmen, Aydın, genç kızın kendisinden hoşlandığını biliyordu. Mahalledeki gençler ne zaman toplansalar, Aydın, Saide’nin kendisine kaçamak yönelttiği bakışları yakalıyor, ancak hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu. Bu sohbetler sırasında, Saide bir şekilde zenginliklerinden bahsediyor ve şımarık yüzünü de olanca çıplaklığıyla gözler önüne seriyordu. Böyle zamanlarda, hemen bütün gençler gibi, Aydın da, fırsat buldukça zenginliğiyle övünen bu şımarık kıza karşı içten içe öfke duymaktaydı.

Saide, zengin çocuklarının okuduğu bir özel lisede okumaktaydı. Hafta sonları da, pahalı bir üniversiteye hazırlık kursuna devam etmekteydi. Çok hırslıydı; bütün amacı babası Refik Bey gibi, ileride başarılı bir operatör olmaktı. Çok yüksek puanlı üniversiteleri hedefliyordu. Hiç şüphe yoktu ki, henüz bir meslek sahibi değilken bile zenginlikleriyle övünen ve fakirleri hor gören bu genç kız, bir doktor olduğunda insanlara daha bir tepeden bakacaktı. Saide, sohbetler esnasında, Aydın’ın, ailesinin maddi durumundan ötürü bir dershaneye gidemediğini bildiği halde; zaman zaman, O’nun gözlerine alaylı ifadelerle bakıyor ve delikanlıya dershaneye gitmesi gerektiğini, aksi halde Onun hiçbir yeri kazanamayacağını söylüyordu. Böyle zamanlarda, çok güçlü bir genç olan Aydın, genç kızın küçümsemelerine aldırış etmediği gibi, O’na yanıt bile vermiyordu. Saide ise, içten içe hoşlandığı bu yakışıklı delikanlının, söylediklerine oralı olmaması üzerine daha da hırçınlaşıyordu. Arkadaşları Metin ve Alican, yalnızlarken, Aydın’a, bu kızın hırçınlığının ardında, delikanlıya olan ilgisini söyleyip duruyorlardı. Böyle söylendiğinde, Aydın ise arkadaşlarına: “ Bırakın şu kendini beğenmişi Allah aşkına; benim Onunla hiç işim olmaz” der ve çabuk çabuk konuyu kapatırdı…

Günler hızla geçmekteydi, Aydın, babasının bel fıtığı rahatsızlığından ötürü son zamanlarda babasının bütün görevlerini üstlenmişti. Artık, Aydın, okuldan gelir gelmez apartmanın temizliğini de yapmaya başlamıştı. Her ne kadar genç olsa da bu iş bir süre sonra Onu yormaya başlamıştı. Buna rağmen, delikanlı, akşam olduğunda, çöp poşetlerini apartmanın önündeki çöp konteynırına koyuyor ve hiç vakit kaybetmeden çalışmaya başlıyordu. Aydın, bir devlet okulu öğrencisiydi. Sayısal zekası çok yüksekti. Bu özelliğinin bilincinde olan Aydın, tıpkı Saide gibi tıp fakültesini hedefliyordu. Azimli delikanlı, gece boyunca bıkmadan, usanmadan uzun saatler boyunca çalışıyor, babasının kendisine verdiği harçlıkla alabildiği sınava hazırlık dergilerinden çok sayıda soru çözüyor ve hedefine doğru emin adımlarla ilerliyordu. Aydın, gecenin ilerleyen vakitlerinde annesi Meserret Hanım’ın, kendisine o nurlu elleriyle getirdiği tavşan kanı çay eşliğinde ders çalışmaya bayılıyordu. Hele annesinin, odadan çıkmadan önce, boynuna sarıldığı bir an vardı ki; bu an, delikanlının gün boyunca üzerine çöreklenen yorgunluğunu adeta silip süpürüyordu. Aydın, kendisine olan sorumluluğu kadar, zor şartlarda kendisini okutan güzel ailesine karşı da bir sorumluluğu olduğunun bilincindeydi. Annesi, oğlunun doktor olmasını ve Onunla kıvanmayı o kadar çok istiyordu ki; delikanlı da daha çok annesini mutlu edebilmek için tıp fakültesini sınavda ilk tercihleri olarak yazacaktı. Gece- gündüz çalışan ve çoğu zaman da insanların ağız kokusunu çeken bu altın yürekli aile mutlu olmalıydı. Ve bu kadirbilir delikanlı da , tıp fakültesini kazanmak için yüreğini ortaya koyacaktı…

Sınav sonuçları açıklanmıştı. Emekçi bir ana- babanın oğlu olan Aydın Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni kazanmıştı. Puanları en yüksek üç üniversitenin tıp fakültelerini tercih eden Saide ise, hiçbir yeri kazanmaya muvaffak olamamıştı. Üniversiteyi kazananlar sınav sonuç gazetesinde yayınlandıktan sonra, mahallede herkesi küçük gören ve paranın gücünün her şeye yeteceğini zanneden Saide, uzun süre ortalıkta görünmemişti. Aydın’ın kazandığı bu büyük başarı ise, tüm mahallede kısa süre içinde duyulmuş ve yürekli delikanlının iki göz odalı kapıcı evi tebrik etmek için gelen konu- komşuyla dolmuştu.. Aydın’ın ailesinin ve özellikle de annesinin mutluluğu sözcüklerle anlatılır gibi değildi. Delikanlı, hayatta en çok istediği şeyi gerçekleştirmişti ve her anne gibi kutsal olan annesini dünyanın en mutlu insanı yapmıştı…

Hiçbir zaman insanlara kin gütmeyen ve bağışlayıcı bir yapısı olan delikanlı, iki gün sonra bakkal Mehmet Efendi’nin dükkanında Saide ile karşılaşmıştı. Saide’nin hiçbir yeri kazanamadığını duymuş olan Aydın, genç kıza samimi duygularla, hiçbir yeri kazanamadığı için üzülmemesini; önümüzdeki yıl istediği yeri kazanabileceğini söylemişti. Bunun üzerine, birkaç gündür adeta bir kukumav kuşu gibi evinden çıkmayan ve Aydın’a haset etmekten başka da bir şey yapmayan genç kız, aynı zamanda arkadaşı olan delikanlıyı tebrik etmek yerine; her zamanki; karşısındakini küçük gören bakışları eşliğinde delikanlıya şöyle demişti:

-Ne olmuş Hacettepe Tıp Fakültesi’ni kazanmışsan.. Sanki kapıcı baban, seni Ankara’ya okumaya gönderebilecek.. Sen vaz geç bu sevdadan; yol yakınken dön ve fakülteye kayıt falan da yaptırma. Sonradan daha çok üzülürsün…

Aydın, bu kıskanç olduğu kadar da küstah olan genç kıza, söylenenler karşısında adeta donup kalan bakkal Mehmet Efendi’nin fersiz bakışları eşliğinde hakettiği şu cevabı vermişti:

-Saide, ben, babamın bir kapıcı, annemin ise bir kapıcı karısı olmasından hiç utanç duymadım. Aksine, böylesine güçlü iki emekçinin çocuğu olduğum için her zaman gurur duydum. Ama şundan eminim ki; sen bunu asla anlayamazsın…

Alnından öpülesi delikanlı, sözlerini bitirir bitirmez bakkaldan uzaklaşmıştı…

O ana kadar, Aydın da, genç kıza karşı boş değildi. Saide’nin küçük şımarıklıklarının çok da üzerinde durmayan delikanlı, Saide’ye açılacaktı. Ta ki; ailesinin horlanmasına kadar…

Aradan altı yıl geçmişti,

Aşağılanan kapıcı çocuğu Aydın, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni üçüncülükle bitirmişti,

Önü açıktı,

O, ailesinden hiç utanmamıştı,

Fakülteye, kendisini görmeye gelen annesini, babasını ve kardeşini arkadaşlarına göğsünü gere gere tanıştırmıştı,

Annesi Meserret Hanım’a, çocukluğundaki gibi sevdayla sarılmıştı,

Meserret Hanım ise Oğlu’na, O üniversite sınavına hazırlandığı gecelerde, odasına çay getirdikten sonra sarıldığı gibi sarılmıştı…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.