Şadiye Hanım, biraz sonra yaşanacakları çok iyi bildiği halde, her zaman olduğu gibi kocası Levent Bey’e kapıyı gülen gözleri eşliğinde açmıştı. Çok uzun zamandır işsiz olan lakin iş bulmak için de hiçbir çaba da göstermeyen; ablak suratlı ve kırk yaşlarındaki adam gene barut gibiydi. Muhtemelen sabahtan akşamın bu saatlerine kadar kahvede kağıt oynamıştı. Asabiliği yüzüne sirayet eden saçlarının büyük bölümü dökülmüş olan adam, karısının: “hoş geldin bey” ine cevap vermeye tenezzül (!) etmemişti.

Elindeki ekmeği sert bir şekilde yemek masasının üzerine koydu. Babasının bu tavırlarına alışkın olan sekiz yaşlarındaki toparlak yüzlü Ömer, korkarak da olsa Levent Bey’in yanına yaklaşmış ve ona sarılmıştı. Sarılmıştı sarılmasına ama burnundan soluyan sinirli adam, belki de sabahtan beri babasının gelmesini ve kendisini hasretle kucağına almasını bekleyen çocuğu, yine hayal kırıklığına uğramıştı..  Zira insan duygularını anlamaktan bihaber olan orta yaşlı adam, oğlunu bir paçavra fırlatır gibi kenara iteklemişti.

O esnada olanları izleyen Şadiye Hanım ve yedi yaşlarındaki kızları Melek’in boğazlarına bir şeyler düğümlenmişti. Ancak, sinir küpü adama da hiçbir şeye söylemeye cesaret edememişlerdi; etseydiler çok büyük bir ihtimalle, hasta ruhlu adam saatlerce söylenecek ve belki de evde dövmedik kimseyi bırakmayacaktı.

Ömer, içlenmişti ama gene de gözyaşlarını tutuyordu. Ağır adımlarla televizyonun karşısındaki gül desenli sedire ilişmişti. Ruhu örselenen küçük çocuk, başını dizlerine dayamıştı ve gözlerini bir an olsun ayırmadan yere bakıyordu. Gözleri sulanmıştı. Ağlayacaktı; lakin ağlayamıyordu. O an yaşadığı acı anlatılır gibi değildi. Melek, küçük bir çocuk olmasına rağmen çok anlayışlıydı; soluğu çok sevdiği abisinin yanında almıştı. Belki de adı gibi olan kız, Ömer’in saçlarını okşamaya başlamıştı ve O’na vücut diliyle üzülmemesini istediğini söylüyordu.

Bütün bunlar yaşanırken zerre kadar ruha sahip olmayan adam, diğer sedire geçmiş ve sanki bütün gün çalışmış gibi ayaklarını uzatarak televizyona bakıyordu. Aynı anda kaderine yanmakta olan Şadiye Hanım, kocasının yüzüne adeta bir pisliğe bakar gibi bakmaktaydı. Hanımefendi kısa bir süre sonra mutfağa geçmişti. Kocası çalışmıyordu; O ise, evin nafakasını çıkartmak için bebek hırkaları örüyor ve bu sayede çocuklarının nafakasını çıkartıyordu. Fakat işleri çoktandır iyi gitmiyordu. Elinde avucunda ne varsa yitip gitmişti. Hanımefendi o akşam sadece tarhana çorbası ve pırasa yemeği yapabilmişti. Hızla sofrayı hazırlayan Şadiye Hanım, inciten davranışlarına rağmen kocasına saygıda kusur etmemişti. Kendini zorlayarak ta olsa Levent Bey’i ve güzeller güzeli çocuklarını sevgi dolu ifadelerle sofraya davet etmişti…

Çocuklar anneleri üzülmesin diye çabuk çabuk ellerini yıkayarak sofraya oturmuşlardı. Tembel adam ise lütfeder gibi koca yağlı göbeğini zorlukla doğrultarak masaya yöneldi. Karısının, yoksulluklarına rağmen hazırladığı güzel sofradaki yemeklere göz atan kendini bilmez adam, bir volkandan püsküren lavlar gibi bağırarak, utanmadan masadaki yemeklere burun kıvırmış ve karısına neden dişe dokunur yemekler yapmadığını sormuştu. Şadiye Hanım, kocasının bu yaralayan davranışına çok içerlemişti ama yine de onunla bir ağız dalaşına girmekten kaçınıyordu zira kocasının kavga çıkarmaya bahane aradığının farkındaydı. Kocasına sadece evde bunların olduğunu söyleyebilmişti. Bu söz bile ahlaksız adamı çilden çıkartmaya yetmişti. Hışımla yerinden kalkarak önündeki tarhana çorbası kasesini karşıdaki duvara fırlatmıştı. Ardından da eline ne gelirse onu yere atıyordu; su dolu bardaklar, ekmek dilimleri ve en sonunda içinde pırasa yemeği olan tencereyi. Kadıncağız yaşanan bu dram karşısında ağlamaklı olmuştu lakin korkudan gözleri büyümüş ve birbirlerine sarılarak eski model televizyonun yanına büzüşen çocuklarının önünde güçlü görünmeye çalışıyordu…

Ruh hastası adam şimdiyse karısına ağza alınmayacak küfürler savuruyor ve hiç durmadan bağırıyordu. Şadiye Hanım ise susuyor ve böylelikle kocasının sakinleşmesini bekliyordu. Ancak, utanmaz adam her geçen saniye sakinleşeceğine, daha çok hiddetleniyordu. Kısa bir süre sonra, koca göbeğini saran lacivert pantolonunun rengi atmış kemerini çıkarmıştı. Kadıncağız o an başına geleceği anlamıştı. Şimdi tek isteği çocuklarını yan odaya götürebilmekti. Yalvaran ses tonuyla kocasından, çocukları oradan uzaklaştırmak için izin istemişti. Öfkeden gözleri dönmüş adam, kafasını aşağıya indirerek bu isteği onayladığını göstermiş ve zavallı kadına izin vermişti…

Biçare kadın, karaktersiz adamın yanına döndüğünde olacakları umursamıyordu bile zira yavruları o an yaşanacakları görmeyeceklerdi. Belki de bir aydır sakal traşı olmayan ve her tarafa ter kokuları yayılan iğrenç adam, elindeki deri kemerle, bütün gücüyle karısının yüzüne vurmuştu. Bu ilk darbenin ardından ikinci ve üçüncü darbeler de zavallı kadının yüzüne inmişti. Ağzından burnundan kanlar boşalan ve yoksulluktan bir deri bir kemik kalmış kadın yere yuvarlanmıştı. Ciğeri köpekleri atılsa, köpeklerin bile yemeye tenezzül etmeyeceği adam, bu kez de elindeki kendi ruhundan daha korkunç olmayan kemerle, yerde iki büklüm olan kadının neresine gelirse oraya vuruyordu. O esnada kadıncağız ise çocukları ıstırabını duymasın diye elini ağzına sokmuş ve elini dişlemekteydi…

Küçük Ömer ise annesinin yaşadıklarını anahtar deliğinden gözlemekteydi. Ruhunda iyileşmez yaralar açılan çocuk annesine yapılanlara dayanamıyordu lakin elinden de bir şey gelmiyordu. O an yapabileceği tek şeyin kardeşi Meleği olan bitenden uzak tutmak olduğunu biliyordu…

Şadiye Hanım artık sabretmemeye karar vermişti,

Kendisini acımasızca döven ve daha sonra içki içerek sakinleşen ve bir süre sonra da sızan kocasını o gece yavrularını yanına alarak en yakın polis karakoluna şikayet etmişti.. Kadının paramparça olan yüzünü gören polis memurları uzun süre kendilerine gelememişlerdi, bazısı ağlıyordu.. Pek çok olay görmüşlerdi ancak hiç bu kadar sadistçe bir olayla karşılaşmamışlardı..

Hepsinin göz pınarlarında yaşlar.. Şadiye Hanım’ı kız kardeşleri olarak düşünmüşlerdi. Kır saçlı komiser, şokta olan çocukları sarıp sarmalarken, uzun boylu polis memuru canının acısıyla bağıra bağıra ağlayan anneyi en yakın acile götürmüştü,

Kır saçlı komiser yavruları diğer polis memurlarına bırakarak ve adeta uçarak az önce hanımefendinin verdiği adrese gitmişti. Kapıyı karaktersiz adamın yüzüne ardı arkasına yumruk indirircesine çalmaktaydı yüzü ağlamaktan ıslanan komiser,

Uyanmıştı ve söylene söylene karısını arıyordu ahlaksız adamı..

Açmıştı kapıyı.

Komiser belki de o an hayatı boyunca en çok istediği şeyi yapmıştı,

Fedakar karısına ve yavrularına bunları reva gören adamın yüzüne bir ağız dolusu tükürmüştü,

Karakolda ifadesi alınan adam ertesi gün savcılığa sevk edilmiş; Çıkarıldığı mahkemece tutuklanarak cezaevine gönderilmişti..

Belediyede Şadiye Hanım’a iş bulunmuştu; Her anne gibi nurlar içindeki Şadiye Hanım, ilk celsede kocasından boşanmış ve yavrularıyla birlikte ışıltılı bir yaşama başlamıştı,

Ömer ve Melek anneleriyle gurur duyuyorlardı,

O gece Şadiye Hanım her gece olduğu gibi yavrularına sıkı sıkıya sarılmıştı,

Artık yavrularının hem anası hem babasıydı,

O gece evin her tarafı ışıklarla dolmuştu sanki,

Ve Onlar bunu görüyorlardı…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.