On yaşlarındaki sarı saçlı kız çocuğu; Rus Pazarındaki tezgahına, Rusya’ dan beraberinde getirebildiği aletleri yerleştirmekte olan annesinin önünden arkasından koşturuyor, türlü oyunlar yapıyordu. Kadın, fırsat buldukça yavrusuyla oynuyor, ona yaşadıkları dramı belli etmemeye çalışıyordu. Rus Devriminin yıkılmasından ve emperyalizmin azgın kollarıyla tüm Rusya’yı sarmasından sonra pek çok vatandaşı gibi yaşam savaşına kaptırmıştı kendisini. 30 Yaşındaydı. Yine pek çok Rus gibi o da hayatta kalabilmek için daha çok çalışmak zorunda kalmıştı. Lakin ülkede iş çok azdı. Kocası ölmüştü. Çok zor bir karar alarak, Rusya’dan Türkiye’ye gelmişti. Doktordu. Hem de mütehassıs doktordu. Doktordu doktor olmasına lakin Trabzon’da; yanındaki eskimiş ve fermuarı yarısından bozuk dört büyük valizde getirdiği el aletlerini satmaktan başka bir şansı yoktu. Onurlu ve şahsiyetli bir insandı. O; çalışmadan para kazanan bazı Rus kadınları gibi etini satmıyordu. Rus Pazarında kendisine küçücük bir yer bulmuştu. Sadece işiyle uğraşıyordu. Çoğu zaman kursağına biraz ekmek, belki birkaç zeytin tanesinden başka bir şey girmiyordu. Kazandığı paranın hemen hemen hepsini yavrusunun karnını doyurmak için harcıyordu.

Ucuz bir otel bulmuştu. Pislik içinde bir otel.. O, çok temiz pak bir kadındı. Ve bu ucuz otelde kalmak çok ağrına gidiyordu ama başka da bir çaresi yoktu. Parası oraya bile zor yetiyordu. Otel, gece gündüz Rus kadınlarıyla birlikte olan Türk erkekleriyle dolup taşıyordu. Vatandaşlarının yaptığı bu iğrençlik kanına dokunuyordu. En çok da, bütün Rus kadınlarının ahlaksız olduğuna inanılması zoruna gidiyordu. Böyle zamanlarda yavrusuna daha çok sarılıyor; Leningrad’da çocuk doktorluğu yaptığı o ışıltılı zamanlara gidiyordu. O zamanlar kazancı iyiydi. Hem de çok iyiydi. Çocukları da çok severdi. Hastası olan tüm çocukları kendi çocukları gibi hisseder, onların sağlıklarına kavuşabilmeleri için elinden geleni yapardı. Kocası da doktordu. Birbirlerini deliler gibi seviyorlardı. Ancak bir gün hastane çıkışında zavallı adama bir otomobil çarpmıştı. Adam bir süre yoğun bakımda kalmış, sonra da ölmüştü. O günden bu yana küçük kızının tüm sorumluluğu onun sırtında idi. Yılmayacaktı, yılmamalıydı...

Trabzon’da elindeki aletleri sattıktan sonra, Rusya’ya gidiyor ve en kısa zamanda yenileriyle tekrar dönüyordu. Şükürler olsun son zamanlarda biraz daha fazla kazanıyordu. Kazancı iyileşince yaptığı ilk iş; o mikrop yuvası otelden ayrılmak, daha iyi bir otele geçmek olmuştu. Elbette beş yıldızlı bir otelde kalmıyorlardı. Lakin bu yeni taşındıkları otel hiç kuşku yok ki; kendisine ve kuzucuğuna beş yıldızlı bir otelin verebileceği huzurdan çok daha fazlasını veriyordu. Zira artık yan odada, karşı odada kişiliği olmayan vatandaşlarının çalışmamak için vücutlarını satmalarına tanık olmuyordu. Bu bile yeterdi. Otel sahibi de iyi bir ihtiyardı. Kadının namuslu olması onun çok hoşuna gidiyordu. Kadını kendi kızı gibi kolluyordu…

O gün Rus Pazarında işler çok kesattı. Nemli ve çok sıcak bir hava vardı. Nefes almak dahi çok zordu. Küçük çocuk çok oyuncuydu. Lakin bir o kadar da zeki bir çocuktu. Türkçeyi de hemen hemen sökmüştü. Şirin Türkçesiyle, Rus Pazarının adeta maskotu olmuştu. Annesinin çok karakterli bir kadın olduğunu Rus Pazarı esnafı çok iyi biliyordu. Çocuğunu kendisi gibi yetiştiriyordu. Annesine yardım da ediyordu. Uzun boylu kadın, alnında biriken terleri sildi. Kerpetenleri, penseleri, tornavidaları, kontrol kalemlerini, matkapları, el fenerlerini fiyatlarına göre sıraladıktan sonra tezgahına yerleştirdi. O gün Pazar günüydü. Pazarda iğne atılsa yere düşmezdi. Kadının içinde daha önce hissetmediği kadar güçlü bir huzursuzluk vardı. Bu huzursuzluğun can sıkıcı bir olayın işareti olmasından korktu. Korktu korkmasına lakin güçlü bir kadındı. Duygularını bir kenara koydu. Çalışmaya devam etti. Dürbün de satıyordu. Dürbünleri tezgahın ortasına yerleştirdi. Yoruldu. Çok yoruldu. Oturdu. İlk zamanki soğukluğundan eser kalmayan suyundan kana kana içti. Ayakkabılarının ikisinde de sökükler vardı. Şimdi yazdı. Sorun yoktu. Lakin ya soğuklar geldiğinde ne olacaktı. Fırsatını bulduğunda bir ayakkabı almalıydı. En azından su almayacak bir ayakkabı. Rus Pazarına aileler, iyi insanlar geldiği kadar çok olmasa da bütün Rus kadınlarının kötü olduğuna inananlar da gelirlerdi. Sayıları çok azdı. Ama bazen bu kendini bilmezler; orada namusuyla çalışan genç Rus kadınlarına sarsakıl olurlardı. Bazen de kavga çıkartırlardı. Ne yazık ki; o gün bu kişiler, içine huzursuzluk çöken kadına sataşacaklardı…

İki kişiydiler. Biri uzun boylu, diğeri kısa ve tıknazdı. Ellerini ceplerine sokarak, sırnaşık tavırlarla kadının ve meraklı gözlerle çevreyi izleyen yavrusunun yanına geldiler. Kadın, bunların niyetlerinin kötü olduğunu hemen anladı. Suratını astı. 25 yaşlarındaki iki adam gevrek gevrek gülüyorlardı. Tıknaz olan kulakları tırmalayan metalik sesiyle ve özellikle kadıncağızın neredeyse ağzına içine girerek ona laf olsun diye eline aldığı bir dürbünün fiyatını sordu. Kadın sert bir şekilde dürbünün fiyatını söyledi. Adam istifini bozmadı. Kadına biraz daha yaklaşarak ona; “bu her yeri gösteriyor mu ?” diye sorarak niyetini daha da belli etti. Bunun üzerine beri ki iğrenç sesiyle gülmeye başladı. Diğeri de ona katıldı. Kadın onları oradan uzaklaştırmak için bozuk Türkçesiyle; “gidin buradan, ben size bir şey satmıyorum.." dedi. Uzun boylu olanı yılışıklığa devam ederken, kadının cevabı tıknaz olanın zoruna gitti. Kadının üzerine yürüdü. O esnada olanı korku dolu bakışlarla izlemekte olan küçük çocuğun bakışları arasında uzun boylu olanı, Rus kadını aşağılamak için ona; “sorun yok, o zaman kendini satarsın” dedi. Bunun üzerine sinirlenen kadına yönelip, tekrar kahkahalarla gülmeye başladı. Esnafta olan biteni endişeyle izliyordu. Rus esnaflar olay çıkarmaktan korkuyorlardı. Sınır dışı edilebilirlerdi. Bunun üzerine iki serseri işi daha da azıttılar. Kısa boylu olan, kadının yanağından makas alarak, sarkıntılığın dozajını daha da çoğalttı. Küçük çocuk anneciğinin arkasına saklandı. Ağlıyordu. Kadın güçlüydü. Kendisinden makas alanı tüm gücüyle itti. Böyle bir hamle beklemeyen adam yere yuvarlandı. Daha çok sinirlenmiş bir vaziyette ayağa kalktı. Zavallı kadına utanmadan arlanmadan herkesin önünde bir tokat vurdu. Kadın yere düştü. Kafasını betona çarptı. Alnının kenarından kan gelmeye başladı. Bunun üzerine Rus Pazarında alet edevat satmakta olan Trabzonlu esnaflar, zavallı kadına destek oldular. Geniş omuzlu, gök gözlü bir Trabzonlu, serserilerin yanına yaklaştı. Önce ekmeğinin derdinde olan çaresiz kadını yerden kaldırdı. Sonra serserilere diklendi:

-Adam mısınız ulan siz.. Adam olan, alnının teriyle çalışan, yavrusuna namusuyla ekmek götüren bir kadına yan gözle bakmaz. Reziller…

Sonrasında da şahsiyetsizlere okkalı iki tükürük fırlattı. Herkesin içerisinde zor durumda kalmak iki serserinin zoruna gitmişti. Biri cebinden bir sustalı bıçak çıkardı. Birkaç saniye sonra diğeri de bir sustalı bıçak çıkardı. Gök gözlü adam kısa bir süre içinde ikisini de etkisiz hale getirdi. Rus Pazarındaki müşteriler, esnaf Trabzonlular ve esnaf Ruslar, bu mangal yürekli adamı alkışlamaya başladılar. Trabzonlu esnaflardan biri dostane tavırlarla; hala alnından kan gelmekte olan Rus kadının yanına yaklaşarak ona yavrusunu alarak oteline gitmesini, ertesi güne kadar dinlenmesini söyledi. Onun tezgahına o gün bütün esnafın göz kulak olacağını söyledi. Rus kadın kendisini kurtaran yürekli adama ve tezgahına bakacak olan arkadaşlarına minnet duydu. Duygulandı. Çok duygulandı. Gözlerinden sicim gibi inmekte olan mutluluk gözyaşları umman oldu. Anlatılır gibi değildi…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.