Dedem koynunda yattıkça benimsin ey güzel toprak,
         Neler yapmış bu millet, en yakın tarihe sor bir bak!
            Eğer yıldızla ay sönseydi de kalsaydı gök Türksüz,

               Kalırdı bence yıldızlar ve aylar kimsesiz, öksüz…

               Bu muhteşem dizelerin sahibi Şair Süleyman Nazif...
            Geçtiğimiz hafta gerçekleştirdiğim İstanbul ziyaretim de yine kendimi Taksim Büyük Parmak Kapı sokakta ki Balcuna Sahaf’ta buldum. Sevimli bir çifttin işlettiği bu ufak ve şirin dükkân daha kapısından içeri girdiğiniz andan itibaren eski kitaplar, fotoğraflar, kartpostallar, taş plaklar ve sahipsiz mektuplarla sizi adeta efsunluyor.. İşte yine o günde kitapların arasında ruhumu kaybetmişken, gözlerim elinde kahve fincanı ile bana doğru yaklaşan hanımefendiye odaklanıyor.. Dükkânın zarif sahibesi kahve fincanı ile birlikte “çok seveceksiniz” diyerek bana bir kitap uzatıyor..; “Malta Geceleri”

Kitabı o gece okuyup bitiriyorum.. 
Bu eserde 
Süleyman Nazif’in sürgüne yollandığı Malta adasında ki anılarını ve Piyer Loti için yazdığı hitabesini bulacaksınız.. Evet, kitabı çok sevdim. Lakin daha çok utandım. Böylesine büyük bir şahsiyeti/şairi bunca geç tanımak benim için onulmaz bir gaflet.. Oysa her Türk genci Süleyman Nazif’ in eserlerini ezber etmeli. Hatipliğini, cesaretini, sabrını, milliyetçiliğini örnek almalı. Kanaatim şu ki bu kitapta Süleyman Nazif okuru gerçekten derinden etkiliyor. Okuduğunuz her cümlede şairin çektiği vatan hasreti adeta tüm hücrelerinizi ele geçiriyor. Öyle ki şair “Malta Geceleri” başlıklı şiirinde vatan için duyduğu kaygıyı hazin bir şekilde ifade ederken, gözlerim şiirinin son kıtasına değdiğinde artık boğazımda ki düğümden nefes alamaz hale geliyorum..;
“Tanrının eli eğer alnıma böyle yazmışsa: / Bu uzak yâd elde gerçekten öleceksem, / Kendime asla acımam… Fakat – Yazık !  Yazık !  /  Korkarım belki vatandan da iz kalmayacak..!”

İşte bu şiirden sonra derin bir acze düştüm. Zira günümüzde de yaşadığımız felaketlerin neticesinde yine vatanseverler handiyse kendi dünyalarından geçecek derecede bedbaht.. Namık Kemal’in dediği gibi; 
“Hüznü Umumi’yi” ta derinden hissediyoruz. Bahis-i şekva hüznü umumidir Kemal / Kendi derdi gönlümün billâh gelmez yâdına..”

Sonradan temin ettiğim bir kaynakta Süleyman Nazif’in hasret ve ümitsizlik içinde kâğıda döktüğü “Malta Geceleri” şiirlerinde ki karamsarlığına yakın dostu Mehmed Akif Ersoy’ u öylesine üzüyor ki “Safahat” adlı kitabında “Gölgeler” şiiriyle dostuna bizzat ismiyle sesleniyor ;
“Ruhum benim oldukça bu imanla beraber / Üç yüz sene, dört yüz sene, beş yüz sene bekler / Malta - Süleyman Nazif”

Şair daha sonra kendisine atfedilen “Gölgeler” şiiri üzerine Mehmed Akif Ersoy’a bir dize ile cevap veriyor; 
“Bu toprağı Türk'ün kanı yoğurdu, annem beni bu günler için doğurdu.”

Bence bu muhteşem dize bizlere o musibet yılları anlatırken aslında günümüze de tercüman olmuş..
Halen bu mübarek topraklar kanımızla yoğuruluyor.

Ankara’ya döndükten hemen sonra bu büyük şairle ilgili arşiv araştırması yapmaya başladım. Ve işte şairin tüm o mutena eserlerine denk olan “Kara Bir Gün” adlı yazısını okuyunca günlerce zihnimi toparlayamadım. Çünkü yazının yazılmasına sebep olan İstanbul’un işgal edildiği o feci günün, tarihimizin en yüz karası hadisesi olduğundan maalesef ülkemizde ki birçok insanın hale malumatı yok.. Oysa Şair o gün yazısında Türk ulusuna şöyle seslenmiş; 
“Aradan asırlar geçse ve bugünkü hüznümüz ve bahtsızlığımız sevince ve mutlu bir talihe dönse bile, yine bu acıyı hissedecek ve bu hüzünle üzüntüyü çocuklarımıza ve soyumuzdan gelecek olanlara nesilden nesile ağlanacak bir miras olarak terk edeceğiz..”

Süleyman Nazif bu yazısından ötürü bulunduğu yerde kurşuna dizilmesi emriyle aranıyor. Kimseden ricada bulunmamasına rağmen gıyabında kendisini seven birkaç devlet adamının araya girmesiyle son anda Malta sürgünüyle infaz edilmekten kurtuluyor.. “Kara Bir Gün” yazısını okuduktan sonra bir kez daha anlıyorum ki; tarihini bilmeyen bir millet sonsuza kadar büyük bedeller ödemeye devam edecek.

Süleyman Nazif 1870'te Diyarbakır'da dünyaya gelir.
Babası, şair ve tarihçi Said Paşa; annesi bir aşiret liderinin kızı olan Ayşe Hanım'dır.

Geçtiğimiz yüzyılın ilk çeyreğinde Türk yazın hayatının en önemli şahsiyetlerinden biri olan Süleyman Nazif Türk nesrinin Namık Kemal’den sonra kalemi kılıç yapabilen en kuvvetli yazarı kabul edilmiş.. Nazif birçok şair ve yazar tarafından Divan Edebiyatın da Nef-î’ ye denk tutulmuş.. Bu, kalemi keskin, dili kaleminden daha sivri tarihin en hazır cevaplı nüktedanı ömrü boyunca kimseye yaranamamış. Bir vakit sonra en yakın bildikleriyle bile aykırı düşmüş. Özellikle milli duygularına dokunulursa ateş kesilen Süleyman Nazif kendisini “Yarım Arap yarım Kürt kökenli emekli bir vali” olarak nitelendiren fitne, fücurlara “ekmekçi ekmek, boyacı boya demek değilse; Türkçü de Türk değildir” diyerek efsanevi bir gönderme 
yapmış. Büyük bir vatansever olan Süleyman Nazif her Türk’ün “Kara Bir Gün” olarak kabul ettiği İstanbul’un işgalini bizzat gören ve yaşayanlardan biri olarak; 9 Şubat 1919 tarihli Hâdisât Gazetesinde siyah bir çerçeve içinde yayınlanan yazısıyla tarihin altın sayfalarında yerini almış.

“Kara Bir Gün”
"Fransız generalinin dün şehrimize gelişi dolayısıyla bir kısım vatandaşlarımız tarafından yapılan gösteriler, Türk'ün ve İslam'ın kalbinde ve tarihinde sonsuza kadar kanayacak bir yara açtı.. Almanya orduları 1871 senesinde Paris'e girdikleri sırada, Büyük Napolyon'un zaferlerini kutlamak için dikilmiş olan zafer takının altından geçerlerken bile Fransızlar bizim kadar hakaret görmemişti. Ve bizim dün sabah saat dokuzdan on bire kadar hissettiğimiz üzüntüyü ve azabı duymamıştı. Çünkü ‘‘Fransız’’ namını taşıyan her kişi, çünkü yalnız Hristiyanlar değil, Yahudi Fransızlarla Cezayirli Müslümanlar, o millî matem karşısında aynı keder ve utanç ile ağlamış ve kızarmışlardı. Biz ise millî varlıklarının ve dillerinin devamını bizim alicenaplığımıza borçlu olan bir kısım halkın hay-huy şamatasıyla, bu aziz matemimize en acı hakaretlerin birer tokat şeklinde atıldığını gördük. ‘‘Buna müstahak değildik’’ diyemeyiz. Müstahak olmasaydık, bu felakete düşmezdik. Her milletin hayat sayfalarında birçok talihler ve bahtsızlıklar vardır. Fransa Kralı Birinci Fransuva'yı Şarlken'in zindanından kurtarmış ve koca Viyana şehrini defalarca kuşatmış bir ümmetin kader defterinde böyle bir kederli satır da gizli imiş.. Arapların güzel bir sözü var: ‘Isbır feinne’d-dehre lá yesbır’ (Sen sabret, çünkü zaman sabretmez) derler."

Firdevsî, “Gidenlerden çok kalanlara ağlanmalıdır” der..
Süleyman Nazif’in maalesef günümüzde şiirleri unutulmuş, heybetli yazıları tozlu raflarda kaybolmuş olmasına rağmen inanıyorum ki bir gün yüce Türk Milleti bu kıymetli şaire hak ettiği değeri verecektir. Süleyman Nazif 04 Şubat 1927’de zatürreden öldüğünde devletin emekli bir valisi olmasına rağmen bütün ömrü boyunca çok namuslu yaşadığı; namusunu asla lekelemediği için cebinden bir lira bile para çıkmaz. Cenazesini belediye kaldırır..
4 yıl boyunca mezarına taş dikilmez..
Şair kendisine hatta ölüsüne gösterilecek vefasızlığı sezmiş olmalı ki bir yazısında şöyle der; 
“Gelecek günlerde, kılıç, fikir, kalem kahramanı yetiştirmek için, geçmiş kahramanlar daima hatırlanmalı ve daima yükseltilmelidir. Nankörlük fertlerden ziyade milletlerin hayat sayfalarını kirletir. Unutmak ise nankörlüklerin en büyüğüdür.”

Bu nankörlük karşısında Ahmet Haşim 5 Nisan 1928 de İkdam Gazetesinde muhteşem bir yazı ile dostunun ruhunu şereflendirir.. Bakın neler yazmış;

"...Süleyman Nazif’in Mezarı..
Süleyman Nazif’in geçen sene öldüğüne dair hiçbirimizin şüphesi yok. Fakat bu hayret verici insanın artık yaşamadığı fikrine alışmak ne kadar zor..! Hâlâ, bize bir oyun yapmak için bir tarafta gizlendiğini ve nerde ise bir kapı arkasından sesinin gürleyeceğini zannediyorum. Böyle kudretli bir insanın ölmesi, rüzgârın sonsuza kadar durması gibi imkânsız görünüyor.

Fakat onu tanımış olanların şüphesi ve hayali ne olursa olsun, Süleyman Nazif artık yaşayanların dünyasından uzak, yeraltı âleminin sakinleri arasında bulunuyor. Koca bir değirmeni harekete geçirmeye yetecek gücü, bazen bir tek cümlenin içine sıkıştırmayı bilen o kasırgalar kardeşi; ihtimal, şimdi topraklar altında ya bir zelzele şekline girmiş ve yahut, yarın yıldırımlarla oynaşacak koca bir çınar halinde fışkırmaya hazırlanıyor.
Süleyman Nazif’in mezarı hâlâ yapılmamış. Bunu, mezar yapmak için bir kurulun yeni oluşturulduğu haberinden öğreniyoruz. Elli altmış kuruş küçük bir miras bırakmış olan bu büyük Türk edebiyatçısının mezarını bundan sonra da yapmasak pekâlâ olur.. Bu gibi aç ölenlerin çürümüş kemiklerine mermerden bir köşk yapmaya kalkışmaktan ne çıkar..? Sadaka ile dikeceğimiz iki taş, o tunç lisanın, kendi sahibine yaptığı çınlayan bir mezardan daha güzel ve daha sağlam mı olacak ?.."

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
Kamuran 8 yıl önce

Şu günlerde gerçekleri kaleme alacak cesur yüreklere o kadar çok ihtiyacımız varki ama malesef yok. Şimdi tv ler ve gazeteler laf cambazları ile dokunuz her tarafımız kalemşörlerle dolmuş birde birbirleri ile yarışıyorlar en iyi saptırmayı kim yapacak en iyi cilayı kim çekecek diye elinize yüreğinize sağlık bir gerçeği milletin gözüne soktuğunuz için