Kitle iletişim araçlarıyla dayatılan “tüketim öncelemeli modern yaşam”ın,  gündelik yaşamın kalıplarını bizatihi belirleyerek, insanı nesneye dönüştürdüğü görülmektedir.  Çünkü bireyin kontrol altına alınması, bireyin gündelik yaşamdaki tüketim eylemleri ile mümkün olabilmektedir.  Yazılı ve görsel basın tarafından olumlanan “modern yaşam biçimi”, ticari tüketim mallarına odaklı insan zihnini reklamlarla sürekli meşgul ederek, tüketim mallarını cazibesine kaptırarak, doğadan koparmaktadır. İnsan kendi kendine bırakıldığında doğayla bütünleşmesini kolaylıkla sağlayabilecekken, insanın aklı ile tercihini yapmasına fırsat verilmemekte, zihni tüketime programlanmaktadır. Tüketim toplumunun değer yargıları ile karşılıklılık içindeki insan, maddi unsurlardan teşekkül etmiş yaşam biçiminin çıkmazında debelenmekte, “modern yaşam”ın sunduğu “nimetler” ile insana özgü değerlerden uzaklaşmaktadır. Küresel şirketlerin ticari önceliklerinin kobayı olarak sahte mutluluklarla efsunlanan “ticari birey”, kendi kültürüne, kendi doğasına yabancılaşmıştır.

Tüm dünya toplumlarını etkisi altına alan “popüler kültür” dayatması ve “tüketim toplumu” alışkanlıkları, bünyesinde yaşadığı ülkenin yüzyıllardır süregelen gelenek ve törelerini etkisiz hâle getirmektedir. “Halk tarafından benimsenen popüler kültür” hangi koşullarda ve nasıl medyada gelmektedir?” Başka bir deyişle “popüler kültür” halkın binlerce yıllık destan, menkıbe, efsane ve toplumsal mitleriyle savaşmak mıdır?

Dünya’nın gelişmiş ülkelerinin teknolojileri ile birlikte yaşam biçimlerini de az gelişmiş toplumlara dayattığı, ABD ve Avrupa’ya özgü değerlerin hızla benimsendiği görülmektedir. Örneğin Japonya ve Singapur gibi geleneksel değerlerine bağlı ülkelerde Batılı ülke değerleri hızla yaygılaşırken, ülkemizde de bu değişim yaşanmakta, özellikle bilgisayar, telefon vb.ni kullanan bireylerin, o teknolojiyi üreten ülkenin yaşam biçimini benimsediği bilinmektedir.  Teknolojinin esir aldığı bireyler, bilgisayar, telefon vb.nin yazılım dilinin İngilizce olması sebebiyle, bu dili kullanmakta bir sakınca görmemektedir. E-posta yazışmalarında Türkçeye özen göstermeyen bireyler, İngilizce ve Türkçe karışımı bir dili tercih etmektedirler. Selam yerine slm, nasılsın yerine nsın gibi anlamsız kısaltmalarla dilinin kullanım alanını iyice daraltmakta ve yabancı dil özentisi hızla yayılmaktadır.

Günlük konuşma dilinde görülen tümce yapılarının “Napıyorsun, öptüm görüşürüz, iyidir, görüşemiyoruz, gelicem, kendine iyi bak, sana dönücem, ben kaçtım, bu iş beni bozar, delikanlılık raconuna ters” biçiminde anlatım biçimlerine dönüştüğü gözlenmekte, televizyon dizilerinde de aynı sözler kullanılmaktadır. Kırsal kesimden büyük şehre göçün ve çarpık kentleşmenin meydana getirdiği yaşam koşulları ve yaşam biçimleri nedeniyle argo ve kaba anlatım sözcükleri yaygınlaşmaktadır. Günlük dilde sıkça kullanılan argo sözcükler, televizyon dizi ve programlarında da sıkça görülmektedir. Bunlar: çakarım ha, falan filan, laf, kepaze, rezil, keriz, alengirli, b..k, enayi, hanzo, kıro, hastir vb.

Kişiler arası sözlü iletişimde, özellikle büyük şehirlerde konuşulan dilde görülen en belirgin değişim, özellikle seslenme sözcüklerinde ortaya çıkmaktadır Eskiden büyük şehirlerde sık duyulan beyamca, beybaba, amcabey, beyim, beyefendi yerine dayı; küçük hanım, hanım kızım, hemşire yerine yenge, anne, abla, bayan; birader yerine yeğen, yeğenim, koçum, kardeş yerleşmeye başlamıştır. Aynı seslenme sözcüklerinin televizyon programlarında da kullanıldığına tanık oluyoruz. Bir özel radyoda deniz ve yaz tatili konusunda konuşan spiker, “deniz kenarında mal gibi yatmak”tan söz etmekteydi. Anadolu ağızlarında büyük baş hayvanlar için kullanılan mal sözüne, bir kitle iletişim kurumunda yer veriliyordu. Bu örnek, kırsal kesim insanlarının söylemlerinin kitle iletişim araçlarına yansıdığını göstermektedir.

Türkçedeki “kirlenme” toplumsal ve kültürel değişmelerin, yazılı ve görsel basın kuruluşlarındaki Türkçe yazım ve ifade yanlışlarının bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Radyo ve televizyonlarda sık rastlanan söyleyiş (telâffuz) yanlışlarının bir kısmı bilgisizlik ve eğitimsizlikten, bir kısmı dikkatsizlikten, bir kısmı da çabuk konuşmadan kaynaklanmaktadır. Ölçünlü (standart) dile uymayan ve ağız özelliklerini yansıtan söyleyiş şekilleri de sık görülmektedir.  Yabancı dillerden dilimize geçen, yabancı kökenli sözcük ve anlatımların günlük konuşma diline ve dolayısıyla kitle iletişim araçlarına yansımalarına örnekler verebiliriz:
Ölçünlü dili etkileyen en önemli olgu teknoloji ile gelen araç-gereç adlarıdır. Bilgisayar-televizyon, iletişim teknolojisi alanındaki sözcükler: disket, mouse, printer, fotokopi, modem, data, faks, fakslamak, video, videotex vb.
Ekonomi ve siyasal alanda kullanılan bazı sözcükler: Yap işlet devret, megapol, medya, rating, promosyon, showrom vb.

Batılı ülkelerin kültürümüzü etkisi altına alan “hızlı yaşama, hızlı yemek yeme” alışkanlığı  yaşama biçimimiz hâline dönüşürken, dilimiz de bu yaşamın sözcüklerinden nasibi almaktadır. Yabancı dilerden dilimize geçen bazı sözcükler: Gecekondu, apartkondu, apart otel, abonman kartı, bankamatik, döviz büfesi, halk otobüsü, fitness center, fame city, kat kaloriferi, poster, poşet, separe mutfak, travesti, transseksüel, stres, maço, maganda, zonta, fast food, pizza, snack bar vb.

Öte yandan “popüler kültür” algısının etkisiyle günlük yaşamda kullanılan yapay dilin, bütünüyle Türkçe olmasa da, Türkçeye uygun olan kavram ve sözcüklerin geliştirilmesine yardımcı olduğuna tanık oluyoruz. İşte kitle iletişim araçlarında da yer alan bu kavram ve sözcüklerin bazıları: Alt geçit, anakent, atıksu, çevre kirlenmesi, çevre yolu, doğa yürüyüşü, içgöç, endüstri tasarımı, gürültü kirliliği, halı saha, indirimli satış, kamuoyu araştırması, kadın sığınma evi, konut üretimi, okul öncesi eğitim, otobüs özel yolu, özel sürücü kursu, toplu konut, turizm patlaması vb.
 
George Orwell’in “1984” adlı romanında günümüze gönderme yaparak anlattığı gibi “mutlak kontrol sistemi” ile her bireyi gözetlemek mümkün olmaya başlamıştır. Tek boyutlu toplumun ve düşüncenin oluşturulmasında en önemli araçlardan biri de kuşkusuz “dil”dir. Dil zenginleştikçe, düşünce de zenginleşir. Orwell, eserinde bu düşünceden hareket ederek, yeni bir dil yaratma çabasından söz eder. Buna göre, eski dilin kelimeleri, “iskelet hâline” getirilinceye kadar kesilip biçilecekti. Amaç, örneğin, “iyi” kelimesinin tersi olan “kötü” kelimesi kullanılmayacaktı. Bunun yerine “yok iyi” öneriliyordu. Yine, “iyi” kelimesinin derecelerini belirten kelimeler de kesilip biçiliyordu yeni dilde. Örneğin, “Mükemmel”, “mümtaz” yerine, “artı iyi”, “katmerli iyi” gibi kelimelerin kullanılması düşünülüyordu. Neticede iyilik ve kötülük kavramı gerçekte tek kelime ile elde edilecekti.

Orwel romanında, düşünce hayatını yok etmek ve ülkenin geçmişiyle ilişkisini koparmak için en başta dili tahrip etmek ve sürekli yeni kelimeler üretmek gereği üzerinde durur. Halk içeriği boşalmış kelime ve kavramlarla birbirini anlamadan konuşmaya zorlanmaktadır. Eski kavramlardan ve eski kelimelerden arındırılan yeni dilin adı “Yeni konuş”tur.

Yeni konuşun temel ilkesi düşüncenin tüm türlerini olanaksız kılmak, düşünme sınırlarını daraltmaktır. “Gerek duyulan her kavram tüm eşdeğer sözcüklerinden sıyrılarak, anlamı kemikleştirilmiş tek bir sözcükle anlatılacak... Sözcük sayısı her yıl biraz daha azalacak ve bilincin alanı her yıl biraz daha daralacak...” Yani sonuçta bütün kavramların içi ya hiçbir şey ifade edemeyecek şekilde boşaltılmıştır veya tamamen tersi kavramlarla doldurulmuştur. Orwell’in toplumun dilini değiştirmekteki amacı, kuşkusuz, kelime sayısının azaltılması değildi. Belki bundan daha da önemlisi, kelimeleri karşıtı ile açıklamak suretiyle, onları anlamsızlaştırmaktı.

Günümüze dönersek, “Sözcük sayısı her yıl biraz daha azalacak ve bilincinin alanı her yıl biraz daha daralacak” olan tek boyutlu toplum ve düşünce konusunda Türkçemize yeni görevler düşmektedir. Kavramları anlamlarından uzaklaştırmakla, yerine yabancı kökenli sözcükleri getirmekle, toplumun temel direği ana dilimize en büyük kötülüğün yapıldığına tanık oluyoruz. Dünyada egemen olan yepyeni bir dil doğmaktadır. Dilimizi bir örümcek ağı gibi saran bilgisayar vb. teknolojilerle gelen yabancı sözcüklerle, yanlış telaffuzlar ve yazım yanlışlarıyla, tüketim toplumunun değerlerinden biri olan “tüketme” ile karşı karşıya kalmaktayız. Teknolojinin büyük bir hızla baş köşeye oturduğu günümüz dünyasında hızla tüketilen değerler arasına Türkçemizi de katmak istemiyorsak bu konuda acil önlemler almalıyız.  

Kültürünü, dilini, geleneklerini, tarihsel kazanımlarını tüketmemiş ve korumuş bir toplum olarak kalmak ve yeni nesillere binlerce yıldır yaşattığımız değerleri, en başta Türk dilini bırakmak istiyorsak eskisinden çok daha duyarlı olmalıyız. Dinamik bir toplum yapısına sahip olan ve sürekli olarak kendini yenileyen toplumumuzun, söz konusu “bozulma ve kirlenmenin” önüne geçerek dilini, kültürünü, tarihini ve kimliğini koruma gücüne sahip olduğu düşüncesindeyiz.
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.