Uykunun beni unuttuğu dondurucu bir gecede, gözlerim okuduğum kitaba adeta hapsolmuş... Yazarın etkileyici üslubu, zamanı yok etmiş ruhumu, insanlık tarihinin en acı sürgün ve katliamlarından biri olan Kırım Tatarlarının vatanlarından koparıldığı o lanetli Mayıs akşamına götürmüştü..

Kedimin göz yaşlarımı silme çabası beni daha da duygulandırıp iyice ağlamaya başlamışken telefonumun sesi ile irkildim. İnsan epeyce yaş aldığında, o telefon gece çalıyorsa, çok hayra yorulmuyor.
Arayan can dostum Telli'ydi. Aynı anda panikle, ne oldu, diye sorduk birbirimize. Ben durumu açıklayınca sesinde müniş bir tınıyla "Yetmiş yıl geçmiş, üzülme bu kadar ablacım" dedi ve sabahı karşılayan kuşlar gibi şen bir sesle "Köye gidiyorum, geliyor musun?" diye sordu. Saate baktım, gece yarısını çoktan geçmişti. "Demek ki nasipte uyku değil yol varmış, geliyorum." dedim.
Yarım saat sonra Maşat Höyük köyüne doğru yola çıktık. Hititlere ev sahipliği yapmış, hazine değerinde olan bu yerleşke Horasan'ın başşehri Meşhed bölgesinden göç eden Türkler tarafından yurt edinmiş, olağanüstü bir kültür mirasıydı.

Yolda Telli gülerek "Sahi, ne çabuk hazırlandın" diye sordu. Biraz sitemle "İnsan otuzlarında her anlamda neye ihtiyacı olacağına, nerede durup nerede yol alacağına sahip bir bilince ulaşıyor, o yüzden çabuk oluyor her şey, büyüyünce anlarsın." diye cevap verdim; güldük..
"Peki bizi gece yarısı yollara düşüren hangi duyguydu, söyler misin?"  diye sorduğumda "Akşam Telli bacı ile konuştuk. 'Guzum göresidim. seni' dedi. O öyle diyorsa gitmekten başka seçenek yok, ne sabırlıdır bilirsin"

Telli bacı, babaannesiydi.
Köye gelin geldiğinde iyi yüreği hemen anlaşılmış, büyük küçük herkesin bacısı olmuş, bilgelikle yaratılmış özel bir kadındı.1980 İhtilalinde, en küçük oğlu, kaldığı yurttan bir gece yarısı götürülmüş bir daha da onu gören olmamıştı. Telli bacı, oğlunun yok edildiğini hiç kabul etmemiş, kimseye yas tutturmamış, hiç "Özledim!" dememişti. O günden sonra bu ulu kadın ne zaman birine "Özledim seni..." dese emir kabul edilir; özlem giderilirdi.

Köye vardığımızda gün ışığı gözlerimizdeydi. Köy meydanında kırmızı yeşil boyalı, değişik desenlerle süslenmiş epeyce eski bir kapının önünde durduk. Aslan figürlü kapı tokmağını birkaç kez vurduk. Bir süre sonra, yetmişlerinde genç (?) bir kadın "hayrolsun erenler" nidasıyla açtı kapıyı.. Kim bilir belki de 35 yıl sonra evladı geldi sanmıştı; gözleri ateş gibiydi. Narin vücudu incecik, dimdikti. Tel tel örülmüş, kına sürülmüş gür saçları, aynı kapısı gibi değişik figürlerde boncuklarla süslenmiş, yanaklarıyla uyumlu kırmızı oyalı yazması ayrıca bir asalet katmıştı bu en fazla ellilerinde gösteren kadına.
"Kurban olurum; muştular olsun.." diye bağrına bastı bizi... Hemen yatak serdi; girin içine ben şimdi sobayı yakarım, dedi.

Bu yıl kış çok kızgındı ant içmişti adeta her şeyi dondurmaya. İki iri odunla odaya girdi Telli bacı. Sobayı tutuşturmaya çalışırken sesi köy meydanındaki pınar gibi gürül gürüldü. Nasırlı küçük elleriyle, sanki yanacakları için özür diler gibi zarifçe tutuyordu sobaya attığı odunları. Sobanın sıcaklığını iyice hissettiği an bana dönüp "Çok göresidiydim.." dedi. Kız çocuğu gibi pembeleşti yüzü, torununa baktı; ağladı. Telaşla sobanın altını siliyor "Kusura kalmayın" diyordu.. "Haber vermediniz, acıkmışsınızdır."
Koşarak odadan çıktı , eteğinde iş evinden getirdiği patatesleri kuzineye attı, sobanın üstündeki güğüme ve altı is tutmuş demliğe su doldurdu. Genç kız çevikliğiyle, sobanın yanında eski hırkalara kat kat sarılmış bakır kabı açtı, sevinçle "Hamur kabarmış, size pişi yaparım." dedi. Babaanne torun cemre kelebekleri gibi odanın içinde koşturup duruyorlardı. Dönüp etrafıma baktığımda "Bu köy evi dünyanın en huzurlu yeri."diye mırıldandım. Duvarda birçok resim vardı; oğullar, kızlar, torunlar ama benim dikkatimi çeken işportadan alındığı belli olan sararmış tablolardı. Hz İbrahim'in oğlu İsmail'i kurban edecekken gözü bağlı bir koçun indiği tablo; yine başka bir tarafta Hacı Bektaşi Velinin başında külah, elini kalbine koyduğu resim; başka bir yerde Hz Ali ve 12 imamın tablosu...Babaanne torun, koyun kuzu misali sarılmış hasret giderirken beynim bana küçük oyunlar oynuyordu.

Kurban kültürü dünyanın var oluşundan beri vardı. İnsanoğlu inandığı tanrılara mutlaka bir şey sunmak isteği duymuş, hatta belli dönemler bu korkunç boyutlara ulaşmıştı. Bir çok kaynağa göre Kenan (Filistin) da batı Samileri diye adlandırılan bir halk "Baal" adındaki tanrılarının tunç heykelinin karnındaki fırında, her ailenin doğan ilk bebeğini yakmış, böylece Tanrı’yı doyurduklarına inanmışlardı. Ortaçağda bir çok kaynak, Baal ismini şeytanla tasvir etti. Bir hayvan sever olarak -karşı olsam da- Hep İslamiyet'teki kurban geleneğinin, bir daha bu sapkınlıklar yaşanmasın, diye hayvan kurban edilmesiyle kısıtlandığını düşünmüşümdür.

Hoş hala kurban ediliyoruz. Sığ iktidarlar, erkek hırslarının sonucu çıkan savaşlar, daha bir çok etken hala insanoğlu kendi şeytanına şeklini değiştirerek kurban veriyor. Yine eli kalbinde başında külah olan Bektaşi tablosundaki duruş, yapılan arkeolojik kazılarda bulunan Hitit kralı İdrimi Tanrı Zeus ve Bilge Kağan’la tıpatıp aynıydı. Dünyanın sırrı insanoğluna aydınlanması için defalarca fırsat tanımış her defasında döngü başa dönmüştü. Beni asıl dehşete düşüren 12 rakamının gizemiydi. Bütün Dünya halkı adeta bu gizemin içindeydi. 12 havari, 12 imam,12 ay, 12 buç, Hz. Yakup'un 12 oğlu (ve İsrail'in 12 kabilesi) 12 tapınak şövalyesi, İncil'de bahsedilen Meryem Ana'nın başındaki 12 yıldızlı taç, Hinduizm'de de Buda'nın da 12 öğrencisi o kadar çok örneği vardı ki, dostum koluma dokununca ne kadar daldığımı anladım.

"Uyuyor musun..?" diye sordu..
"Bilakis, uyanıyorum!" dedim. Şaşkın gözlerle.. 
"Anlamadım?" dercesine baktı yüzüme,
 "Boş ver" dedim sessizce...

Telli bacı bir kase cevizle geldi yanımıza, yarısını serdiği sofra bezine boşalttı. "Komşudan tereyağı, çökelek alıp geleceğim." dedi. Arkasından kahkahalarla güldük, bu köyde para yok; değiş tokuş vardı. Odayı baygın bir ıhlamur kokusu sarmış, bu kış evini Ege’nin Haziran akşamlarına çevirmişti. Kısa sürede Telli bacı bu mütevazı köy sofrasını sultan sofrası yaptı. Çam balı, tereyağı, çörek otlu çökelek, kuru domates, kuzinede pamuk gibi olmuş patatesler, kaymak, bakır kasede buharı dans eden keçi sütü, çay, ıhlamur... Bizi sofraya davet ederken "En kötü sofranız Bey sofrası olsun, siz varmadan bereketiniz gideceğiniz yere varsın." diye de ekledi.

Küçük elleriyle çabucak hamuru açıyor, yazdan kuruttuğu kaynar suda eski tazeliğine kavuşturduğu ebe gömeci, ısırgan ve yemliğe kuru soğan doğrayıp bahçesinin biberlerinden yaptığı pul pul kırmızı tozla da zenginleştirdiği içi, hamura katıp kızartıyordu. Hayatımda yediğim en lezzetli pişi böylece damağımla birleşiyordu. Saatler ilerledikçe üç genç kadın, sohbetin evinde şaha ulaşmıştık; bu kadim kadın yeniden kalbimize nuru üfledi; şifalı elleriyle 'nazarımız çıksın' diye sırtımızı ovdu; gözümüze ekmek sürüp kapısındaki -deli oğlan- dediği kangalın önüne koydu. "Üçler, yediler, kırklar hu..!" diye dualar ederek kurşun döktü.. Başımızda Üzerlik otu tütsüledi...  Ve ellerimizi tuttu ''inanın evlatlarım Yaradana inanın. Kin, isyan, kibir şeytan sofrasıdır aç kalın, açıkta kalın yine de oturmayın. Severek yaşayın'' dedi.
Sonra usulca muhteşem bir deyişi kulağımıza nakşetti...;

Türab ol ki, çiğnesinler üstünü,
Anda fark et düşmanını, dostunu,
Nesimî gibi yüzdüregör postunu,
Türablıktan a'lâ yol mu bulunur..


Sobanın şavkı tavanı aydınlatırken akşam geceye dönmüştü. Mis gibi ana kokan kadının kollarından sıyrılıp, dönmek zorunda olduğumuz cehennemi o saatlerde unutup hikayeler dinleyerek uykuya kavuştuk.


 
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
A.Çekirdek 7 yıl önce

Turab kelimesinde rahmetli Neşet Ertaş aklıma geldi. O da dinleyicilerine seslenirken "ayağınızın turabı olayım." derdi. Şimdi daha iyi anladım. Emeğimize sağlık. Yazıda o kadar çok şeyler var ki.

Misafir Avatar
Aslıhan Tibet Ceylan 7 yıl önce @A.Çekirdek

Çok Teşekkür Ederim

Beğenmedim! (0)