Annem, babam ve kardeşlerimle ne zaman tanıştığımı hatırlamıyorum. Akli melekelerim yerinde olmasına rağmen tanışma kavramının ne olduğunu bilemediğim için herhalde… Her ne kadar onların öz benliklerinden kopmuş da olsam, bir karşı karşıya gelme durumu ve sonuçta bir tanışma durumu var.

Ne ilginçtir ki Atatürk ile de ne zaman tanıştığımı hatırlamıyorum ben.
Babam dokuma işçisi, sürekli işinde gücünde olan bir adamdı. Gazete okuru değildi, sanırım 1974 ‘den sonra televizyon ile yaşamaya başlamıştık. O zaman bir tek TRT kanalı vardı; yayın İstiklal Marşı ile başlar, İstiklal Marşı ile sona ererdi. Benim çevremde bundan rahatsız olan kimseler yoktu, ben denk gelmedim…

Atatürk ‘ü ilk defa televizyonda ya da ablalarımın ve abimin ilkokul kitaplarında görmüş olabilirim. Televizyonda görmediysem, onların kitaplarında görmediysem, 1975 yılında ilkokula başladığımda kendi kitaplarımda kesinlikle gördüm. Bana Atatürk ‘ü sevmek gerekir diye ailemden kimsenin bir söylemde bulunduğunu hatırlamıyorum; belki ilkokulda, öğretmenlerim bu tür bir söylemde bulunmuş olabilirler. Belki de okuduğum şiirlerde veya yazılarda bu tür söylemler geçmiş olabilir. Neyse; anlatmak istediğim, ben Atatürk ‘ü de annemi, babamı ve kardeşlerimi sever gibi sevdim.  Onu ailemden biri gibi sevdim, ailemin en büyüğü olarak sevdim ama kendim gibi de sevdim. O kadar yakın hani…

Okula her Pazartesi İstiklal Marşı ile başlayıp, her Cuma İstiklal Marşı ile bitirdik. Her günde andımızı söylerdik. Unutmadık ama hatırlayalım yine de;
“Türküm, doğruyum, çalışkanım.
İlkem; küçüklerimi korumak,
büyüklerimi saymak,
yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir.
Ülküm; yükselmek, ileri gitmektir.
Ey büyük Atatürk!
Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe,
hiç durmadan yürüyeceğime and içerim.
Varlığım, Türk varlığına armağan olsun.
Ne mutlu Türküm diyene !..”


Teşekkürler Reşit Galip…
Reşit Galip andımızı yazan Eğitim Bakanımızdır.
O dönem benim çevremde andımızın okunmasından rahatsız olan kimseler yoktu, ben denk gelmedim.
Mustafa Kemal Atatürk bu ülkenin gerçeğidir. Her yerde ve her şeyde vardır… Bence öyle de olması gerekir. O bu ülkenin makûs talihini tersine çevirmiş bir dahi, bir dehadır. Mutlaka, “o kadar büyütme” diyenler olacaktır. İyi de ben büyütmüyorum ki !
Ben onu ailemden biliyorum, canımdan biliyorum, kendimden biliyorum, ben onu kendimle eşitliyorum… "Mustafa Kemal Atatürk demek ben demek, ben demek Mustafa Kemal Atatürk demek" diyorum. Sakın yanlış anlaşılmasın; bunu yaparken kendimi büyütme derdinde, tasasında değilim. Sadece onunla özdeşleşmiş hissettiğimi vurgulama derdindeyim ben… Yani benim derdim başka…

Bizim onun "izinde" olduğumuz hikayedir hikaye…
Biz onun özündeyiz, o da bizim özümüzde…
İşte budur asıl mesele…

Dedim ya ben onu büyütmüyorum, çünkü onun benim onu büyütmeme ihtiyacı yok ki ! Onu büyütenler aslında karşısına alanlardır; bu davranışları ile de hayatlarının hatalarını yapmaktadırlar, onun büyüklüğünü kabul etmiş olduklarından savunmaya geçmekte olduklarının farkına ne zaman varırlar dersiniz...

İlahi aşkın peşinde koştuğunu söyleyip de Mustafa Kemal Atatürk ‘e karşı duyulan ilahi aşkı anlayamayanları zavallı olarak nitelendiriyorum. “Ben Allah'tan başka kimseye ilahi aşk duymam” dediklerini duyuyorum. Yazık, yazıklar olsun…
Oysa içine konulmuş olan, hissedebildiğin bu aşkı; "başta Allah olmak üzere" dinine, kitabına, peygamberine, toprağına, bayrağına, devletine, milletine, Atana, atalarına, babana, anana, eşine, evladına da duyabilmelisin diye düşünüyorum ben…

Siz nasıl isterseniz…
Neyi, kimi, nasıl sevmek isterseniz seviniz…
Yalnız bir uyarıda bulunma gereği duyuyorum.

Bakın tekrarlıyorum; neyi, kimi, nasıl sevmek isterseniz seviniz…
Yalnız benim ilahi aşklarıma dokunmayınız, Allah aşkına…
Bakın dalganıza boyunuzu aşmasın…

Bir ara heykellerine kafayı taktığınız, devlet protokolündeki yeminlerden adını kazımaya çalıştığınız, dirisine saygı duymadığınızı bildiğimiz halde ölüsü ile bile uğraşmaya kalkıp Anıtkabiri ile uğraştığınız, müfredattan çıkarmaya çalıştığınız Mustafa Kemal 100 yıl taşıdı bu ülkeyi…

15 yılı ancak aşmışken; Karadeniz’de geçirmiş olduğunuz fırtınalarda, Akdeniz‘de Ege’de yaşanan tusunamide , Güneydoğu sınırlarından topladığımız, Amerikan marşlarında halay çekmeye kalkıp, AB marşlarında alay konusu olan sizler kendinize gelseniz iyi olacak… Kendinize gelemiyorsanız bize gelin bak; biz değişmedik, halen gariban dokumacı ırgat Mehmet'in oğlu olarak ben garibanlığa, ırgatlığa devam ediyorum. "Çünkü Dokumacı Mehmet; bana çalmayı öğretmedi, başkasının ırzına, namusuna bakmayı öğretmedi, kalp kırmayı, hakaret etmeyi öğretmedi…" Bir Anadolu Çocuğu olarak Anadolu‘dan öğrendiği "eline, beline, diline hakim olmayı", yine bir Anadolu Çocuğu olarak yetiştirdiği bana öğretti, tembih etti, el verdi…
Eyvallah Dokumacı Mehmet, eyvallah…
Gözünü seveyim meraklanma !
Mustafa Kemallerin ölmeyeceği bu topraklarda sen de ölmeyeceksin, senin gibiler de ölmeyecek…
‘Aleykümesselam’ diyerek canını almaya gelen Azrail‘e gönül rahatlığı ile canını teslim eden Mustafa Kemal Atatürk gibi senin de gönül rahatlığı ile gözlerini kapatıp bu dünyadan gittiğini biliyorum.

Mustafa Kemal'in ilk Meclis Kürsüsünden; “İşittim ki bazı arkadaşlar yoksulluğumuzu bahane ederek memleketlerine dönmek istiyorlarmış. Ben kimseyi zorla Milli Meclise davet etmedim. Herkes kararında hürdür, bunlara başkaları da katılabilirler. Ben bu kutsal davaya inanmış bir insan sıfatıyla buradan bir yere gitmemeye karar verdim. Hatta hepiniz gidebilirsiniz. Asker Mustafa Kemal mavzerini eline alır, fişeklerini göğsüne dizer, bir eline de bayrağı alır, bu şekilde Elmadağı ’na çıkar, orada tek kurşunum kalana kadar vatanı müdafaa ederim.
Kurşunlarım bitince bu aciz vücudumu bayrağıma sarar, düşman kurşunlarıyla yaralanır, temiz kanımı, kutsal bayrağıma içire içire tek başıma can veririm. Ben buna and içtim.”
Haykırdığı gibi ben de bu köşemden diyorum ki;
“Ant içtim;
Ne Mustafa Kemal‘i ne de Dokumacı Mehmet'i; ne ABD'ye, ne AB'ye, ne İsrail'e ve İngiltere'ye; ne de onların yerli işbirlikçilerine yedirmeyeceğim !.. 
Ki tek başıma kalsam bile,
Ki ekmeğimden, ocağımdan, hatta canımdan olsam bile…”   
 

Bu da böyle biline...

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.