Birkaç gündür yağmur neredeyse hiç kesilmemişti. O gece de yağmur ara vermeden yağıyordu. Orta yaşlı adam ana caddeyi gören penceresinin yanında duran hardala yakın tekli koltukta oturdu. Ocağın sonlarıydı. Velhasıl hava da çok soğuktu. Üzerinde mavi çizgili bir oduncu gömleği vardı. Yünlüydü gömlek lakin doğalgazın seviyesi normalde olmasına rağmen evin içine neredeyse kar yağıyordu. Saçlarının çoğu beyazlaşmış olan adam, uzun zamandır ağrıyan dizlerinden destek alarak ayağa kalktı. Şiddetini daha da arttıran yağmura baktıktan sonra mutfak balkonuna gitti. Kombinin derecesini yükseltti. Oradan mutfakta ocağa çay koydu. Yatak odasına geçti. Gardırobundan gri hırkasını çıkarttı. Giydi. İyi geldi. Evin artan sıcaklığıyla birlikte hırka adamın kemiklerinin ısınmasını sağladı. Sonra çayını demledi.

Çay demlenirken mutfak masasının üzerindeki gazeteyi aldı. Ön sayfaya şöyle bir göz gezdirdi. Haberler her zaman olduğu gibi yine iç karartıcıydı. Onlarca can sıkan haberin arasında biri iki güzel haberi ara ki bulasın diye geçirdi içinden. On dakikaya yakın iç sayfalara da göz gezdirdi. İçi karardı. Kendini kötü hissetti. Neyse ki çayının demlenmesi imdadına yetişti. Güzeller güzeli Kar Prensesi Kızının geçen doğum gününde hediye ettiği yeşil kupaya demli çayını koydu. Ocağı kıstı. Oturma odasına döndü. Radyoyu açtı. Türk Sanat Müziği vardı. Ziya Taşkent, sanat güneşi Zeki Müren’in unutulmaz bir bestesini, o insanın ruhunu dinlendiren sesiyle söylüyordu. Keyfi yerine gelir gibi oldu. Çok sevdiği koltuğuna yeniden oturdu. Önündeki kestane renkli sehpanın üzerinde duran sigara paketinden bir sigara çıkarttı. Yaktı. Koltuğunu hafifçe cama doğru çevirdi. Dakikalardır inatla yağan yağmur hızını biraz olsun kaybetmişti. Kaybetmişti kaybetmesine lakin yağmur damlacıkları aynı inatla cama vurmaya devam ediyorlardı. Oda da iyice ısınmıştı. İnce yüzlü adam sigarasından derin bir nefes çekti. Tiryakiydi. Doktor sigarayı bırakmasını söylemişti ama onu dinlemeye pek de niyeti olmamıştı. O esnada radyoda Mustafa Sağyaşar Avni Anıl’ın bir bestesini seslendiriyordu. Tavşan kanı çayından bir yudum aldı. Sıkıntılı bir gün yaşamasına rağmen, özellikle bu son şarkı onu biraz da olsa mutlu etmişti…

Çok geçmeden yağmur, sulu sepkene dönüştü. Akşamın karanlığı yerini gecenin zifiri karanlığına bırakıyordu. Adam bitmek üzere olan sigarasından derin bir nefes daha aldı. Duman camda derin bir buhar kümesi oluşturdu. Buhar kaybolduğunda, adam karşı caddede yavaş yavaş kara çeviren sulu sepkenin altında hızlı adımlarla ilerleyen üç kişi gördü. Yalpalıyor ve şen şakrak sesler çıkartıyorlardı. Muhtemelen meyhaneden geliyorlardı. Yüzleri pek seçilmiyordu. Çok geçmeden gözden kayboldular. Adam arkalarından bakarak içten bir tebessüm etti. Muhtemelen biraz sonra evde hanımlarından sağlam birer azar işitecek ve yüzlerine adeta soğuk su vurulmuş gibi kendilerine geleceklerdi…

Mutfağa geçti. Çayını tazeledi. Dönüşte radyonun sesini biraz daha açtı. İyi ki de açtım diye düşündü zira şarkıyı söyleyen Safiye Ayla idi. Koltuğuna şöyle bir yerleşti. Şarkının, o enfes şarkının tadını çıkarmaya başladı. Son sigarasını da keyifle yaktı. O ara gözü, hırkasının altındaki oduncu gömleğine takıldı. Bütün neşesi adeta bıçakla kesilmiş gibi yok oldu. Aklına liseyi bitirdikten sonraki yıl gittiği dershanede tanıştığı kız geldi. Bu oduncu gömleği de onun hediyesiydi. Aradan otuz beş yıla yakın bir süre geçmesine rağmen adam o gömleği gözü gibi kollamıştı…

Son sigarasının yürek burkan dumanında geçmişe doğru bir yolculuğa çıktı. Aynı sınıftaydılar. Daha ilk günden delikanlı, uzun siyah saçlı genç kızın kendisinden hoşlandığını anlamıştı. Kız o kadar güzel bir kız değildi. Yüzünde sivilceler vardı. Belki de bu yüzden güzel görünmüyordu kız. Delikanlı kızdan hoşlanmadı. İlerleyen günlerde arkadaş olmuşlardı. Arkadaş grubu içinde kah dershanenin üst katındaki kantininde teneffüslerde birlikte vakit geçiriyor, kah dershane çıkışı Bursa Heykele yakın bir kafede sohbet ediyorlardı. Delikanlı kızın altın gibi bir yüreği olduğunu çok geçmeden anlamıştı. Sınıfta birlikte oturmaya başladılar. Kız her geçen gün, delikanlıdan daha fazla hoşlanıyor olsa gerek, bakışlarıyla ona onu ne kadar çok sevdiğini söylüyor gibiydi. Delikanlı da bunun farkındaydı. Farkındaydı farkında olmasına lakin ona ümit vermek istemiyordu. Genç kızın dostluğu, içtenliği, kendisi için çok değerliydi. Arada acaba sivilceleri olmasa nasıl olur, ona karşı bir şeyler hissedebilir miyim diye içinden geçirmiyor değildi. Böyle bir durumu gözünün önüne getirdiğinde kızın aslında güzel sayılabileceğini de düşünüyordu. Ama kızın yüzündeki sivilceler, ah o sivilceler bazen azalıyor, ama hiç bitmiyorlardı. İnatçı sivilceler, doğal olarak kızın canını daha da çok sıkıyor olmalıydılar zira kızcağız bazen derslerde, bazen de bir yerde arkadaşlarıyla otururken kederli bir şekilde uzaklara dalıp gidiyordu. Farkında olmadan parmakları sivilcelerin üzerinde geziyordu. Arkadaş grubu içerisinde, başta kızın hoşlandığı delikanlı kızın sivilcelerine hiç bakmamaya çalışıyor, onları görmezden geliyorlardı…

Delikanlı çok iyi bir dost olan bu kızla sık sık görüşüyordu. Bazen ders çalışıyor, bazen de sinemaya gidiyorlardı. Kız delikanlıyı o kadar çok seviyordu ki, hiç ilgi alanı olmamasına karşın, delikanlının çok meraklı olduğu dövüş filmlerine sırf o mutlu olsun diye onunla beraber gidiyordu. Bir Rocky filminde, uzun bir süre delikanlı, kızın sevdayla kendisine baktığını, kendisini izlediğini fark etmişti. Lakin bunu hiç görmemiş gibi filmi izlemeye devam etmişti. Kızın bu durumu için içten içe üzülüyordu. Ama ona karşı arkadaşlıktan öte bir hissi olmadığı için ne yazık ki elinden bir şey gelmiyordu.. Kız, delikanlının doğum gününde ona, o mavi çizgili oduncu gömleğini hediye etmişti. Verirken göz göze gelmişlerdi. Delikanlı, kızın içli gözlerinde, bir sevgili olarak sevilmemenin verdiği sözcüklerle anlatılmaz elemi görmüş ve o an kendini berbat hissetmişti. Arkadaş grubundaki gençlerden bazıları, delikanlıya kızın aşkına karşılık vermesini istediklerini söylüyorlardı. Lakin bu istek hiçbir zaman gerçekleşemeyecekti…

Üniversite sınavlarında kız ve delikanlı farklı üniversiteleri kazandılar. Ancak dostlukları hiç bitmedi. Sık sık telefonla konuşuyorlar, Bursa’ya geldiklerinde muhakkak görüşüyorlardı. Kızın duygularında en ufak bir değişiklik olmamıştı. Delikanlının gözlerinin içine bakarken, gözleri ona duyduğu aşkı bir ayna gibi yansıtıyorlardı. Sivilceleri yok olmuştu lakin delikanlı ona karşı yine de bir şey hissedemiyordu. Üniversiteyi bitirdiler. İkisi de meslek sahibi oldular. Delikanlının askerliğine çok az bir süre kalmıştı. Kızcağız, delikanlı askere gitmeden önce ona oturdukları çay bahçesinde duygularını açmıştı. Aradan yıllar geçmişti. Sonunda kız tüm cesaretini toplayıp delikanlıya onu sevdiğini söylemişti. O an delikanlı ne söyleyeceğini bilememişti. Bu gerçeği zaten yıllardır biliyordu ama daha önce böyle bir ifşayla karşılaşmamıştı. Delikanlı başını öne eğdi. Bir süre konuşmadı. Konuşamadı. Daha sonra gözlerini hafif rüzgarda, karşıdaki caddeye çevirdi. Tüm gücünü toplayarak kıza, onu bir dost, gerçek bir dost olarak çok sevdiğini, kendisi için yapamayacağı hiçbir şeyin olmadığını söyleyebilmişti. Delikanlı sözlerini zorlukla bitirmişti. Göz göze geldiler. Kızın göz bebeklerinde belki de milyonlarca yıldır birikmekte olan göz yaşları birbiri ardına yanaklarına düşmeye başladı. Delikanlı da en az onun kadar acı çekiyordu. Kalbi kırık, kederli kız adeta bir rüzgar gibi masadan kalkmış ve fırlayarak oradan uzaklaşmıştı. O günden sonra delikanlı bir daha genç kıza hiçbir zaman ulaşamadı. Kız telefonlara çıkmıyordu. Kız işe girmişti. Ortak arkadaşlardan öğrenmişti bunu. Askerden geldikten sonra, kızın çalıştığı yeri öğrenip onu ziyarete gitmişti. Kızın göz yaşları askerlik yaptığı sürece gözlerinin önünden hiç gitmemişti. Kız onu görmek istemedi…

Delikanlı bu son gidişinde onu sadece bir dost olarak ziyaret etmeye gitmemişti. Kıza, onun çoktan hak ettiği evlenme teklifini yapabilmek için de gitmişti. Lakin kız onu bir daha hiç görmek istemedi. Ortak arkadaşları çok uğraştılar ama onları bir araya getirmeye muvaffak olamadılar. Delikanlı zaman geçtikçe, pişmanlıklarla, geç kalmışlıklarla harmanlanan korkunç acıyı yüreğinin derinliklerinde hissediyordu. Ancak ne yazık ki artık yapılacak hiçbir şey kalmamıştı…

İki yıl sonra kız başka biriyle evlendi. Düğüne delikanlı da arkadaşlarıyla birlikte gitti. Kız güzeldi. Çok güzeldi. Yüzünde bir tane bile sivilce yoktu. Delikanlı aptal gibi kızın sivilcelerine takılıp kaldığı için kendisine çok kızdı. Kızın ve delikanlının gözleri birbirine değdi. Kızın bakışları, dershanedeki bakışlarından farklı değildi. Kız gözlerini kaçırdı. Damat gelini dansa kaldırdı. Delikanlı üzgün bir şekilde ayağa kalktı. Salondan ayrıldı. Kız dönüp de bakmadı. Arkadaşları delikanlının ardından kederli bakışlarla ona baktılar…

Radyoda yine bir şarkı söyleniyordu. Neşeli bir şarkıydı. Bir süre yağan kar, tekrar sulu sepkene döndüğünde, adam bu neşeli şarkının farkında bile değildi. Yağmur damlaları camın en yukarısından aşağıya doğru düşerken, adam gençlik çağında kendisini çok seven kızın kıymetini bilemediği, ona karşılık vermediği için kelimelerle anlatılmaz bir azap çekiyordu. Göz yaşları yağmur damlaları gibi birbiri ardına gözlerinden boşalıyordu.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
Bir müdavim okuyucunuz 4 yıl önce

Şeytan azapta gerek hocam, sana da, bana da.. Son pişmanlıkta fayda yoksa eğer, bu demektir ki, 'şeytan azapta gerek' Sayın Hocam... Yazık olmuş bu ömürlere.. Yüreğine sağlık..

Misafir Avatar
Melih ULUDAĞ 4 yıl önce @Bir müdavim okuyucunuz

Efendim beğendiğinize çok sevindim. Haklısınız şeytan azapta gerek. Saygı ve sevgilerimle.

Beğenmedim! (0)