-Gazetedeki kızı gördün mü?

-Hangi kızı?

-Annesini arayan küçük kızı.

-Görmedim. Diğer ilanlardan bir farkı mı var? Senin dikkatini ne çekti? Son zamanlar da bu ilanlardan çok var.

-Kız sizin köyden. Belki tanıdık birileri çıkar diye sordum.

-Ben daha çocukken köyden ayrılmışız. On iki on üç yaşlarındaydım. Hatırlamama imkân var mı sence?

-Ben dört beş yaşlarındaki halimi bile anımsıyorum. Senin çocukluğuna dair hiçbir şey hatırlayamamana da hep şaşırmışımdır.

Odada bir sessizlik oldu. İki iş arkadaşı, birbirlerinin her şeylerini bilirlerdi. Fakat çocukluğuna dair ne zaman bir anısını anlatsa arkadaşı, İnci kendisini zorlar ama hafızasında çocukluğundan kalma hiçbir şey bulamazdı. Annesine babasına sorsa, bu iki yaşlı insan, soruları geçiştirir, âdeta hem kızlarından hem de birbirlerinden kaçarlardı.

-Ve bakayım şu gazeteyi. Annemlere sorayım. Belki onlar hatırlar.

İnci, gazeteyi eline aldı. Küçük kızın kocaman masmavi gözleriyle karşılaştı.

-Ne güzel gözleri varmış.

-Senin gözlerine benziyor, masmavi, gökyüzü gibi.

İnci, gazetedeki kızın haberini okudu. Gökyüzü gözlü bu kızın hikâyesini merak etmişti. On sekiz yaşındaki kızcağız, devlet yurdunda yetişmiş, reşit olur olmaz da ailesini bulmak için harekete geçmişti. Elindeki tek mevcut bilgi de, doğduğu köyün ismiydi. İnci de aynı köyde doğmuştu. Bu mavi gözlü kız hemşehrisiydi.

-Madem aynı köydeniz, ben bu kıza yardımcı olacağım. Telefonu da var. Bizimkilerle bir konuşayım. Onlar bilmese bile köyde akrabalarımız var. Elbet bir bilen çıkar.

-Ailen köydekilerle görüşmüyor diye biliyorum.

-Aman 'arazi anlaşmazlığı' diyorlar. Eski dava. Hepsi yaşlandı artık. Mal mülk derdine düşmesinler bu yaştan sonra.

Gülüştüler. Ellerindeki işleri mesai saati bitmeden yetiştirmek için tekrar çalışmaya başladılar. İş çıkışı da İnci, gazeteyi koltuğunun altına alıp evinin yolunu tuttu. Otuz yaşındaki bir kadın olarak hâlâ ailesiyle oturuyor olması, arkadaşlarını şaşırtıyordu. Fakat o, evliliğe hiç sıcak bakmamış, hiç çocuk sahibi olmak gibi bir arzuya da kapılmamıştı. Sanki anne ve babasının yanında kendini daha güvende hissediyordu.

-Ben geldim!

İnci her gece coşkulu bir giriş yapardı eve. Nedense çocukluğundan beri çöreklenmiş ve hiç bitmeyen bir yas vardı evlerinde ve o hep bu havayı dağıtmaya zorunlu hissederdi kendini.

Yemeğe oturdular. İnci, oradan buradan bir şeyler anlatıyor, anne ve babasını eğlendiriyordu. Aklına gazete haberi geldi. Koştu, gazeteyi kapıp masaya oturdu.

-Şu gazetedeki kıza bakar mısınız? Bizim köydenmiş. Yani orada doğmuş. Sonra yurda verilmiş. Şimdi anne ve babasını arıyormuş. Şu gözlere bakın, aynı benimkiler gibi, masmavi.

Baba, kızının elinden gazeteyi kaptı. Haberi okudu bir solukta. Yüzü kıpkırmızıydı. Öfke mi, heyecan mı, telaş mı anlaşılamayan bir ruh hali içinde, gözleri kocaman açılmıştı ve burun deliklerinden soluyordu.

Anneye gelince... O, taş kesilmiş bir vaziyetteydi. Elini, ayağını oynatamıyor, öylece gazetedeki kıza bakıyordu.

İnci çok korktu. Yanlış bir şey yaptığını düşündü. Köyden ayrılalı çok olmuştu. Tüm bağlarını koparmışlardı oradakilerle. Belli ki, kötü bir hatıra canlanmıştı, evlerinin tam orta yerinde.

-Özür dilerim sizden. Kötü bir şeyleri hatırlamanıza sebep oldum sanırım. Tamam gazeteyi kaldırayım.

İnci, sözlerini tamamlayıp gazeteyi almak için hamle yaptı. Fakat baba gazeteyi sımsıkı tutuyordu. Elleri kilitlenmiş gibiydi. Anne daha fazla dayanamadı. Ağlamaya başladı. Sanki o gece, yıllarca uyuyan bir volkan uyanmıştı evde.

Baba olduğu yerden kımaldamıyor, anne sessizce ağlıyordu. İnci neye uğradığını şaşırdı. Bir annesine bir babasına koşuyor, onlara su içirmeye uğraşıyor, bileklerini kolanya ile ovmaya çalışıyordu.

-Yeter artık, daha fazla dayanamayacağım, bu yük çok ağır, her şeyi anlatacağım!

Anne bağırmaya başlayınca baba kendine geldi. Hemen eşinin yanına gitti. Onu sakinleştirmeye çalıştı.

-Olanları hatırlamıyor musun? Ya onu yine kaybedersek...

İnci, konuşulanlardan hiçbir şey anlamıyor, annesini babasını kahreden bir şeyi hatırlattığı için de kendini suçluyordu.

-Özür dilerim, özür dilerim, özür dilerim. Bilemedim. Sizi bu kadar üzeceğini bilsem, o gazeteyi eve getirir miydim?

Kızlarının kendileri için üzülmesi, anne ve babayı daha da perişan ediyordu. Anne, bağıra bağıra ağlamaya başladı. Babanın da eşini teselli edecek bir hali kalmamıştı. İnci, annesinin yanına koştu, ellerini tuttu. Evin tekrar sessizliğe bürünmesi, anne ve babanın sakinleşmesi hayli zaman aldı.

-Ben her şeyi anlatacağım. Doktor, 'belli bir yaşa geldiğinde anlatabilirsiniz', demişti. Artık bununla baş edebilecek yaşta. Üstelik bunu bilmeye de hakkı var.

Annenin bu sözleri sessizliği bozdu. Babanın da , itiraz edecek gücü yoktu. Saatlerdir gazetedeki kızın fotoğrafına takılı kalmıştı gözleri.

-Kızım, inci tanem, duyduklarından sonra belki bizi de affetmeyeceksin. Fakat her şeyi seni korumak için yaptık. Sen bizim biricik kızımızsın, hep öyleydin, biz seni gözümüzden sakındık...

İnci'nin kalbi sıkışmaya başladı. Annesini, babasını bu kadar üzen bir hatıranın, kendisini de kötü etkileyeceği ortadaydı.

Anne, kızının ellerini sımsıkı tutuyor, saçlarını okşuyor, yutkuna yutkuna konuşmaya çalışıyordu. Baba, bir köşeye sinmiş, ağlıyordu. İnci, anne ve babasını hiç bu kadar çaresiz görmemişti.

-Babanın köyünde büyüttüm seni. Babanın akrabaları da hep o köydeydi zaten. Kocaman bir ailenin içinde büyüdüğün için de mutluyduk. Sen hep neşeli, etrafına ışık saçan bir çocuktun. On iki yaşına girmek üzere olduğun zamanlardı. Senin davranışlarında bir farklılık olmuştu. İçine kapanmıştın. Benim yanımdan ayrılmıyordun. Evde yalnız kalmaya korkuyordun. Biz bir yere giderken seni en güvendiğimiz insanlara, amcanlara bırakırdık. Fakat sen artık orada durmak istemiyordun. Birgün okulda hastalanmışsın. Bizi aradılar. Koştuk gittik. Seni hemen hastaneye götürdük.

-Anlatma... Ne olur anlatma... Bundan sonrasını anlatma...

Baba, daha fazla konuşmaması için eşine yalvarıyordu.

-Hayır. Geç bile kaldık. Her şeyi bilmeye hakkı var. Bu onun hayatı.

Anne, çok sert bir çıkış yapmıştı. İnci, nefes almaya bile çekiniyordu. Duyacaklarından korkuyordu artık.

-Hastanede dünya başımıza yıkıldı. Hamileydin. Ne yapacağımızı şaşırdık. Küçücük bir köydeydik. Sen çocuktun. Olaya doktorlar, hastane polisleri karıştı. Bizi yanına almadılar. Seninle konuştular uzun uzun. Bizi de sorguladılar. Hamilelik, tehlikeli bir aya girdiği için sonlandıramadılar. Bunu sana kimin yaptığını anlatmadın. Ertesi gün eve döndüğümüzde bütün köy bu haberle çalkalandı. Biz ne yapacağımız şaşırmıştık. Okuldan aldık seni. Birkaç ay evden dışarı çıkmadık hiçbirimiz. Doğumundan bir hafta önceydi. Amcanın oğlu geldi. Seninle konuşmak istiyordu. O güne kadar bize hiç uğramamıştı. Biz "delikanlı adam, kuzeninin başına gelenleri kaldıramadı" diye düşünüyorduk. O, senin odana girdiğinde çığlık atmaya, bağırmaya başladın. Eline ne geçirdiysen, onun yüzüne fırlattın. "Bana dokunma!" diye bağırıyordun.

Baba hıçkırarak ağlamaya başladı.

-Seni koruyamadık kızım affet, kendi kanımızdan birinin, canımızı bu kadar yakacağını bilemedik...

Anne de ağlıyordu.

-Cezasız kalmadı kızım, hemen şikayet ettik, bunu yanına bırakmadık. Doğumdan sonra da, çocuk devlet korumasına alındı, yurda yerleştirildi. Biz de seni alıp çıktık köyden, bir daha oralara uğramadık, kimseyle de görüşmedik.

İnci, felç geçirmiş gibiydi. Hareket edemiyordu. Çocuk yaşta istismara uğramış, bir çocuğu olmuştu. Fakat o, bunların hiçbirini hatırlamıyordu.

-Ben bunları niye hatırlamıyorum?

-Doğumdan sonra çok hastalandın. Yemeyi içmeyi bıraktın. Kimseyle konuşmuyordun. Doktorlar, başına gelenlerden kendini suçladığını, bu yüzden kendi kendini cezalandırdığını söylüyordu. Sonunda seni bir rehabilitasyon merkezine yatırmak zorunda kaldık. Bir sene kaldın orada. Çıktığında hiçbir şeyi hatırlamıyordun. Doktor, yaşadıklarının sana çok ağır geldiğini, bu yüzden hatırlamayı reddettiğini söyledi. Fakat bir gün, her şeyi hatırlama olasılığın yüksekti. Bu yüzden, belli bir yaşa geldiğinde bunları sana anlatmamız gerekiyordu. Fakat biz sana bunu yapamadık. Tekrar hasta olmandan korktuk.

-Fotoğraftaki kız, benim kızım mı?

-Evet, biz uzaktan uzağa onu izliyorduk. Sana o günleri hatırlatmaktan korktuğumuz için onunla iletişime geçemedik.

İnci ayağa kalktı. Gazeteyi aldı. Fotoğraftaki kıza baktı. Bir çocuğun hayatının çalındığı yetmiyormuş gibi, o fotoğraftaki kızın da ailesi elinden alınmıştı. Anne ve babasının yıllardır üzerlerine atılmış o ölü toprağının sebebi de bu olaydı. Kaç hayat karartılmıştı ve hangi ceza bunun bedelini ödemek için yeterli olabilirdi?

İnci'nin sessizliği, anne ve babasını korkuttu. Eski karanlık günlere dönmek istemiyorlardı. Çünkü küçücük kızlarını hastane köşelerinde ziyaret etmenin acısı, yüreklerinden hiç silinmemişti.

-Ne olur bir şeyler söyle kuzum? Korkutma bizi. Yaşananlar geçmişte kaldı. Bak sen dimdik ayaktasın. Seni tekrar okula gönderdik, yetiştirdik, meslek sahibi yaptık. Çocukluğunu çaldılar zaten, bugününü de kaybetme...

İnci, annesine baktı. Kendisi kadar, anne babası da ne zor şeyler yaşamıştı. Ayağa kalktı.

-Korkma anne. Ben o savunmasız küçük kız çocuğu değilim artık. Bana kimsenin zarar vermesine müsaade etmeyeceğim. Kızımın da elinden tutacağım. Ona da kimse zarar veremeyecek. Çocukluğumuzu çalanlara inat, bugünümüze sahip çıkacağım. Siz de dik durun. Çünkü bizim gibi mağdur çocukların, duvar gibi, sapasağlam duran anne ve babalara ihtiyacı var...

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.