Ödüllü Fotoğraf sanatçısı İzzet Keribar; "Büyük gurur duydum"

BURSA ARENA / Haber Merkezi

2018 Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri’nde Sanat/Fotoğraf dalında ödüle layık görülen duayen fotoğraf sanatçısı İzzet Keribar, 19 Aralık’ta gerçekleştirilen törende ödülünü Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın elinden aldı.

65 yıllık fotoğraf hayatına sayısız ödül sığdıran Keribar ile yaşadığı bu büyük gururdan fotoğraftaki dijital değişime, Kore’deki askerlik günlerinden meslektaşlarına öğütlerine kadar birçok şeyi konuştuk. 

“DUYGU VEREN FOTOĞRAFLARIN MODASI GEÇTİ!”

Keribar “Dijital fotoğrafa geçerek değişime ben de ayak uydurdum ama fotoğraf artık değişti. Dünyada aranılan fotoğraflar bizim klasik anlamda öykü anlatan, altın orana uyan karelerimiz değil. Duygu veren o fotoğrafların modası geçti. Profesyonel çekimler cep telefonların yaygınlaşmasıyla ve ucuz rekabetle bayağı azaldı. Artık kaliteden çok maliyete bakılıyor” dedi.

Geçen hafta Cumhurbaşkanlığı Kültür Sanat Büyük Ödülleri’nde, Sanat ve Fotoğraf dalında ödül sahibi olarak büyük bir gurur yaşadınız ve ödülünüzü Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın elinden aldınız. Neler hissettiniz?

O anda çok büyük bir gurur duydum ama esas şaşkınlığımı 15 gün önce

Cumhurbaşkanlığı’ndan telefon edildiği zaman hissettim. Bu seferki ödül, daha öncelerde aldıklarımın ötesinde, en yüksek mertebeye ulaşmış bir ödüldü. 15 gün önce ofisimde telefonum çaldı. Telefondaki ses “Sizi Cumhurbaşkanlığı’ndan arıyoruz. İsmim İskender Pala” dedi. “Sayın Cumhurbaşkanımızın size bir mesajı var” denildi. Fotoğraf dalında ödüle layık görüldüğüm söylendi, o zaman herhalde kalbim biraz daha hızlı çarpmaya başladı. Heyecan geçtikten sonra önce eşime ve çocuklarıma telefon ettim. Ancak bu bilgiyi Cumhurbaşkanlığı tarafından açıklanana dek kimseyle paylaşmadık.

“ANKARA’DA BİZİ İKİ LİMUZİN KARŞILADI”

Ödül aldığınız gün neler yaşandı, Cumhurbaşkanı ile aranızda bir konuşma geçti mi?

Vardığımızda bizi iki limuzin karşıladı. Torunlarımızla birlikte yedi kişiydik, Sarayın kapısında yine karşılandık. Jüri üyeleri ve ödül alanlarla beraber bir salona alındık. Az sonra Sayın İbrahim Kalın da bize katıldı. Derken, “Beyefendi bekliyor” dediler, biz de makam odasına geçtik. Hepimizin elini sıktı, daha sonra kendileri ortaya bizler de masanın etrafına yarım ay şeklinde yerleştik. O sırada İstiklal Marşı’nın bestesiyle ilgili konuşuldu. Ödül saati yaklaşınca Cumhurbaşkanıyla birlikte büyük toplantı salonuna geçtik Ödül kazananların özgeçmişleriyle ilgili filmler oynatıldı. Öncesinde Cumhurbaşkanlığı’ndan İstanbul’a bir TV ekibi gelmiş, iki gün benimle çalışmışlardı. Fotoğraflarımı ve özgeçmişimin önemli anlarını büyük ekranda gösterdiler. Sıram geldiğinde konuşmamda Kültür Bakanlığı’ndan hayatımın büyük ödülünü aldığımı hatırlatarak aslında en büyük ödülü tam da şimdi aldığım için çok onur duyduğumu ve çok mutlu olduğumu söyledim. Yanımda çalışanlara da teşekkür ettim. Önemli fedakârlıklar gerektiren bu kariyeri yapmama izin verdiği için özellikle eşime teşekkür ettim. Kuşkusuz Sayın Cumhurbaşkanı ile seçici kurula da çok teşekkür ettim. Yahudi Toplumu Başkanı İsak İbrahimzadeh, eski başkanı Silvyo Ovadya, Şalom Gazetesi Yayın Yönetmeni İvo Molinas’ın yanı sıra Bülent Eczacıbaşı, Levent Çalıkoğlu ve Görgün Taner’in Ankara’daki törene katılması beni çok mutlu etti.

 

“1,5 MİLYON KARELİK FOTOĞRAF ARŞİVİNE SAHİBİM”

Hep geniş bir arşiviniz olduğundan da bahsediyorsunuz. Ne kadar fotoğraf bulunuyor arşivinizde? Bunları nasıl muhafaza ediyorsunuz?

Toplam 1,5 milyon diyebilirim. Negatifler, orta format dialar 35 mm dia arşivlerim var dolaplar dolusu. 2000 klasörüm, poşetlerim, ayrıca DVD arşivimiz de var. Son yıllarda fotoğraflarımı hard disc’lerde muhafaza ediyorum. Ayrıca yapılmakta olan iki kitabım  var. Biri devlet sponsorluğundaki eski İstanbul fotoğrafları kitabı. Yani 1950’lerdeki ilk dönem fotoğraflarım. Her şey hazır, önsözler, alt yazılar… İkinci kitap ise Renkli Türkiye. Kitaplar bir sanatçı için son derece önemli. Her şey uçup gidiyor ama kitapla iz bırakabiliyorsunuz.

“FOTOĞRAFTAN UZAK KALMA DÜŞÜNCESİNİ DUYDUKÇA ÇOK RAHATSIZ OLUYORUM”

Son 20 yılda yaşanan dijital değişim sizi hiç etkiledi mi?

2000’lerin başında dijital fotoğrafların çıkmasının ardından, ben çok erken davrandım. Bu değişim beni zorlamadı ve güzel adapte oldum. Photoshop’u çok hızlı öğrendim. Şimdi durum eskisi gibi değil. Turizm de azaldı, cep telefonları çıktı. Bunlar işlerimize sekte vuran gelişmeler oldu. Profesyonel fotoğraflara duyulan ihtiyaç çok azaldı, rekabet çoğaldı. Artık kaliteden çok maliyete bakılıyor. Fakat şurası bir gerçek: 65 yıldan beri Türkiye’de fotoğraf çekmiş bir insan olarak bazı hizmetlerim oldu. Belirli bir yere geldikten sonra, fotoğrafın Türkiye’de yaygınlaşmasını amaç edindim. Eğitimle, davetlere ve jürilere katılmakla, Türkiye’nin tarihi, doğasıyla ve insanıyla de tüm güzellikleriyle yurtdışında tanınması için fotoğraflar çektim. 

“80 yaşındayım ve insanlar yaşıma da saygı gösteriyor” diyorsunuz, hiç “Sırtımı dayayıp biraz dinleneyim” diye düşünmüyor musunuz?

Hiçbir şekilde düşünmüyorum. Aslında daha birçok yıl aktif olmayı düşlüyorum. Fotoğraftan uzak kalma düşüncesini duydukça çok rahatsız oluyorum.

Sanat hayatınız boyunca pek çok ödüle sahip oldunuz. Fotoğrafa başladığınız ilk yıllara döndüğünüzde böyle bir yol çizdiğinize mutlu musunuz?

Örnek verecek olursak, birkaç ay önce kaybettiğimiz Ara Güler’le önemli farkımız var; o kökten fotoğrafçıydı. Ben tekstilciydim önceleri ve 1997’ye kadar hem fotoğraf hem de ticaretle uğraştım. Kore dönüşü fotoğrafa ara verdim. Başka hobilerim oldu; antikalar, klasik müzik. İnanamayacağınız kadar geniş bir müzik arşivi var hafızamda. 70’li yıllarda İsviçre pul koleksiyonu önemli bir hobim oldu ve iyi bir filatelist olmuştum. 1977 yılında bir ev almaya karar verdiğimizde koleksiyonumu sattım evin maliyetinin bir bölümü o parayla ödendi. Her şey iyi giderken 1997 yılında Türkiye’de gelmiş geçmiş en büyük ekonomik krizi yaşadık. Birçok müşterimiz iflas etti, sermayemizi önemli bir bölümünü kaybettik. İşi kapatmak zorunda kaldık. Ancak çalışmaya devam etmeliydim. Aynı adreste tabelamı değiştirdim ve dedim ki bundan sonra ‘İzzet Keribar Görsel Tanıtım’ olacak. Kısa zamanda fotoğraf işleri başladı ve hayat standardımızı aksatmadan 20 yıl devam ettik.

National Geographic Traveler Dergisi’nden Üstün Başarı Ödülü, Fuji Avrupa Basın Fotoğrafları 1.lik Ödülü, Uluslararası Fotoğraf Federasyonu tarafından Ekselans unvanına sahip bir fotoğraf sanatçısısınız. Ödüller bir meslekte insan için hangi ölçüde motivasyon kaynağı oluyor?

Çok önemli. Bir yerde söyleşi yaptığımda genç fotoğrafçılara diyorum ki “Mutlaka yarışmalara girin. Yarışmalar sadece para ödülü değil, size teşvik etmek ve ileride daha iyi fotoğrafların yolunu açmaya yarar. Teşvik sizi yönlendirecektir.” 80’li yıllarda birçok madalya, mansiyon ve de 250- 300 uluslararası sergileme aldım belki ama ya almadıklarım? Onları tamamen unuttum. National Geographic Traveler Dergisi’nden aldığım 2.lik ödülü var. O hayatımda aldığım en flaş ödüllerden biridir, Jerusalem Post birinciliği de öyle.

 

“DİJİTAL DEĞİŞİME AYAK UYDURDUM”

Fotoğraf sanatçısı olmak için sadece profesyonel bir makine almak yetmiyor. Farklı bakış açıları da şüphesiz insanı başarıya götüren unsurlar arasında yer alıyor. Sizce bu zamanla oluşan ve öğrenilen bir şey mi, bu yetenek insanın içinde mi oluyor?

İçinde oluyor, ben eski makineleri veriyorum ve yenilerini alıyorum. Dijital fotoğrafa geçtim, değişime ayak uydurdum tamam ama fotoğraf değişti. Dünyada aranılan fotoğraflar bizim klasik anlamda öykü anlatan, altın orana uyan kareler değil, ilgilenen yok. Duygu veren o fotoğrafların günümüzde modası geçti. Bugün sergi salonlarını dolduramazsınız. İzleyiciler artık çok güzel programlara alıştı. Fotoğrafçılar bu belgeselleri hazırlayan büyük sermaye ile yarışabilir mi? Mümkün değil. Küba’dan Siyah Beyaz Portreler diye bir sergi açmıştım birkaç sene önce. Rektör “Her şey otomatik, autofocus vs ışığı makine kendi ayarlıyor. Sizin deklanşöre basmaktan başka rolünüz ne?” diye sormuştu. Ben de “Hocam dediklerinizin hepsine katılıyorum ama bir şeyi unutmuş olabilirsiniz. Fotoğraf ve fotokopi aynı şey değil. Her fotoğrafın duygusu ve öykü gücü olması gerekir” cevabını vermiştim.

Bir fotoğraf makinesi koleksiyonunuz var mı? Sürekli yenilediğinizi belirttiğiniz için merak ettim.

Şu anda çoğu son dijital modellerden oluşan ikisi büyük, ikisi küçük dört makinem var. Bir de ilk makinem, ilk sevgilim, Leica 1953 - 3F modeli. O duruyor, küçüklüğümde sevgilim gibi yatağa bile yanımda yatırırdım. Sabah yanımda olsun isterdim. Kore’deki makinem oydu. Teknoloji gelişince o biraz geride kaldı.

İnsanlar son teknoloji cep telefonlarıyla da fotoğraflar çekip bir nevi kişisel sergi gibi paylaşıyorlar. Bunun hakkında ne düşünüyorsunuz?

1950’de fotoğraf çektiğim zaman kimsede Leica yoktu, çok pahalı bir makineydi. Sadece büyük fotoğrafçılarda vardı ama aslında kaç büyük fotoğrafçı vardı? 15-20 mi desem? 80’lerden sonra da 100 kişiyi zor saydık. Bugün 10 bin falan diye düşünmemiz lazım. Bizi çoktan aştılar. Benden çok daha başarılı ve avangard fotoğrafçılar olduğunu da biliyorum. Bugünlerde bir yere varmış olmam biraz da 65 yıllık serüvenimden kaynaklanıyor, zamanla markalaşıyorsunuz çünkü. Hayatımın önemli bölümünü geride bıraktım. Kendi tarzımda ve içime sindirdiğim tarzlarda fotoğraf çekmeye devam ediyorum.

Geçmişte fotoğrafa ara verdiğiniz bir dönem de oldu. Bu büyük tutkunuzla araya mesafe girmesinin sebebi neydi?

Bir defa yuva kurmak. Öncelikler değişmişti. Antika sevgisi de bir tutku oldu ama fotoğraf çekmeye devam ediyordum. Hobisiz hiç bir günüm olmadı diyebilirim. Ancak 1980’de önemli bir olay gelişti. Oğlum 15 yaşındaydı. “Sana bir fotoğraf makinesi alayım, fotoğrafçılığa alıştırayım” dedim. Son model bir Pentax aldım. Yeni makineyi kurcalamaya başladım. Son ve 20 senede teknoloji bayağı değişmişti. Eski günleri hatırladım ve kısa zamanda kendime 1980 model bir Leica aldım.

Hayatınızı tek bir fotoğraf karesinde anlatmanız istense nasıl bir kompozisyon kurardınız?

Bu zor biraz, bir kolaj olurdu herhalde. Aslında çok güzel bir şey söylediniz, belki eski fotoğraflarımdan yola çıkarak bugüne kadar olanları bir kolaj yaparım. Okul yıllarından, Leica ile ilk fotoğraflarım, Kore, çocuklarımın ilk kareleri... Çok da güzel olurdu. İyi bir fikir verdiniz bana, bunu düşünmemiştim daha önce.

Şimdiye dek en çok kimin fotoğrafını çekmek isterdiniz?

Kimi değil de hangi ülkeyi demek daha doğru olur benim açımdan. Dolaşmadığım birkaç yer var. Örneğin Namibya çok gitmek istediğim bir yer, çöl fotoğrafları çekmek istiyorum. Yatay ışığın yarattığı gölgeler ve yalınlığı kuru ağaçlarıyla ile beni çok ilgilendiriyor. Yıllar geçtikçe mimari fotoğraflar konusunda da en iyi çekenlerden biri oldum. Ara Güler çok akıllıca bir şey yaptı, ünlü kişilerin portrelerini çekti. Bugün Türkiye’de benzer işler yapan fotoğrafçılar var.

“KORE, FOTOĞRAF HAYATIMIN KARANLIK ODASIDIR”

Askerliğinizi Kore’de yaptınız ve fotoğrafçılık yönünüzle orada çok öne çıktınız. Bu size neler kattı?

O zaman Kore o kadar uzak ki, bir mektubun gelmesi bir ay sürüyordu. Öyle bir yerde yalnızsınız. Yalnız olduğunuzda kendinizi hayata karşı, anlaşamadığınız kişilerle üstlerinizle bazen gerginlik olabiliyor. Ben tercüman olarak gitmiştim. Ancak hep fotoğraf çekerken bu işin ne kadar sempati kazandığını kısa zamanda anladım. Albaylar, binbaşılar, kurmay başkanı, Paşa “Beni de çeker misin?” diyordu. Sonuçta zamanla Paşa’nın gözüne girdim ve tercümanı oldum. Ya savaş çıkarsa diye gittiğimiz Kore’de bir sene çadırda kaldık. Soğuk, sıcak, yağmurlar, kazalar... O günkü Kore’yle ilgili fotoğraf koleksiyonum var. Bu da çok önemli ve belge niteliğinde.

Kore günleri sizin için hayatınızın karanlık odası oldu diyebilir misiniz? Fotoğraf hayatınızın böyle tutkuyla devam edeceği süreç orada oluşmuş aslında.

Evet. Orada oluştu, ben de bugünkü gibi heyecanlıydım. Bir gün mesleğim olacağını ama hiç düşünmedim.

Genç meslektaşlarınıza öğütleriniz ya da eleştirileriniz var mı?

Fotoğraf derneklerinde ya da özel dershanelerde fotoğraf kursları verilmeye başlandı. Eskiden Mimar Sinan, Marmara Üniversitesi, İFSAK gibi yerlerde ders veriliyordu. Artık bunlar çoğaldı. Orada bir ay eğitim yapanlar da kurs vermeye başladı ve enflasyonu oldu bu işlerin günümüzde. Yogacılar gibi, her tarafta yogacı, her tarafta fotoğraf kursu. Milli Eğitim Bakanlığı buna bir darbe indirerek sertifikası olmayanlara büyük cezalar yağdırdı. Eskiden kurslarıma 15 kişi gelirken bugün altı kişiyi zor topluyoruz. Tek tavsiye zamandır. Fotoğrafa bulaşanların, fotoğrafın kendilerine çok parlak ve renkli bir hayat vadedeceğinin bilincinde olmaları lazım. 3-5 senede durmamaları, benim gibi hayatlarının sonuna kadar bunu sürdürmeleri lazım. İyi ki fotoğraf oldu da hayatımın son yıllarını istediğim gibi neşeli ve mutlu bir şekilde yaşıyorum.

Kaynak: Şalom Gazetesi / İsrail

Fotoğraflar: Hakan Öcal

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.