12 yaşındaki, kıvır kıvır saçlı, küçük yüzlü kız çocuğu, evden çıkmadan anneannesine coşkuyla şöyle diyordu:

-Anane, bu akşamın bir an önce gelmesini istiyorum. Annem, kim bilir senin yaptığın çikolatalı doğum günü pastasını görünce bayılacak. Sonra da biz, anneciğime hediyelerini vereceğiz…

50-55 yaşlarındaki; kapı eşiğinde duran sarı, çiçekli elbiseli kadın, parıldayan bakışları eşliğinde yavaşça torununun yanına çöktü. Onun saçlarını okşamaya başladı. Tüm kalbiyle Sevinç’in hep böyle mutlu kalmasını diledi. Kızın yanağından kocaman bir öpücük aldı. Sarıldılar. Kız anneannesine el sallayarak evden uzaklaştı…

Bir gece önceden Sevinç’in babası Kemal Bey, onun kayınvalidesi Hatice Hanım ve Sevinç, Şengül Hanım’a belli etmeden, yarın akşamki doğum günü programını yapmışlardı. Sevinç, okul çıkışında; annesinin işten çıkışına yakın, evlerine çok yakın olan hastaneye gidecekti. Şengül Hanım, uzun zamandır o hastanede acil hemşiresi olarak görev yapmaktaydı. Daha sonra, babası da gelecek ve Şengül Hemşireye sürpriz yapacaklardı. O akşam birlikte dışarıda yemek yiyeceklerdi. Sonra eve dönecekler ve Şengül Hanım’ın hiç beklemediği bir anda, Sevinç ışıkları kapatacaktı. İyi ki doğdun Şengül” şarkıları eşliğinde, hanımefendi, kendisi için yapılan enfes doğum günü pastasının mumlarını üfleyecekti. Ve en keyifli an; doğum günü hediyelerinin Şengül Hanım’a verilmesinin tadını çıkaracaklardı…

Küçük kız, hastaneye giderken, annesinin hediyeleri açtığı anda yaşayacağı mutluluğu gözünün önüne getirmekteydi. Annesinin gülüşüne ayrı bir bayılırdı. O ne zaman gülse, gözlerinin içi de beraberinde gülerdi. Şengül Hanım, arada kendi doğum gününü unuturdu. Bu yüzden, tatlı olduğu kadar zeki de olan Sevinç, doğum günü planlarının tıkır tıkır işleyeceğini biliyordu. Bu aklına gelince gözleri parladı. Hınzırca güldü; “Yaşasın” der gibi minicik ellerini birbirine çarptı. Birkaç dakika sonra acile ulaştı. Sevinç, acil serviste çalışan bütün personelin arkadaşıydı. Çalışanlar, sevimli çocuğu ne zaman yanlarında görseler, hemen ona sevgilerini gösterirlerdi. Uzun boylu, sert bakışlı güvenlikçi, adeta koşarak kızın yanına geldi ve ellerini çak yaptılar. Annesinin hemşire arkadaşı Tuluğ Hanım da o sırada oradaydı. Kısa boylu, kalın kaşlı kadın, Sevinç’in yanına geldi. Birbirlerine göz kırptılar. Bunu yapmayı çok severlerdi. Öyle ki; Tuluğ Hemşire, Şengül Hanımlara ne zaman oturmaya gelse, Sevinç ve Tuluğ Hemşire bunu oyuna çevirirlerdi… Güvenlik, acilde bulaşıcı bir hastalık durumu veya ağır bir vaka olmadığında, bu küçük kızın, kısa bir süreliğine annesinin yanına gelmesine izin verirlerdi. Tuluğ Hemşire, Sevinç’i güle oynaya annesinin yanına götürdü…

Şengül Hanım’ın mesaisinin bitmesine aşağı-yukarı 20 dakika kalmıştı. O gün acildeki vakalar ağır değillerdi; birkaç ufak tefek yaralanma vardı. Hemşireler de bu yaraları pansuman ediyorlardı. Küçük kızı görmedi önce annesi. Arkası dönüktü. O da pansuman yapıyordu. Sevinç, adeta bir fırtına gibi annesine koştu. Arkasından ona sarıldı. Sonra, elleriyle annesinin gözlerini kapattı. Bebek taklidi yaparak: "Bil bakalım, ben kimim” dedi. Şengül Hanım, kızı ne zaman böyle yapsa, o da hemen hızla döner ve yavrusuna: “Bildim, bilmem mi hiç, benim güzel kızım gelmiş” derdi. Gene öyle yaptı. Ana-kız, birbirlerine belki de evren kurulduğundan beri hiç sarılmamış gibi hasretle sarıldılar. Çok kilolu olduğu için, göbeği beyaz elbisesinin dışına taşan, kalın mercekli bir gözlük kullanan ve yüzünden gülümsemesi hiç eksik olmayan doktor Faik Bey, onlara döndü. Gözlüğünün üzerinden komik bir şekilde baktı. Kıza: “Hani bana öpücük, dedeye öpücük vermeden burada duramazsın, küçük hanım” dedi. Küçük kız onu çok severdi. Üç yıl önce kaybettikleri dedesi Ahmet Bey’in yerine koymuştu bu ton ton doktoru. Koştu. Kollarını kocaman açmış olan doktor Faik’e dedesine sarıldığı gibi sarıldı. Acildeki herkes bu sevda yüklü anın tadını çıkarmaktaydı. Şengül Hanım’ın yüzüne birkaç damla göz yaşı düştü. Uzun boylu ve zayıf bir kadın olan Şengül Hemşire bunu gizlemeye çalıştı. Lakin yanında bulunanlardan bazıları kadının göz yaşlarını fark etti…

Birkaç dakika sonra, kapı açıldı. İçeriye otuz yaşlarında, çok uzun boylu, kalıplı bir adam girdi. Yanında da dokuz-on yaşlarında cılız bir erkek çocuğu vardı. Küçük çocuk muhtemel, koşarken düşmüş olacaktı. Dizinden kan geliyordu. Adam suratsızdı. Odadakilerin kendilerine bakmalarından rahatsız oldu. Onlara; “ne var, ne bakıyorsunuz” diye çıkıştı. Doktorlar, hemşireler ve hastalar bu durumdan tedirgin oldular. Çocuk canı yandığı için ağlıyordu. Adam, çocuğun ağlamasından rahatsız oldu. Onun suratına herkesin şaşkın bakışlara arasında sert bir şamar attı. Acil doktorlarından kısa boylu, başı boynuna yapışık gibi duran Selahattin Bey, hışımla bu kendini bilmez adamın üzerine yürüdü. Adam, gözlerini ağartarak doktora baktı ve iğrenç sesiyle ona: “Sen karışma, işine bak” diye bağırdı. Doktor, adamın kavga çıkaracağını anladı. Küçük çocuk, şamarın da acısıyla, şimdi daha da yüksek sesle ağlıyordu. Şengül Hanım, koştu. Çocuğu adamın elinden adeta çekercesine aldı. Sedyeye oturttu. Kendi kızına yapar gibi pansuman yapmaya başladı. Tentürdiyot siyah saçlı çocuğun canın yaktı. Çocuk can havliyle bağırdı. Babası buna sinirlendi. Çocuğunun üzerine yürüdü. Elini havaya kaldırdı. Şamar vuracaktı. Tam o sırada Şengül Hanım, seri bir şekilde adamın koluna yapıştı. Bunun üzerine adam, Şengül Hemşire’ye döndü. Ona nefretle baktı. Gerildi ve zavallı kadının sağ gözüne kuvvetli bir yumruk indirdi. Kadın aldığı darbenin etkisiyle yere yuvarlandı. İnsanlar gördükleri bu kahreden olay karşısında adeta donmuş kalmışlardı. Her birinin göz bebekleri korkudan kocaman olmuştu. Küçük Sevinç ise annesini bu halde görünce hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Doktor Faik küçük kıza sarıldı. Sevinç hayatında ilk kez bir şiddete şahit olmuştu. Ve hiç şüphe yoktu ki, bu darbe, Onun ruhunda çok büyük yaralar açacaktı. O sırada ilk şoku atlatan doktor Selahattin Bey, adamın üzerine doğru koştu. Koştu koşmasına ama adam doktoru hızla duvara doğru itti. Doktor dengesini sağlayamadı. Yere düştü. Başını betona çarptı. O sırada, Sevinç’in babası Kemal Bey’de önceden sözleştikleri gibi Acil’e gelmişti. Lakin Kemal Bey, adımını acile atar atmaz, gözü mosmor olmuş karısıyla, yerde yatan doktoru gördü. Gürültü üzerine güvenlik içeriye koştu. Polisler geldiler. Kemal Bey, iki polisin ve bir güvenlik görevlisinin arasından adeta bir fişek gibi sıyrıldı. Adamın gözünün üstüne bütün gücüyle indirdi. Adam çok güçlüydü. Sendeledi. Lakin yıkılmadı. Kemal Bey, toparlanmasına izin vermedi. Bu kez çenesine okkalı bir yumruk indirdi. Adam adeta bir yaprak gibi sallandı. Sonrasında, bir çuval gibi yeri boyladı. Kemal Bey, Polisler Onu elinden almadan, birkaç tekme daha atacaktı. Ancak, o an, gözü “Yeter artık, vurma babama, yalvarırım vurma” diye çırpınan çocuğa takıldı. Yapamadı, tekmeleyemedi.. Adamı polisler kelepçeleyerek merkeze götürdüler…

Sevinç, annesinin yanına geldi, Gözü morarmış bir halde bulunan kadın, kafasını başka tarafa çevirdi,

Bakamadı yavrusunun yüzüne,

Gururu kırılmıştı,

Ağlıyordu,

Sevinç, sevda yüklü parmaklarıyla anneciğinin yüzünü kendisine çevirdi,

Ana-kızın gözleri buluştu,

Dudakları aşağıya düştü Şengül Hemşire’nin,

Küçük çocuk, pansumanın nasıl yapılacağını daha önceden annesinden öğrenmişti,

Soğukkanlı bir şekilde, yanında duran uzun boylu hemşireden pansuman malzemelerini aldı,

Önce pamukla anneciğinin gözünü temizledi. Oksijenli su ve tentürdiyot sürdü,

Sonra da anneciğinin gözünü öptü,

Kadıncağız artık utanmıyordu,

Çünkü kızının kocaman bir yüreği vardı,

İkisi de ışıldıyorlardı…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.