Yatağında cenin pozisyonunda yatan genç kadın, yine sabahı ağıtlara sarmış bir ağlama nöbetiyle uyanmıştı;  her geçen gün yaşam döngüsü biraz daha anlamını yitiriyordu.. Bir gün önce Hacı Bayram Veli Hazretlerini ziyaret etmiş, Hazrete tüm maneviyatıyla içini dökmüştü..; “Ulu mürşit, daha ne kadar ağlayacağım, ömrüme düşen tüm gözyaşını harcadım. Hep müsrif biri oldum zaten.”
Gözünü açar açmaz ağladığında ilk aklına bu sözü geldi ve buruk bir ifadeyle gülümsedi.

Güneş penceresinden sızıp odasına bir ışık huzmesiyle donatmıştı.. Lakin genç kadın kendini yaşama öylesine yabancı hissediyordu ki dilini, dinini bilmediği bir ülkede yaşar gibiydi.

Kalktı, bir fincan sade kahve içip yola koyuldu.. Sokakta bulduğu yavru kediyi, sahiplendirmiş; kabul eden aileye bugün götüreceğine dair söz vermişti.
Ayaz bıçak gibi kesiyordu bedenini, aslında hiç bu kadar üşümezdi; bu hal iliklerine işlemiş yoksunluk duygusundan olmalıydı ?.. Söylenen adresi de bir türlü bulamadı, hoş adını sorsalar belki bir an duraksardı.

Ortasında bol ağaçlı bir parkın olduğu sokağa girdiğinde, kızılca kıyametin koptuğu büyük bir kalabalık toplanmıştı; iri yarı bir adam etrafa küfürler tehditler savuruyordu pervasızca.
- Polisi arayanın evini yakarım. Kapattırmayın yine bu garibi zindana !.. 
Adam avaz, avaz bağırmaya devam edince, bir süre sonra herkes ufak ufak dağılmaya başladı. Parkta bir banka çömelmiş, kırk beş yaşlarında, beline kadar uzun sarı saçlarını yolan, incecik, yarı çıplak bir kadın elinde bira şişesi deliler gibi ağlıyor, başını göğe kaldırmış, beddualarla yakarıyordu. Kadının öyle feci bir görünümü vardı ki, bu bir film karesi olsa izlenemez, gözler kapatılırdı eminim..

Gördüğü hazin manzara karşısında içi yanan genç kadın, mahalle bakkalının önünde durup çantasından bir sigara çıkarıp yaktı. Bu arada banktaki gölgesi bile hüzünlü meczup nefesine yetişemeden sürekli "Neden, neden, neden !.." diyordu boşluğa…
Dükkanın sahibi olduğu anlaşılan şişman, kısık gözlü, çopur suratlı ve çaçaron tipli kadın; koşan bir çocuğun arkasından; 
-  Bahadır ! diye seslendi. Çocuk bir çırpıda meraklı kadının yanına geldi.
- Oğlum ne oldu bu kıza, suların coşkun zamanı da değil, niye kudurdu yine, sesi çıkmıyordu kaç zamandır.. diye feveran etti.
Çocuk biraz tedirgin ve kendini savunan bir ses tonuyla;
-  Vallahi Kadriye abla biz bir şey yapmadık. Ayakkabıcının büyük oğluyla arkadaşları yapmış; bahçede sigara içiyormuş, “kızz Şaziye Mahmut ölmüş,” demişler.
Şişman kadın öylesine sinirlenmiş olmalı ki ağzından köpükler saçarak;
-  Yeri büyüsün ! Bu oğlan çok tehlikeli. Yazık değil mi bu zavallı kimsesize ? Muhtara deyin de hakime hanımı arasın; başkası sokamaz bu divaneyi içeri..
Çocuk aynı heyecanla cevap verdi; 
-  Şakir amca evine gitti, yokmuş.  
Kadın ikna olmamış olacak ki öfkeyle bağırdı;
-  Gitmez o cehennem yüzlü huysuz bir yere ! Emek’te bir ahretliği var; olsa olsa ona gitmiştir. Tüh bulsalar bari nemrut ihtiyarı. Neyse git yoluna hadi.. diye söylendi ve ekledi.
-  Şeytanın enikleri !.. Bir de eline bira vermişler, bilmez bu zavallı içki miçki..
Dedikten sonra büyük bir iştahla anlatmaya başladı.
-  Ah dünya dünyalığın dürülsün, ah Şaziye hanım ah...  Bu kadın bir güzeldi, dillere destan pırlanta gibi bir kalbi vardı. Biz Yozgat’tan geleli bir birkaç yıl olmuştu, o zaman daha talebeydi.. Bir evin bir çocuğu.. Anası ev işlerine gider, rahmetli babacığı da pazarcıydı. Bu bahçe katı evi bin bir zorlukla kız iyi bir semtte büyüsün diye bağı bahçeyi satıp almışlar. Babası tapardı Şaziye'ye, saçlarını tarardı bahçede.. Vah vah..! Çok onurlu yiğit adamdı; pazarcılar kavga ederken "ayırayım" diye araya girmiş, kör kurşun... Gece yarısı ölüsünü getirdiler. Kız öğretmen oldu, benim oğlanlara bile ders vermişliği vardır. Gel zaman git zaman, yanında sırtlan suratlı sivri bir oğlan peydahlandı.. "Nişanlısı" dediler önce, sonraları oğlan eve yerleşince anneciği utancından hırsız gibi gidip geldi çarşıya pazara... Aylar sonra bir sabah mahalleye yirmilerinde, eski basmadan bir elbise giymiş, yanında yalınayak iki çocukla bir kadın çıkagelmiş. Benim beye sormuş; evi ne bilsin adam ? Söylemiş.. Bir figan koptu, cam çerçeve aşağı indi, önce kadın çocuklarla koşarak uzaklaştı sonra adam. O iblisi bir daha gören olmadı. Epey bir süre insan içine çıkamadı Şaziyecik..

Kadın takılmıştı sanki, nefes almadan anlatıyordu, gözlerini şöyle bir devirdi ve nefeslenip devam etti;
- Polis arabaları kapıya gelene kadar kimse fark etmedi kızın yokluğunu. 10 gün işe gitmemiş, okul müdürü ulaşamayınca polisi aramış muhtar geldi kapıyı açınca kahrolduk hepimiz, anacığı banyoda asmış kendini. Şaziye de onca zamandır kendinden habersiz başında otururmuş, aklını yitirmiş zavallı biçare. Tabi aynı gün tüm mahalleli kaldırdık cenazeyi. Hakime hanım susturdu herkesi; sahip çıktı Şaziye'ye. Ah ! Kaderinin duvağı siyahmış, bu kızın tek sahip çıkanı bu hakime hanımdı,  O da bir sabah delirdi ama bunun gibi değil.
O, akşama kadar mahallenin itlerini eniklerini doyurur bir de bu biçareye bakardı.
Bir oğlu vardı aslanlar gibi savcı bey, oğlana mesafeli, cimri huysuz adamdı. Çocuk arabayı istemiş eee genç çocuk vermemiş dirliksiz adam. Çocuk da anahtarı uyurken cebinden almış daha caddeye çıkmadan arabadan
fırlayıp direğe çarpmış. Ahh yavrum oracıkta ölmüş.. 
Savcı bey senesi dolmadan evi terk etti; sonra duyduk ki karısının en yakın arkadaşıyla evlenmiş.. O arada kızı tımarhaneye yatırdılar orada da dilim varmıyor, kıza kötülük etmişler; erkeklerin nefisleri uğruna yapacakları kötülüğün sınırı yok.. Şakir bey, O kalabalığı dağıtan adam var ya, işte O babasının arkadaşı, hakime hanımla gidip aldılar zindandan, iyiydi kaç zamandır. Hah geliyor; Şakir abiii, ulaştınız mı hakime hanıma ? 

Adam; 
- Hadi be oradan!"
diyerek kadını tersledi. 
Aynı anda kız yeniden ağlayarak haykırmaya başladı;
- Hayat hırsızı kahpeler..!’’


Şişman kadın ayarsız bir heyecanla anlatmaya devam etti;
- Bu aralar hakime hanım da kızı boşladıydı, yoksa o veletler yanına bile yanaşamazdı. Bu hakime hanım çok vatansever biridir. Kocası olacak deyyus zaten en yakın arkadaşı ile evlenerek ne namussuz olduğunu gösterdiydi herkese.. Amma velakin başka maharetleri de varmış, İstanbul’a yerleştiydi. Meğer savcı değil teröristmiş, bir sürü masum insanımıza iftiralar atarak hapse tıkmış.. Anla işte kızım, şu Amerika’daki alçağın adamıymış meğer. Hapisteymiş şimdi.. Eee, etme bulma dünyası. Bu hadiseyi duyunca Hakime hanım avu yemiş it gibi ulumuş “ben nasıl onca yıl koynumdakinin yılan olduğunu hain olduğunu anlamadım” diyerek günlerce diye göya ağlamış..


   Genç kadın yavru kediyi yeni evine ulaştırdığında gördüğü korkunç manzara yetmezmiş gibi duyduğu bu hikâyeyle de adeta mahvolmuştu.. Zira o savcılardan biri de onun yıllarına kastetmiş uzun senelerini ıstırap içinde geçirmesine sebep olmuştu. Misafir olduğu evde tüm bu olanlar ve kendisi ile ilgili anımsadığı o korkunç hatıralardan ötürü aklı bulandı.. Çay mı, kahve mi içti; ne konuştu ne dinledi ? Silikti her şey.. 
Bir an evvel misafirperver ev sahiplerine teşekkür edip ayrıldı. 

Yeniden sokağa yaklaştığında bir apartmanın duvarına oturdu ve bir sigara daha yakıp izlemeye başladı. Parkta ki zavallı kızın yanında, saçları çok düzgün topuz yapılmış, hafif makyajlı yüzü çatlayacakmış gibi kıpkırmızı, orta yaşın üstünde bir kadın oturuyordu. Koşarak geldiği her halinden belliydi. Şaziye Hanımın elini ellerinin içine hapsetmiş ince ince bir şey anlatıyor; kız da efsunlanmış gibi dinliyordu. Bir süre sonra yaşlı kadın hazan yemiş kuru dal görüntüsünde olan kızı paltosunun altına soktu ve ağır ağır uzaklaştılar.

Arkalarından bakarken parktaki o banka doğru yürümeye başladı. Bir an geleceğine yürüdüğü düşüncesiyle bayılacak gibi oldu, sendeledi aynı banka oturdu. Yerde onlarca sigara izmariti ve öbek öbek yolunmuş saçlar vardı.. Bir sigara daha yaktı; eğildi bir tutam saç aldı, satmak için yanına aldığı pahada ağır ziynetini kutusundan çıkarıp bozuk para gibi cüzdanına attı. Yerden aldığı saçları gösterişli mücevher kutusuna koydu. O anda burnunun üzerine ıslak bir papatya misali iri bir kar tanesi düştü. İç çekerek "İlk kar" dedi. Sigarasından son bir nefes daha çekti. Sonra da yine içini..

Karanlık sararken şehri, hava dost eli gibi yumuşacıktı.
Gözyaşlarının refakatinde karın içinden geçerken, tüm kederini, yılgınlığını, kırgınlığını o bankta terketti.. Ve kendine, hayatının en büyük sözünü verdi; yaşamı boyunca ne zaman tökezleyip düşecek gibi olsa, Şaziye hanımın saçlarından tutacaktı..

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.