Sevgili Okurlar,

Bugün sizlere, çok yıllar önce şahit olduğum ve aklıma geldikçe beni hala çok üzen bir olaydan bahsetmek istiyorum:

Doğduğum, büyüdüğüm Bursa Ortapazar Mahallesi’nde gazete bayii bir Galip Abimiz vardı. Galip Abi, sıcakkanlılığıyla, müşterisine olan saygısıyla hepimizin gönlünde taht kurmuştu. Eşi Nurcan Abla da, Galip Abi gibi çok sıcakkanlı ve çok prensip sahibi bir hanımefendiydi. İlker isminde bir oğulları vardı. İlker, 1980’lerin sonlarına doğru hayatımıza girmeye başlayan bilgisayara çok meraklı bir gençti. Ticari olarak bu işle uğraşırken, boş vakitlerinin büyük bir kısmını bilgisayar karşısında geçirirdi. Dostlarım, hatırlayınız o zamanlarda monitörlerin arkaları çok büyüktü ve hatta bunlar, bir monitörden daha çok, bir robota benzerlerdi. Bu devasa monitörlerin yaydıkları yüksek radyasyonun çok tehlikeli olduğunu ve ölümcül kanser hastalığı için adeta bir davetiye niteliği taşıdığını bilirdik. İlker’in, bilgisayara olan düşkünlüğünü bildiğimiz için arkadaşlarımla beraber, O’na sık sık dikkatli olmasını söylerdik. Söylerdik söylemesine ama o zamanlar, tuttuğunu koparan ve çakı gibi bir delikanlı olan İlker, almış olduğu harika aile terbiyesiyle, biz mahalleden abilerini saygıyla dinlemesine rağmen, bildiğini okumaktan da geri kalmazdı…

Aradan dokuz yıl geçmişti. İlker evlenmiş ve O’ nun nur topu gibi bir bebeği dünyaya gelmişti. İyice yaşlanan Galip Abi ve Nurcan Abla ise gazete bayii işlerini bırakmışlar ve emekli olmuşlardı…

O gün, Nurcan Abla’yla O’nun o enfes çayını içtiğimiz esnada yüzünde görmüş olduğum düşünceli ifade dikkatimi çekmişti. Bunun üzerine kendisine bir sorun olup olmadığını sormuştum. O ise, çayından bir yudum aldıktan sonra bana şöyle cevap vermişti: “Hikmet, İlker, son zamanlarda çok zayıfladı ve çok da öksürüyor; bütün ısrarlarımıza rağmen, işlerinin çok yoğun olduğunu ileri sürerek, bir türlü doktora gitmiyor.”

Bir süre sonra İlker, eşi ve sevgili yavruları da yanlarında olduğu halde, Nurcan Abla’yı ziyarete gelmişlerdi. Gerçekten de İlker, anlatılamayacak kadar çok zayıflamıştı. Gözlerime inanamıyordum; “iğne-ipliğe dönmek” tabiri, İlker için söylenmiş olmalıydı.. Bizlerle sohbet ederken sık sık öksürüyor ve bu acı veren öksürükler, henüz 26 yaşında olan delikanlının adeta nefesini kesiyordu. Gençliğinden beri ağzına sigara ve içki sürmeyen ve şimdilerde dünya tatlısı bir kız bebek babası olan bu çalışkan delikanlının bu hali, doğal olarak bana çok düşündürücü gelmişti. Bu can sıkıcı duruma çok üzülmekte olan İlker’ in anne-baba ve eşinin, O’nun bir an önce doktora gitmesi gerektiğini söylemeleri İlker’in bir kulağından girip öbüründen çıkıyordu zira delikanlı, sadece üşütmüş olabileceğini düşünüyor olmalıydı..

İlker, ailesinin ısrarlarına daha fazla dayanamamış ve nihayet doktora gitmişti.. Yapılan tetkikler sonucunda, ağzına sigara ve içki sürmeyen, yediklerine ve içtiklerine de her zaman dikkat etmiş, henüz 26 yaşında ve ömrünün baharındaki bu gencin, Akciğer Kanseri’ne yakalandığı ortaya çıkmıştı.. Ve işin en kötü tarafı da, kanserin, sondan bir önceki evreye ulaşmış olmasıydı. Doktor, İlker’ in sigara ve içki kullanmadığını, ancak O’ nun, saatlerce bilgisayar başında kaldığını öğrendikten sonra, çok üzgün bir ifadeyle şunları söylemişti:

- Oğlum, çok büyük bir ihtimalle, bilgisayar ekranından almış olduğun çok büyük orandaki radyasyon, sol akciğerinde tümör oluşumuna yol açmış ve ilerleyen süreçte de, senin umursamazlığın sayesinde, Kanser, diğer akciğerine de Metastaz yapmış…

Doktor, Galip Abi’ye ve Nurcan Abla’ya Onların canlarından çok sevdikleri oğullarının artık sayılı günlerinin kaldığını da söylemişti…

Adet yerini bulsun diye yapılan radyoterapi, doğal olarak hemen hiçbir fayda vermemişti. Son dönemlerde ise, çocukluğundan beri kardeşim kadar çok sevdiğim İlker’in ağrıları dayanılmaz boyutlara ulaşmıştı. Delikanlı’nın, sözcüklerle anlatılmayan o dayanılmaz acılarını bir nebze olsun azaltabilmek için yapılan yüksek dozlardaki morfinler bile hiç bir işe yaramamaya başlamıştı. İlker, artık her geçen gün daha çok artan acılar içinde kıvranıyor ve “öldürün beni” diye ailesine yalvarıyordu…

İlker’i çok soğuk ve yağmurlu bir günde toprağa vermiştik…

Artık bir melek olan kardeşimin eşi ve annesi O’ nun toprağa verilmesine daha fazla dayanamamışlar ve oracıkta baygınlık geçirmişlerdi.. İnanması zor gelse de, bir gece de saçlarının yarısından çoğu beyazlaşan Galip Abi ise, bizim yardımlarımız sayesinde ayakta durabilmekteydi...

Ya İlayda Bebek, o an evde ne yapıyor olmalıydı ?..

Babasını nurlar içinde görüyor muydu acaba ?..

Ne babası O’ na; ne de O babasına doyabilmişti…

Hiç şüphesiz beraberlerdi O’nlar…

Sevgili Okurlar, radyasyon ölümcüldür. Teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin; radyasyon radyasyondur.. Biz, buna yakınen şahit olduk. Siz olmayın..

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.