Aile o gün çok mutluydu. 12 yaşındaki Esen’in uygulanan tedaviden sonra kan değerleri gayet iyiydi. Lösemiydi küçük kız ama o kadar güçlü bir çocuktu ki, işlerin kötüye gittiği zamanlarda bile, küçücük yaşana rağmen, O, anne, baba ve abisine moral veriyordu. Uzun saçlı doktor, son derece neşeli bir şekilde, kanser hücrelerinin hemen hemen tamamının yok edildiğini, bir süre sonra da tedavinin de sona ereceğini söylediğinde, küçük canın göz bebeklerinde böyle bir sonucu beklediğinin anlatılmaz ışıltısı vardı. Tabii ki sevinmişti. Çok sevinmişti lakin bunu pek de belli etmiyordu. Öte yandan, küçük canın tersine, anne-baba ve abisi sevinçten deliye dönmüşler, ne yapacaklarını, ne edeceklerini şaşırmışlardı. Hele hele Esen’in 15 yaşındaki abisi Tufan, adeta adı gibi tufan olmuş, sevinçten çıldırmıştı. Cemile Hanım bir yandan, Rafet Bey diğer yandan cennet kokulu kızlarının iki yanına çöktüler, onun sözcüklerle anlatılmaz kokusunu ciğerlerine çektiler. Tufan da bu arada boş durmamış, güleç yüzlü doktora koşup ona sarılmıştı. Doktor da bu duygu yüklü anların tadını çıkarıyordu. Kalın mercekli gözlüğünün hemen altında bir damla göz yaşı belirdi. Sonra bir tane daha, bir tane daha…

Taksi şoförü Rafet Bey, hastanenin çıkışında, fırtınayı andıran ses tonuyla güzel ailesine şöyle seslendi: “Hadi bakalım, şimdi doğru sahile köfte yemeğe. Bu günü kutlamayacağız da, hangi günü kutlayacağız.." Sonrasında Esen’le, Tufan’la ve karısıyla çak yaptılar. Karısı, son günlerde işleri hiç de iyi gitmeyen, muhtemelen bir arkadaşından borç alan ve bu durumu da kendilerine hiç hissettirmeyen babalarına saygı ve sevdayla baktı. Göz göze geldiler. Rafet Bey de sevgiyle karısına gülümsedi. Cemile Hanım, kocasının belki de cebinde kalan son parayla kendilerini yemeğe götüreceğini biliyordu…

Sahildeki köfte salonu kalabalıktı. Öğle saatleri olduğu için her geçen dakika daha da kalabalıklaşıyordu. Uzun boylu, ince yüzlü garson, aileyi merdivenlerin başında karşıladı. Onları denizi yandan gören bir masaya götürdü. Siparişleri aldı. Çocuklar, pirzolayı ve köfteyi çok severlerdi. Garsonun bir süre sonra getirdiği yiyeceklerle masa, yemek kitabından bir sayfayı çağrıştıracak kadar muhteşem oldu. Tam yemeye başlayacaklardı ki; hokkabaz bir martı, önce Esen’in tabağının yanına, kısa bir süre sonra da onun saçlarına konuverdi. Öylesine oyuncuydu ki, ailenin bütün üyelerine bakıyor, arada da gagasını Esen’in saçlarına değdiriyordu. Bu manzarayı sadece onlar değil, çevre masalardakiler de hayranlıkla izliyorlardı. Tufan, kardeşinin rahat yemek yiyebilmesi için palyaço martıyı onun başından uzaklaştırmaya çalıştı. Çalıştı çalışmasına lakin güzellik zerre kadar istifini bozmuyor, yerinden bile kıpırdamıyordu. Yan masadaki beyaz saçlı kadın, çabuk çabuk yeşil çantasından cep telefonunu çıkardı. Sandalyesinden kalktı. Esen’in yanına doğru eğildi. Onlarla kendinin fotoğrafını çekti. Cemile Hanım da kendi telefonuyla bu tadına doyulmaz anın fotoğrafını çekti. Neden sonra Martı, Esen’in yemeğini rahat yiyebilmesi için yavaşça kanatlandı. Karşıdaki demir korkuluğa kondu. Kondu konmasına lakin hala Esen’i izliyordu. Hastane koridorlarında tahlil sonuçlarını beklerken çok acıkmışlardı. Üstüne mis gibi deniz kokusu açlıklarını daha da arttırmıştı. Bu yüzden hep birlikte, mis gibi kokan etleri afiyetle yediler. Esen, tabağında ayırdığı iki köfteyi, karşısında kendisini izlemekte olan martıya götürdü. Martı sevinçten çılgına döndü. Olduğu yerde iki parende attı. Köfteleri bir çırpıda mideye indirdi. Esen kaymaklı kadayıfı, Tufan da bülbül yuvasını çok severlerdi. Rafet Bey, garsona, sofraya bu iki tatlıdan oluşan bir tatlı tabağı getirmesini söyledi. Gelen tatlılar muhteşemdi. Hepsi kendilerinden geçerek tatlıları yemeğe başladılar. Tam o sırada Esen’in gözüne çaprazlarındaki masada kıkırdayarak kendisine bakmakta olan aynı yaşlardaki iki kız çocuğu takıldı. Kızlarının baktığı tarafa baktıklarında Rafet Bey ve Cemile Hanım da aynı manzaraya şahit oldular. Sarı saçlı uzun boylu çocuk, yanındaki ince yüzlü kızı dirseğiyle dürtüyor, ona Esen’in boynundaki Lösemi olduğu için taktığı maskeyi gösteriyor ve birlikte arsızca gülüyorlardı. Bir süre sonra, kızların anne ve babası da durumun farkına vardılar. Adeta bir güreşçiyi andıran geniş omuzlu kadın, yavaşça arkasına dönerek Esen’e doğru baktı. Kendi masasına döndü. Çocuklarına hiç de yavaş sayılamayacak bir ses tonuyla: “Gülmeyin bakayım garibana. Yemeğinizi yiyin.." dedi. Bu söz yakın çevredeki bütün masalardan duyulmuş olmalıydı ki; hemen herkes döndü, Esen’e baktı. Bu bakışların çoğunda acıma duygusu varken ne acıdır ki, bazısında da alaylı ifadeler vardı. Rafet Bey, Cemile Hanım ve Tufan kızdılar, çok kızdılar. Tam Tufan Bey tepki gösterecekken, Esen yavaşça masadan kalktı. Yıldızlar kadar görkemli özgüveniyle babasının sandalyesinin yanına geldi. Eğildi. Minicik parmaklarıyla babasının sinirden hızlı hızlı seyreyen yanağını sevdi. Ona: “Babacım, sinirlenme.."  dedi. Maskesini taktı. Ağır adımlarla, maskesiyle dalga geçen kızların yanına geldi. O anda hepsi o tarafa baktı. Esen tam kızların karşılarına geçti. Kızlar, anne, ve babası böyle bir şeyi beklemedikleri için şaşırdılar. Kızlar utanmışlardı. Yüzlerindeki az önceki alaylı bakışların yerini merakla karışık utanma aldı. Masadakiler nefeslerini tutarak küçük canın ne diyeceğini bekliyorlardı. Esen önce hiçbir şey demedi onlara. Bakışlarını iki kıza sabitleyerek, onları adeta eziyordu. Esen’e az önce acıyarak ve alaylı bakışlarla bakanlar da utanmış olmalıydılar ki, hepsinin yüzlerinde aynı ifade belirdi. Çoğu, kızın bir şey söylemeyeceğini, bakışlarıyla verdiği dersten sonra masasına oturacağını düşünüyorlardı. Lakin bir gerçek vardı ki; böyle düşünenler fena halde yanılıyorlardı. Küçük can, önce, ailesinden saygının ve sevginin ne olduğunu öğrenmeyen iki kıza: “Biliyor musunuz, az önce alay ettiğinizi sandığınız maskem ve uygulanan tedavi sayesinde bugün sağlığıma kavuştuğumu öğrendik. Sizin alaylarınızın gözümde zerre kadar değeri yok. Bir gün lösemili kardeşlerimin olduğu hastaneye gidin, onların mücadelelerini görün.." dedi. Daha sonra kızın annesine dönerek: “Bizler sizin dediğiniz gibi gariban değiliz, tam tersine lösemiyle savaşan çok güçlü çocuklarız.." dedi. Sözünü bitirir bitirmez, köşede küçük arkadaşının ışıltısını izlemekte olan martı, hızla olduğu yerden havalanarak, utançtan yerin dibine giren kızların annelerinin başının üzerine geldi. Gönül rahatlığıyla dışkısını kadının başından aşağıya boca ediverdi. Herkes aynı anda o masaya baktığı için, olanı biteni gördüler. Bir kahkaha tufanı koptu. Anlatılır gibi değildi. Gülmeyen kalmamıştı. Özellikle Rafet Bey, Cemile Hanım ve Tufan, gülmekten neredeyse öleceklerdi. Kızlar, annelerinin durumunun keyfini (!) yaşarlarken, gülmeyen sadece Esen’di. Dakikalardır sinirden deliye dönen martı, görevini yerine getirmiş olmanın verdiği rahatlıkla Esen’e göz kırptı. Koşturarak onun omuzuna kondu. Günlerdir yağmur yağmıyordu. Hava sıcak mı sıcaktı. Buna karşın aniden dev bir kaydırağı andıran bin bir renkli, ışıl ışıl parlayan bir gökkuşağı gökyüzüne kuruldu. Martı, küçük canın minnacık ellerini tuttu. Kendilerine gülümseyen gökkuşağına doğru kanat çırptılar…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.