Arefe’yi bir gün olarak ele alırsak tanımı karşımıza, bayram gününden önceki bayrama hazırlık günü olarak çıkar. Ama Arefe’yi gün değil de kendi kelime oluşu bakımından ele aldığımızda da karşımıza, bilgi, usul ve örf bilgisi yani “Arafa” öğrendi, tanıdı, ayırt etti olarak çıkar çünkü, Arefe kelimesi Arapça’da “Bilme”, “Bilgi” anlamına gelen “İrfan” kelimesine bağlıdır. Maarif, marifet, arif gibi bilmekle alakalı kelimeler de aynı kökten gelir.

İşte insanlar dünyevî yaşam karmaşası içinde, temelinde yaşamsallığını devam ettirmek adına ihtiyaç duyduklarını, en güzeliyle temin etmek için öz benliklerini kaybettiklerinden, olayı sadece kendi yapabildikleri kısmından ele alırlar. Bu sebeple, Arefe’nin asıl değer kısmını değil de gün olmasını yaşarlar. Arefe gününün gelmesi için herhangi bir şey yapmak, feragat ehli olmak gerekli değildir çünkü o bir gündür ve biz istesek de istemesek de gelmektedir. O zaman hazıra konmaklık devrede olur ki bu kolay olandır. İstersen, yapabiliyorsan, elindeyse engel ol, Arefe günü gelmesin ya da erkenden gelsin! Yaşamın zamana tâbî olmasından kaynaklı günlerin birbirleri peşinden gelmesi elimizde olmayan gerçekliktir. O zaman, olanı kendi lehimize kullanalım düşüncesiyle Arefe’yi sadece bir gün olarak ele aldığımızda, “Biz Arefe’ye erdik” der geçeriz, bizim için bir önceki gün ya da bir sonraki günden farkı olmayarak.

Arefe’ye ermiş olmak için asıl yapılması gereken şey feragat ehli olmaktır ki o da Arefe’nin kendi kavram olmasının anlamında tanımlanmıştır. Arefe’nin kendi kavram anlamına ulaşmadan Arefe’ye ermiş olamayız.

Arefe, kendi içeriği olan öz anlamıyla ne diyor?

İrfaniyete ermeyle Arif olup varlığın hakikatini tanımak!

Varlık, yani yaratılmışlığın tümünün hakikatini irfaniyete erip arif olmadan tanımadığımız sürece Arefe’ye eremeyeceğiz, Arefe’ye ermeden yaşayıp ölmek ise, Allah’ın kulu olmadan yaşayıp ölmektir. İnsan “Kul” varlık olduğundan kulluğu ya Allah’adır ya da kendi emmaresine. Allah’ın kulu olamayan yani Arefe’ye ermeyen, emmaresinin kulu olarak şirk içinde yaşayandır. Allah’ın kulu, irşatla vazifeli, tevhit sultanı Niyâzî-i Mısrî Hz. bu gerçeklik için,

Zât-ı Hakk’da mahrem-i irfân olan anlar bizi

İlm-i sırda bahr-ı bî-pâyân olan anlar bizi

demektedir. Sultan bu dizeleriyle bizlere, “Varlığın hakikatine erip irfan olmayla Arefe’yi yaşayanlardır Allah’ın kulluğuna erenler” demektedir.

Bizler, Arefe’ye ermek için neyi bilenlerden olacağız?

Zât-ı Hak, yaratılmışlığın varlığı yaratan Allah’ın tecellisi olmasına vurgu olurken, mahrem ise yaratılmışlığa gerçekliğinde muhatap olmaktır. İrfan ise Allah’ın sırrı olan bu sırrı akıl ile değil kalp ile bilmekliktir. İşte bu sırrın, yaratılmışlığın sadece bir bölümü değil bütünselliği kapsadığını ise, bahr-ı bî-pâyân olarak vurgulamıştır.

Cenab-ı Allah, Kendisinden başka ilah olmadığı gerçeğini tüm insanlığa Kendisini şahit kılarak beyan etmektedir. Bu beyandan anlıyoruz ki, şehadet âlemi olan tüm yaratılmışlık âlemi, Allah’ın Kendi ilahlığının zahirliğidir. Cenab-ı Allah, Kendisinden başka ilah olmadığını beyan ederek, Kendisinden başka yaratıcı, Kendisinden başka tecelli eden, Kendisinden başka, varlık sahibi olan, Kendisinden başka kulluk yapılacak olan olmadığını beyan etmektedir. Bizlerin, cehaletimizden kaynaklı olarak kendi varlığımızı kendimiz yaratmış gibi zannedip yaşayarak, varlığımızın sahibi olarak kendimizi görerek, görülenin kendimiz oluşu iddiasında bulunarak ve kulluğumuzu şirk içinde yaşamak olan emmaremize yaparak yaşaması, Allah’ın ilahlığını sahiplenerek küfdeşimizdir, başka ilahlar çıkartışımızdır. Bizler, kendimize ilahlık anlamı yüklerken, Allah Kendisinden başka ilah olmadığını beyan etmektedir. İşte bu iddia emmare ve cehaletten kaynaklandığı için iddianın içinde şirk ve zulmanî sıfatlar vardır. Arefe’ye ermek öncelikle zulmanî sıfatlardan arınıp, ilahlık iddiasından geçmektir.

Arefe’ye ermenin birinci kapısından geçmek istiyorsak, zulmanî sıfatlar olan öfke, kin, haset, nefret, gurur, ego, cimrilik, zulmetmek gibi sıfatlardan geçmeli yerine sevgi, saygı, cömertlik, hoşgörü gibi Rahmanî sıfatlar üzerine olmalıyız. Aksi durumda kalbimizde barındırdığımız zulmanî sıfatlar yüzünden kendimize ve etrafımıza zulmederken Arefe’ye sadece elimizde olmayan bir güne ermiş olarak ereriz ki bu, yanılgıyı yaşamak olur. Öyle zannetmek, gerçeği perdeleyip kabul etmemektir. Cenab-ı Allah, Yunus suresi 36. Ayeti kerimede,

Onların çoğu sadece zanna uyuyor. Oysa zan hiçbir şekilde gerçek ve kesin bilginin yerini tutamaz. Allah yaptıklarınızı çok iyi bilmektedir!

buyurarak zannın kendi katında geçerli olmadığını beyan etmektedir. Hak katında geçerli olmayan bir şeyin bizlere faydası olmaktan çok zararı olur. Kalbinde benlik ve ego olan insanların her ne olursa olsun yaptıkları samimiyet içermediği için göstermelik olmaktan öteye gidemez. İlacı içmeden içiyormuş gibi yapmak hiç kimseyi iyileştirmez. Zulmaniyetten arınıp Rahmaniyeti giyinme sonucu kalbine Rahmaniyeti alanlar, Rahmaniyetle birlikte Allah’ı da almaya başlamışlardır. Evet, Allah’ı kalbine almak! Peki bu yeterli midir? Tabiki hayır. İkinci kapıdan da geçmedikçe gerçekte Arefe’ye ermiş olamayız.

İkinci kapısı, yaratılmışlığa Allah’tan ayrı varlık anlamı yükleyerek ikilik çıkartmaktır. Her şey Allah’tan olması sebebiyle yani hiçbir şey kendi irade ve kudretiyle kendisini yaratmamış, yaratılmış olmasıyla Allah’ın yarattığıdır ve bu yaratılma ikinci bir ilahlık anlamında değil Allah’ın ilahlığının zahirliği anlamındadır. İşte bu yüzden yaratılmışlığa Allah’ın sıfatını, zatından şehadete çıkartarak Kendisinden başka ilah olmadığına şehadet edilecek tecelligâhlık nazarıyla bakmalıyız. Bu gerçeği bilip, ilim, mana, edep, ahlak ve zikir tevhitliğinde sırra erip Allah’tan başka ilah olmadığına kendimizde ve her yüzde şehadet etmek, ikinci kapıdan geçmektir.

Arefe’ye ermek, Allah’ın sırrına yani gerçekliğine tevhit bakışı olan gönül görüşüyle şehadet etmiş olmaktır. Allah’tan başka ilah olmadığına şehadeti olmayanın şehadeti kendi emmaresine olduğundan, onların erdiği Arefe sadece diğer günlerden ve yine sadece ismi farklı olan bir güne ermektir. Bayram ise Arefe’den sonra geldiğinden, şehadete eren artık yaşamını şehadet üzerine sürdürür de her yüzde, her tecellide Allah’ın kulu olarak bulunmayla kulluğu yaşamaya başlar. Bu yaşam, insanın yaratılma gayesi üzerine yaşamasıdır. Bu sebeple Arefe biz insanlar için insan olarak, Allah’ın “Kulum” dediklerinden olmamız ve böyle yaşamamız için çok önemlidir.

Cenab-ı Allah, Arefe erip Bayramı yaşama gayretimizi daim eylesin!

 

www.ozkangunal.com

ozkangunal@ozkangunal.com

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.