Atatürk okuyandı, yazandı… Bildiğimiz ilk yazıları günlüklerinde… Okuduklarını özetleyen, yorumlayan yazılardı bunlar.

Yüzbaşılığında “Subay ve Komutan ile Söyleşi” adıyla günümüz Türkçesine çevirebileceğimiz bir bitiği var: Zabitan Kumandan ile Hasbihal.

Cumhurbaşkanlığı döneminde de yazdığı yazılar var. Bunların en önemlisi de “Söylev” Nutuk adıyla yayınlanan temel bitik.

Asım Us takma adıyla da, bilinen kişilerin adıyla da yayınlanan yazıları var. Yazmak için yazmak değil, bir amaç için yazmak Atatürk’ün dirliğine uyan bir tutum.

Asım Us adıyla yazdığı yazılar Hatay (o günlerdeki adıyla İskenderun Sancağı) ile ilgili… Bu yazılar Fransa’yı yönetenlere yönelik… Çevrilip Fransa’ya gönderileceğini biliyor. Demek istiyor ki, Türkiye kamuoyu Hatay konusunda duyarlıdır.

Kitaplıkçısı Nuri Ulusu, yazdığında yanına kimseyi istemediğini, sessizlik istediğini anılarında yazıyor.

Söylev’ini yazarken 35 saat kesintisiz çalıştığı günler olurmuş. El yazısını daktilo ile yeniden yazan Nuri Ulusu yetişemez, yorulurmuş. Ona “çocuk sen artık git dinlen” der bir başkasıyla çalışmasını sürdürürmüş.

Çok kahve içerek uykusunu bastırır, tan attıktın sonra öğleye dek uyuyarak dinlenirmiş.

“Atatürk’ün Bütün Eserleri” adıyla yayınlanan 30 büyük boy bitikte ya doğrudan yazdıkları ya da yazdırdıkları var… Derinlemesine bilgi edinmek isteyenler o 30 bitiği incelemeli.

Bu çalışma Şule Perinçek uyumlaştırmasında (koordinasyon) yapıldı. Ona da destekleyenlere de “çok çok sağolun” diyorum.

Bu otuz bitiklik dizinin ikincisinde Atatürk’ün Enver Paşa ile Talat Paşa’ya yazdığı bir yazıdan söz ederek, örnek vermek istiyorum. Bu ikisi dönemin en güçlü yetkilileridir. Talat Paşa İçişleri Bakanlığı ile Başbakanlığı birlikte yürüten kişidir. Enver Paşa Başkomutan durumundadır. Atatürk o günlerde 7. Ordu Komutanı Mustafa Kemal’di. 20 Eylül 1917’de yazdığı bu yazıda şöyle bir uyarı vardır:

“İçinde bulunduğumuz bataklıktan, Almanlarla birlikte kurtulmak zorunlu ise de Almanların bu zorunluluk ve savaşın uzamasından yararlanarak bizi sömürge yapmak ve ülkemizin tüm kaynaklarını kendi ellerine almak siyasetlerinin karşısındayım”

Bu sözler kulaklara küpe olması gereken sözlerdir. Sonraki dönemlerde benzer durumlardaki yöneticilerimizde bu bilgi ile bu bilincin olmayışının acısını çok çektik, bugünkü sıkıntılarımızda da bu bilinç yoksunluğunun etkileri vardır.

Bu arada anımsatalım: Atatürk bu savaşa girilmesine karşıdır. Önceden de uyarılarda bulunmuştur. Ne yazık ki Osmanlı Devleti bağımsızlığı çoktan yitirmiştir. Yöneticiler seçim yapacak durumda değildirler, sürüklenmişlerdir. Almanlara sığınılmış, Türk Ordusunun yönetimi Alman Generallere verilmiştir. Subaylarımız küçümsenmiş “ancak Almanlar başarabilir” denilmiştir.

Mustafa Kemal bu yazısında şöyle bir uyarıda da bulunuyor:

“İyi idare edeceğim diye bir yandan çağırıyoruz bir yandan da biz fedakarlıkta bulunuyoruz…

Bugün Falkenhayn (Alman Generalidir, sonradan Mareşal olmuştur) her söz düştüğünde Alman olduğunu, Alman çıkarlarını düşünmesinin doğal olduğunu söyleyecek ölçüde de yüreklidir. Özellikle bu sözü söyleyenin bir Alman konsolosu olmadığını, yüz binlerce Türk’ün kanı için buyruk vermek yetkisinde olan, Halep’te, Fırat’ta, Suriye’de Alman siyasetinin, Alman çıkarının ne demek olduğunu bilen bir komutan olduğu düşünülürse, işlerin yurdumuzun çıkarlarına aykırı yürüyeceğini anlamamak olacak iş değildir.”

Bu yazı uzun bir yazıdır. Bir yerinde de şöyle yazmış:

“Bu durumda Yurdumuzun ve Yönetimimizin desteklenmesi şöyle dursun; Yurdumuz elimizden çıkacak bir Alman sömürgesi durumuna düşmüş olacağız. General Falkenhayn’ı bu amaç için bizim borç aldığımız altınlar ile Anadolu’dan getirdiğimiz son Türk kanlarını kullanmış olacaktır.”

Yazı şu sözlerle bitiyor:

“Kısacası bugün yapılacak işlerin sıradan bir yurt konusu değil, en birinci yurt konusu, yurt savunması olduğu bu dönemde, yurdun bir köşesinin yabancı gözetim ile yönetimine verilmesi, egemenliğimizi kesinlikle bozar, ortadan kaldırır. İşte benim görüşlerim…”

Atatürk’ün TAM BAĞIMSIZLIK İLKESİ çetin savaş günlerinde de geçerlidir. En üst yöneticileri uyarmak onun için Türklük görevidir. Almanlara karşı uyanık olunmasını ister.

Bu arada M. Akif’in Berlin’de yaşayıp yazdığı bir olayı anımsatmakta yarar var:

Bir gün kiliselerin çanlarının hep birden zamansız çaldığını duyunca sorar, “Bunlar ne çanı?” Açıklarlar, “Zafer çanlarıymış.”

Ne zaferi? İngilizler Kudüs’e girmişler, Kudüs’ü Türklerden almışlar. Hıristiyanların eline geçmiş. Almanlar seviniyor. Bu arada o günlerde Almanlarla birlikte İngilizlere karşı savaştığımız günlerdir. Bu da konunun başka yanı…

Enver Paşa’yı suçlamak söz konusu değil. Savaşa Almanlarla girmek kaçınılmaz olmuştur. Anımsatalım ki, M. Kemal bu yazıyı yazıp gönderdiğinde Enver Paşa Ordu’nun en tepesindedir. Kızıp M. Kemal’i görevden alabilirdi. Yapmamıştır. Çanakkale Savaşının en tanınmış komutanına bunu yapabilir miydi? Tartışılabilir. 

Talat Paşa’nın Atatürk’ü sevip saydığını da unutmamalıyız.

M. Kemal ile Enver Paşa’nın araları pekiyi değildir. Enver Paşa M. Kemal’den çekinir, kıskanır, ona karşı uyanık durur. Çanakkale’den sonra M. Kemal’in generalliğini geciktirir; Talat Paşa’nın baskısı ile onaylar.

Ancak bu durum Atatürk’ün Enver Paşa’yı beğenmesine, övmesine engel değildir.

14 Temmuz 1918’de bir Pazar günü Atatürk Almanya’da, kendisiyle bir söyleşi yapılıyor. Bir soru üzerine diyor ki:

“Genç bir subay olan Enver, Avrupa Türkiye’sinin yitirilmesinin bir sonucu olarak, o donuk dönemden yararlanarak Savaş Bakanı olarak Osmanlı Ordusu’nun başına geçti. Orduya ilk ve en önemli yaptığı iş, o eskimiş kumaş parçalarından kurtarması olmuştur. Aklın eline geçtikten sonra ordu öylesine çabuk değişti ki Çanakkale’de İngilizleri yenerek, Galiçya’da Avusturyalılara yardım ederek, Makedonya’da, Romanya’da işbirliği içindeki ordulara başarılı destekler vererek değerini kanıtlamıştır. Tüm bunlarda Enver Paşa’nın doğru ve yararlı çalışmalarının etkisi vardır.”

Söylemek istediğim, sözünü ettiğim yazı bir anlamda bu iki değerli kişinin eleştirisi niteliğindedir. Bunu yaparken olumsuz gelişmeleri de göze almıştır.

Yazan Atatürk’ten söz ederken örnek olarak aldığım bu yazıyla, neler yazdığını, neden yazdığını açıklamaya çalıştım.

Yazan Atatürk’ten söz ederken, “Medeni Bilgiler” adlı bitikten de söz etmeliyiz. Çok önemlidir. Çağdaş bir toplum oluşturmak için gerekli bilgilerin anlatıldığı bu bitik Atatürk’ün yazdırdığı, Prof. Afet İnan’ın adıyla yayınlanmış olan bir çalışmadır.

Atatürk son bin yıllık geçmişimizde Türk’ü yönetenler içinde en iyi yetişmiş, en nitelikli, en başarılı bir bağbuğdur. Kendisiyle karşılaştırılabilecek tek başbuğ Fatih Sultan Mehmet’tir. Bu ayrıca irdelenecek bir konudur da, demek istediğim başkadır: Atatürk yaptıklarını yapmasa, kurtarıcı, kurucu olmasaydı bile yazar olarak da Türk’ün değerlileri içinde yer alırdı.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.