1974, Kıbrıs Barış Harekatı, Mammari Köyü yakınları,

Bölük Komutanı Fahrettin Yüzbaşı, Recep, Faruk, İhsan ve Tarık Teğmenlerle, az sonra girecekleri Mammari köyüyle ilgili durum değerlendirmesi yapıyorlardı. Mustafa Kemal’i andıran, uçsuz bucaksız mavileri çağrıştıran mavi gözleriyle inanç dolu bir şekilde bir süre ufuğa baktı. Sonra, Teğmenlerine dönerek:  

-Çocuklar, az önce yaptığım telsiz konuşmasında; EOKA’cı komitacıların Mammari Köyüne yığınak yaptıklarını öğrendim. Sayıları 100’den fazla. Çok miktarda mühimmatları var. Yılmazköy tarafından giremeyiz. Zira bize karşı önlemlerini buna göre almış durumdalar. Yapmamız gereken şey, Rum komitacıları arkalarından kuşatmak ve onları daha ne olduğunu anlayamadan etkisiz hale getirmek. Allah yardımcımız olsun…

Hepsi çok duygulanmışlardı. Türk Askeri "Mehmet" demekti. Mehmetçik "Çelik" demekti. Zalimi ezer geçerdi. Bakışlarında çifte su verilmiş çelikten daha güçlü bir ifade vardı. Aslında bu muharebe o an oracıkta kazanılmıştı bile. Yaşanacaklar belliydi. Meraklı ve oyuncu bir kuş alçaldı. Hemen yanlarındaki çatılmış tüfeklerden birinin üzerine kondu. Komutanlar gayri ihtiyari ona baktılar. Anlatılmaz güzellikte beyaz, bembeyaz bir kuştu. Adeta gülüyordu. Komutanlar da ona sevgiyle güldüler. O an belki de, hiçbiri bu kuşun sıradan bir kuş olmadığını duyumsamadı. Kuşun bakışlarında inanç vardı, minnet vardı.. Masum Kıbrıs Türk’ünün ete kemiğe bürünmüş hali olan kar beyaz kuş Kahramanların gözlerinin içine bakıyor ve Onlara adeta; “İyi ki varsınız” diyordu. Daha sonra birden sertleşti. Bakışlarına tarifi imkansız bir keder hakim oldu. Rum’un, genciyle-yaşlısıyla, kadınıyla- erkeğiyle masum Türklere yaptığı kahreden katliamlar gelmiş olmalıydı. Bu kez; Mehmetçiğe; “tepeleyin şunları” der gibi baktı. Beklenmedik bir şekilde aniden kanat çırparak, Kıbrıs’ın güzel semalarında gözden yitip gitti. Kahramanlar, bir süre arkasından hayranlıkla baktılar…

Fahrettin Yüzbaşı, Mehmetçiğe ne yapacaklarını bütün ayrıntılarıyla anlattı. Sesinde, bir komutanın askerlerine konuşmasından daha ziyade, bir babanın oğullarıyla konuşması vardı. Mehmetçik candı, yürekti, sevdaydı.. O da çok sevdiği Fahrettin Komutanını babasını dinler gibi sevgiyle ve dikkatle dinliyordu. O esnada, Kıbrıs’ın uçsuz bucaksız ovalarından gelen; büyüleyici portakal kokuları her tarafı sardı. Komutan konuşmasını bitirdi. Mehmetçik bu; sözcüklerle ifade edilemeyen kokuyu ciğerlerine çekti. Sabahın ilk ışıklarıyla gökyüzünde yerini alan güneş; tarihin en mert milletinin temsilcilerine, daha önce hiç kimseye nasip olmamış ve insanı alıp götüren ışınlarını gönderdi. Başıyla Mehmetçiği selamladı…

Akşamın gelmesini beklediler. Zifiri karanlık Kıbrıs’ı çepeçevre sardı. Portakal ağaçlarından gelen kokulara, bu kez yeni filizlenmiş limon kokuları katıldı. Hafif bir rüzgar çıktı. Lakin bu rüzgar, sıcak Kıbrıs akşamlarını ferahlatan ve huzur veren bir rüzgardı. Mehmetçik, hava kararmak üzereyken; yarım somun ekmek ve konserveden oluşan kumanyasını afiyetle yedi. Yalnız çok farklı bir durum vardı. Kahramanlar, ekmek ve konserve yiyorlardı; lakin ağızlarına götürdükleri her lokmada, tereyağı, bal, baklava, börek tadı vardı.

Uzun boylu, geniş omuzlu bir Mehmet, o anda az ileride bir karaltı gördü. Ay ışığı altında yüzlerce, binlerce Türk Anası vardı. Kağnılar vardı. Göz alıyorlardı. Mehmet, sevinçten adeta çılgına döndü. Heyecanla diğer Mehmetlere Onları gösterdi. Gördükleri karşısında ne yapacaklarını, ne söyleyeceklerini bilemediler. Bir süre öylece kalakaldılar. Şimdi yediklerinin tadının neden farklı olduğunu anlamışlardı.. Oradakiler, kendi analarıydı. Işıldıyorlardı. Lakin bu ışıldamayı kelimelerle ifade edebilmek kabil değildi. Görmek, yaşamak gerekliydi. Mehmetçikler de bunu yaptılar. Analardan biri tüm Mehmetlere seslendi. Sesinde, bir topun, tankın gücü vardı:

-Kuzularım, gazanız mübarek olsun…

Mehmetçik dünyanın yenilmez tek askeriydi. Ancak bir o kadar da duygu yüklüydü. . Bütün Mehmetlerin göz pınarları doldu. Yaşlar yavaşça süzülmeye başladı. Gecenin alacakaranlığında bu yaşlar adeta muhteşem inci taneleri gibi parıldıyorlardı. Ayağa fırladılar. Analarına asker selamı verdiler. O esnada Faruk Yüzbaşı, kadınlardan birini tanıdı. Yüzbaşı Fahrettin’e coşkuyla bağırdı:

-Komutanım, bakın Nene Hat…

Teğmen sözünü bitirememişti. Lakin Yüzbaşı Onun ne diyeceğini anlamıştı. Faruk Teğmen yanılmamıştı. Nene Hatun gerçekten oradaydı.. Kahramanlaştığı savaştaki kıyafetleriyle; ne bir eksik, ne bir fazla.. Hiç kimse gördüklerine inanamıyordu. Lakin, su kadar berrak bir gerçek vardı; Nene Hatun karşılarında duruyordu. O da Kahramanlara, Kahraman selamı verdi. Anlatılır gibi değildi. Hafif bir yağmur başladı. Toprakla buluşur buluşmaz ortaya çıkan mis gibi koku etrafı sardı. Portakal kokuları bu kokuya karıştı. Analar, oğullarına el salladılar. Bu el sallayışta güven vardı. Sevda vardı. Kağnılarıyla birlikte ağır adımlarla oradan uzaklaştılar. Işıltıları oradan uzaklaştıktan çok sonra bile yerli yerindeydi…

Yüzbaşı Fahrettin Komutasındaki Bölük, planladıkları gibi Rum’un ruhu bile duymadan Mammari’yi arkadan çepeçevre sardı. Türk Birliği, çok kısa bir çatışmadan sonra, köye mevzilenmiş EOKA’cı komitacıları ve Rum köylüleri esir aldılar. Mehmetçik bu çatışmada 20’ye yakın komitacıyı etkisiz hale getirdi. İki Mehmet, ebediyete intikal ederek Şehit oldu. Karslı ve İzmirli Mehmetler şehadete varmak üzerelerken, dudaklarında anlatılmaz bir tebessüm vardı. Zira, Nene Hatun yine oradaydı. Kuzuların başlarını okşuyordu. Göz göze geldiler. Sonra Kahramanlar son nefeslerini verdiler. Anaları eğildi; Onların göz kapaklarını kapattı. Gözlerinden öptü. Yanaklarını okşadı…

Mehmetler, esir aldıkları komitacıları bağladılar. Onları bir eve götürüp hapsettiler. Hiç kötü muamele etmediler. Fiske bile vurmadılar. Kıbrıs Türk’üne yaptıkları her türlü kötülüğe karşın bunu yapmadılar. Zira bu Türk’e yakışmazdı. Başlarında beş Mehmetçik kaldı…

Yüzbaşı Fahrettin’in sesi işitildi. Bir destroyer gibiydi:

-Çocuklarım, bu insanları kiliseye götürün. Zira ancak orası bu kadar kalabalık insanı alabilir…

Özellikle genç kızlar ve kadınlar çok korkuyorlardı. Tarihi ve acımasız bir gerçek vardı. Bir savaşta hangi taraf galip gelirse, yenik tarafın kadınlarına, kızlarına kötülük yapardı. Rum köylüler başlarına geleceği çok iyi biliyorlardı. Ya da kendileri öyle zannediyorlardı. Her birini bir titreme aldı. Canlarını verecek gibiydiler. İçlerinden, kısa boylu, sarı saçlı genç bir kadın yalvaran bakışları eşliğinde yarım yamalak Türkçesiyle Kahramanlara seslendi:

-Yalvarırım kızıma dokunmayın. Bana ne yaparsanız yapın…

O esnada bütün Mehmetlerin gözleri doldu. Kadın sözünü bitirir bitirmez zayıf genç kız, annesinin yanına sokuldu. Korkuyordu, çok korkuyordu. Başını annesinin göğsüne yasladı. Annesinin kendisini içine almasını diliyor olmalıydı. Diğerlerinin durumu da bu genç kızdan farksızdır.

Mehmetçikler, itmeden kakmadan misafirlerini kiliseye götürdüler. Kadınların korkusu daha da artıyordu. Türk Askerinin kendilerine daha çok acı vermek için, ibadethanelerinde kötülük edeceğini düşündüler. Kısa bir süre sonra Fahrettin Yüzbaşı, İhsan ve Tarık Teğmenler kiliseye geldiler. Yüzyıllardır kendilerine öyle öğretildiği için çocuklar, gençler, yaşlılar bütün Rumlar, Kahraman Türk Askerine anlatılmaz bir korkuyla bakıyorlardı. Kadınlar en çok, çocuklarının gözleri önünde kendilerine kötülük edilecek olmasına kahroluyorlardı. Ellerinden geldiğince direnmeye, kızlarını korumaya çalışacaklardı. Lakin yapabilecekleri hiçbir şeyin olmadığını kendileri de çok iyi biliyorlardı…

Fahrettin Yüzbaşı, ağır adımlarla 20 yaşlarındaki bir kadının ve kucağındaki küçük çocuğun yanına yaklaştı. Kadın ağlamaya başladı. Korkudan son nefesini verecek gibiydi. Kilisedeki herkes dikkatle Yüzbaşıyı izliyordu. Kahraman Komutan, sevgi dolu bakışları eşliğinde çocuğun başını okşadı. Sökülmüş üniformasının yan cebinden bir şeker çıkardı. Çocuk küçüktü. Olan bitenin farkında değildi. Gözleri parlayarak şekere uzandı. Annesi, Komutanın bakışlarındaki şefkatten, Onun kötü bir niyetinin olmadığını sezdi. Lakin yine de temkinli olmalıydı. Belli olmazdı. Fahrettin Yüzbaşı kollarını açarak, küçük çocuğu kucağına almak istedi. Çocuk, kendini Komutanın kucağına atıverdi. Kilisedeki yüzlerce kişi hayretler içerisinde birbirlerinin yüzlerine baktılar. Fahrettin Komutanın bu babacan davranışı Rum kadınlarını ve kızlarını büyük ölçüde rahatlattı. Başlarına bir kötülük gelmeyeceğine inanmak ister gibiydiler. Yüzbaşı, küçük arkadaşıyla birlikte teğmenlerinin yanına geldi. Çocuğun annesinin yanına dönmek gibi bir niyeti yoktu. Bu onun yüzüne ayna gibi yansıyordu. Fahrettin Komutan ağır ağır söze başladı:

-Çocuklar, analar, kızlar, yaşlılar sizler, şu an bizim misafirimizsiniz. Biz Türkler misafirlerimize çok büyük değer veririz. Analar; size ve kızlarınıza bizden kötülük gelmez. Dünyada esir aldığı insanlara kötülük etmeyen tek millet vardır. O da Türk Milleti'dir. Bizler zor durumda olanlara yardım ederiz. İçiniz rahat olsun. Birazdan sizlerle kumanyalarımızı paylaşacağız…

İşittikleri bu ışıltılı sözlerden dolayı, köylüler sevinçle birbirlerine sarıldılar. Pek çok kadın, mutluluk gözyaşları içinde ve adeta yaylarından boşanan oklar gibi Mehmetlere koştular. Minnetle Onlara sarıldılar. Mehmetçikler, ağlayarak kendilerine koşan genç kızların başlarını kendi kız kardeşlerinin başlarını okşar gibi seviyorlardı. Bazı kadınlar, yaşadıkları bu mutluluk karşısında o kadar duygulanmışlardı ki; boyunlarındaki altınları seve seve yerlerinden koparırcasına çektiler, çıkarttılar. Minnettarlıklarını göstermek için Kahramanlara uzattılar. Bunun üzerine Kahramanlar şefkatle kadınlara, altınları tekrar boyunlarına takmalarını söylediler. O esnada, annesi Fahrettin Komutan’ın yanındaki çocuğu almak istedi. Çocuk gitmedi. Başını eğerek yeni arkadaşına arada bir bakıyordu. Ona göz kırpıyordu. Fahrettin Yüzbaşı da Ona…

Mehmetçikler, yeni Türk Birlikleri gelinceye kadar, azalmış kumanyalarını Rumlarla paylaştılar. Küçük çocuğu Fahrettin Yüzbaşıdan ayırabilmek için ise çok uğraştılar…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
Taskan 5 yıl önce

Herzamanki gibi muhteşem olmuş. Ellerinize, yureginize sağlık.

Misafir Avatar
Melih ULUDAĞ 5 yıl önce @Taskan

Ahmet, çok değerli devrem, çok teşekkür ediyorum.

Beğenmedim! (0)
Avatar
Fulya 5 yıl önce

Muhtesemmm bir ya, adeta yaşadık kaleminize saglık Melih bey

Misafir Avatar
Melih ULUDAĞ 5 yıl önce @Fulya

Fulya, çok değerli devrem, çok teşekkür ediyorum.

Beğenmedim! (0)
Avatar
hüseyin ulus 5 yıl önce

Gerçek öykülerin tadı başka oluyor. Dokunaklı ve canlı yaşıyor gibi okuduk.Teşekkürler.

Misafir Avatar
Melih ULUDAĞ 5 yıl önce @hüseyin ulus

Çok değerli Hüseyin Öğretmenim. Çok teşekkür ediyorum.

Beğenmedim! (0)