Amcam Topal Kemal’in davranışları kendisini tanımayanları çok fazla rahatsız ediyordu. Tabi ki amcam bu durumun farkında bile değildi. Durumun farkında olanlarda da, amcama, bu durumu söyleyebilecek cesaret yoktu.

Amcam, belinde gazete kâğıdına sarılmış yarım metre bir kasap bıçağı ile gezer ve zıvanadan çıktığında o bıçağı kullanmakta zerre kadar tereddüt etmezdi. Bıçağı insan vücudunun hangi kısmına, ne kadar sapladığında, ne kadar ceza alacağını, bir ağır ceza hâkimi kadar iyi bilirdi.

Amcam için hapishanede yatmak, çekirdek çitlemek kadar sıradan bir olaydı. Onu, ailecek Kartal Ceza Evi’nde ziyaret ettiğimizi hatırlıyorum. Çocuk halimizle, hapishane ziyaretine girerken, bileklerimize vurulan mührü unutmamız mümkün değildi. O mührü hala bileğimde hissediyorum.

Amcam hapishanedeyken, bir ara onunla mektuplaştığımızı hatırlıyorum.

Babaannemin bütün ömrü, amcam için hapishaneye battaniye ve cigara taşımakla geçmişti.

Sanırım, sekiz yaşlarındaydım. Heykel’de amcamla birlikte yürüyorduk.

Yıl 1976 falan. O zamanlar; Heykel, Bursa’nın kent meydanıydı. Kent meydanı olmasına rağmen tam gün ortasında Setbaşı-Postane güzergâhında, toplam insan sayısı, elli kişi bile yoktu.

Karşımızdan tahminime göre ellili yaşlarda bir adam geliyordu. Bursa fazla kalabalık bir kent olmadığı için insanların çoğu birbirini tanıyabiliyordu. Zaten amcam, ofsayt karakteriyle tanınmış kişi niteliğindeydi. Karşımızdan gelen adam, amcamı gördüğüne bin pişman olmasına rağmen gayri ihtiyari “Merhaba Kemal” diye selamladı. Amcam, o kabadayı tavrı ile böbürlenerek, adamcağıza bir “merhaba” dedi ama evlere şenlik bir merhaba… Ve ardından da, beni işaret ederek, “Delikanlıyı tanıyor musun” diye sordu adamcağıza… Tabi refleks olarak “tanımıyorum” diyebildi adamcağız. Amcam beni göstererek “Delikanlı, benim yeğenim” dedi, hemen ardından da ekledi; “Öp delikanlının elini”… Adamcağız, bana doğru eğilerek yürüdü, elimi öpmek için hamle yaptı. Ben de yaradılışımdan gelen edalı bir tavırla “Bırakın bu işleri ya, olur mu böyle şey, yakışır mı yaşlı başlı adamın benim elimi öpmesi” dedim ve yürüdüm. Amcam peşim sıra geldi, adamcağız da yoluna gitti.

Sekiz yaşımda olmama rağmen amcama “Ya amca, sen neden böyle yapıyorsun, bizi rezil ediyorsun. Bu yaptığın davranış sana yakıştı mı” dedim. Amcam da “Sen ne diyorsun evlat, ben başka bir şey bilmem ki, bildiğim bu, bunu yapıyorum. Bu Bursa’yı sizin ayaklarınızın altına paspas yaparım” dedi. Sinirlendiği zaman, kollarını dirseklerinden kırar, ellerini ters yumruk yapar, sıkar ve gererdi. Göğsünü dışa doğru çıkartır, kafasını her an kafa vurabilecekmiş gibi geri çeker, yay gibi gergin bir vaziyet alırdı. Yine aynı davranışı sergilemişti. Onu tanıyan her kim olursa olsun, hastalığı sebebiyle bu anında “Tanrı tanımaz” bir kimliğe büründüğünü bilir ve korkuya kapılırdı. Biz ise Topal Kemal’in yeğeni olma ve Koreli Mehmet’in evlatları olma şansımız sayesinde amcamın karşısında korkusuzca ve hatta pervasızca davranırdık. “Benim yanımda böyle hareketler yapma, hoşlanmıyorum bu davranışlarından” dedim amcama… Amcam sinirlerine hakim olma mücadelesi verirken ağlamaklı oldu. “Sizin için, bu Bursa’yı yakarım ben, yıkarım. Benim aklım ermez başka bir şeye” dedi.

Belli bir süre yürüdük, sonra ayrıldık. O kendi dünyasına döndü ve ben kendi dünyama…

Ortam gördük ve bildik ki; en büyük kabadayılık efendiliktir. Öyle olunca da efendiliği tercih ettik.

19 yaşlarındaydım. Parfümeri deposunda çalışıyordum.

Dönem itibarıyla Bursa’nın Ünlü Caddesi’nde bir perakende dükkânını devir almıştık. Patronumla beraber bazı düzenlemeler yapıyorduk dükkânda.

Dükkân, içinde bir pavyonun ve birkaç meyhanenin olduğu bir pasajın girişindeydi. Aniden bir gürültü patırtı oldu. Hiç unutmuyorum; bir adam yaklaşık beş altı metre havada uçarak pasajın girişinde karşımızda bulunan kebapçının duvarına çarparak yere düştü, düştüğü gibi de kalkarak kaçmaya başladı. Hemen ardından amcamı gördüm, adamı ağız dolusu küfürlerle tek ayağı aksamasına rağmen süratle koşarak kovalıyordu.

Hiç gözükmedim, gözükmek de istemedim, o an amcama… O da, adamın arkasından koşarak kaybolmuştu. Patronum gayri ihtiyari dükkânın kapısına çıkmış, ne olup bittiğini anlamaya çalışıyordu. “Muhsin Abi, gel içeriye, işimize bakalım, sesini çıkarma, kovalayan adam benim amcam” dedim ve amcamın hikâyesinin bir kısmını anlattım, patronum Muhsin Abiye. “Aman, benim burada çalıştığımı öğrenmesin, yoksa bizi rahat bırakmaz” diye de uyarıda bulundum.

Yaşımız büyüdüğünde amcamın toplum içindeki davranışlarından biz de rahatsız olmaya başlamıştık. Yaşlandıkça kontrolü kaybediyordu. Ve yaşlandıkça eski gördüğü itibarı artık göremiyordu. Yollarda karşılaştığımızda benden ya sigara parası isterdi ya da ufak tefek harçlıklar. Her zaman söyler yazarım ya; sekiz yaşında çalışmaya başladığımız için, her zaman cebimizde üç beş kuruş harçlığımız olur, o harçlığı da kim denk gelirse onunla paylaşırdık. Amcama da, sonradan düşmanım olmuş insanlara da helal hoş olsun. Vardı verdik…

Paranın maymunu olmadık, parayı kendimize maymun yaptık, eğlendik.

Amcam Topal Kemal, Namazgâh’ta babadan kalma evlerini, bir gece sigara içerken, yorganına düşürdüğü sigara ateşi ile yaktı. Babadan kalma ev kullanılmaz hale geldi. Sığınacak yeri kalmadı. Belli bir süre Nalbantoğlu’nda marketin bulunduğu alanda sokakta yaşadı. Ve o alan amcamın can verdiği yer oldu. Amcamın ölüm haberi geldiğinde, nasıl bir tesadüfse hatırlamıyorum, babam ile beraberdim. Muammer Sencer Karakolu’na çağırdılar babamı. Beraber indik. Karakola girdik, komiserin odasına aldılar, bizi… Komiser, on numara adam denir ya, öyle bir adam. Misafir etti bizi makamında… O anı hiç unutmuyorum, babama; “Mehmet Abi, seni de Kemal'i de çok iyi tanıyorum. Çektiğiniz bütün sıkıntıları biliyorum. Şimdi sen, hiç itiraz etmeden, 'cenazeyi kaldıracak durumum yok' ifadesi vereceksin. Ben, her şeyi organize ettim, Kemal’in cenazesini belediye kaldıracak” dedi. Öyle bir tavır, öyle bir eda ile söyledi ki; babam sadece “Tamam” diyebildi, komisere…

Topal Kemal, yaşarken hissettiği gibi öldüğünde de kimsesizler mezarlığına gömüldü. Zaten dünya da, bütünüyle, kimsesizler mezarlığı değil mi?

Şimdi yazarken ağladım.

Eskilerin bir deyimi vardır; “Su testisi, su yolunda kırılır” diye…

Menenjit hastalığı nedeniyle içler acısı başlayan Topal Kemal efsanesi, içler acısı bir şekilde sona ermişti.

Bu topraklar ne Topal Kemaller gördü.

Benimle beraber namı yürüsün, amcam Topal Kemal’in…

Mekânı cennet olsun…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.