Başkan Trumph Amerika’nın dünya’daki gücünün azalması üzerine 02 Şubat 2018 tarihinde yeni nükleer politikasını/doktrinini yayınladı. Oldukça ses getirdi ve çeşitli açıklamalara neden oldu, Rusya ve Çin cephesinden sert eleştiriler geldi. ABD nükleer envanterini çeşitlendireceğini ve düşük kapasiteli, küçük çaplı veya daha az güçlü nükleer silah sayısını artıracağını, askeri deyimle, 'taktik nükleer silahlar'a ağırlık vereceğini ilan etti. Bu da, kullanıldığında etkisi daha az olacak olan 1 – 5 KT (kiloton) gücünde nükleer bombalar demektir. 6 Ağustos 1945’te Hiroşima’ya atılan bombanın 13 KT büyüklüğünde olduğunu ve etkilerinin ne olduğunu biliyoruz.

ABD nükleer doktrinini neden değiştirdi, ileri sürdüğü gerekçeler nelerdir? Sadece açıkladığı askeri gerekçeler mi bu değişikliği yapmaya itti, yoksa bu değişikliğin gerisinde ekonomik, politik vb. başka etkenler de var mı?

Nükleer doktrinde önerilen bazı değişiklikler şöyle:

Eski ABD Başkanı Barack Obama’nın başlattığı modernleştirme çalışmaları sürdürülerek denizaltıdan atılan füzeler, karada konuşlanmış balistik füzeler ve havadan sevk edilen silahların güçlendirilmesi,

Denizaltıdan atılacak nükleer silahların başlıklarını daha düşük verimli olanlarla değiştirilmesi, Deniz merkezli nükleer seyir füzelerine dönülmesi.

ABD’nin yeni nükleer doktrinine göre; Kuzey Kore, “ertelenmeyecek ve öngörülmeyen tehdit” olarak tarif edildi. Bu yeni nükleer doktrine göre, Asya Pasifik’teki diğer tehdit de Rusya ve Çin olarak belirlendi. Ayrıca, İran’ın nükleer çalışmaları tehdit unsuru olarak raporlandı. Doktrinde, “Bugün Rusya nükleer silahını ve diğer stratejik sistemlerini modernize ediyor. Rusya’nın, nükleer potansiyeli genişleterek başarıya ulaşılmasını öngören askeri stratejiler kabul etmesiyle ilgili endişeler duyuluyor. Rusya’nın Kırım’ı işgal etmesi ve müttefiklerimize yönelik nükleer tehditlerle birlikte bu olaylar, Moskova’nın büyük güçler mücadelesine geri dönme kararlılığını doğruluyor.” ifadelerine yer verildi.

ABD nükleer doktrininde yaptığı değişikliklerle nükleer silah kapasitesini artırarak, değişik platformlara yayarak her türlü harekât ve çatışmada gerektiğinde kullanabileceğini deklere etmiş olmaktadır. Bu durum, nükleer silahların kullanılma olasılığını da büyük oranda artıracaktır. Nükleer silahlar icat edildiğinden beri, sadece II. Dünya Savaşında ABD tarafından Japonya’ya karşı kullanılmıştı. Nükleer silahların Hiroşima ve Nagazaki’de kullanılması, bu silahın ne kadar büyük yıkıcı etkileri olduğunun tüm dünyaca görülmesine sebep olmasına rağmen, bazı devletlerin nükleer silahlanma yarışına girmesine engel olamadı. Çünkü bu savaştan sonra dünya devletleri iki kutba bölündü, bloklaştı. Soğuk savaş olarak adlandırdığımız bu dönem, birçok ülkeyi nükleer silaha yöneltti. Ancak bu silahların bir ölüm kalım savaşında veya başka çare kalmayınca en son başvurulabilecek bir seçenek olduğu da kabul edilmekteydi.

Nükleer silahların hızla çoğalması ve yaygınlaşması bunlara karşı önlem alınmasını gerektirdi. Bunun sonucunda, "Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması" (NPT, 1970 yılından beri yürürlükte), "Nükleer Denemelerin Kapsamlı Yasaklanması Antlaşması" (CTBT- Kasım 2009 da 151 ülke yürürlüğe sokmuş, 31 ülke imzalamış ama yürürlüğe sokmamıştır. Söz konusu antlaşma, sivil ve askeri tüm nükleer denemeleri yasaklamaktadır) gibi bir dizi antlaşmalar yapıldı. NPT Antlaşması dünyayı, antlaşmanın yürürlüğe girdiği tarihte nükleer silah sahibi ülkeler (A.B.D., Çin, Fransa, Rusya ve İngiltere) ve antlaşmaya taraf ancak nükleer silah sahibi olmayan ülkeler olmak üzere iki gruba ayırmıştır. Anlaşmayı 189 ülke kabul etmiştir. Bu antlaşma ile nükleer silah sahibi her ülke nükleer silahları transfer etmemeyi, nükleer silah sahibi olmayan ülkelerin bu silahları geliştirmesine yardımcı olmamayı ve nükleer silahsızlanmaya ulaşılmasına yönelik çalışmalarda bulunmayı taahhüt etmektedir. İsrail, Hindistan ve Pakistan bu güne kadar NPT Antlaşmasını imzalamayı reddetmiştir. Kuzey Kore 2003 yılında anlaşmadan çekilmiştir.

BM Genel Kurulunca Temmuz 2017’de, Nükleer Silahların Yasaklanması Anlaşması 122 ülkenin desteğiyle kabul edildi. Ancak ‘Nükleer Beşli’ başta olmak üzere nükleer silah sahibi ülkeler, anlaşma kararının oylandığı ilgili BM toplantısını boykot etti ve katılmadılar. Bu anlaşmanın yürürlüğe girmesi için ülkelerin parlamentolarınca da onaylanması gerektiği malumdur. Ancak nükleer silah sahibi ülkelerin toplantıya katılmaması, baştan bu anlaşmayı "kadük" ilan etmektedir.

ABD’nin açıkladığı yeni nükleer doktrine en sert tepkiler Çin ve Rusya’dan geldi. Çin Savunma Bakanlığı şu açıklamayı yaptı: “Umarız ABD Soğuk Savaş zihniyetinden bir an önce çıkar, silahsızlandırma konusundaki kendi sorumluluklarını ciddiyetle yerine getirir ve Çin’in stratejik niyetlerini doğru anlayıp ülkemizin ulusal savunma anlayışına ve askeri takviyelerine objektif bakış geliştirir.” Rusya ise, ABD’yi "savaş çığırtkanlığı" ile suçladı ve hayal kırıklıklarını dile getirdiler.

ABD’nin yeni nükleer doktrininin silahlanmayı artıracağı, nükleer silah kullanma eşiğini aşağı çekeceği ve hepsinden önemlisi ise, ABD ile Rusya ve Çin arasında savaş ihtimalini artıracağı uzmanlarca ileri sürülmektedir.

ABD’nin yeni nükleer doktrini, gerçekten caydırıcılık amaçlı mı yoksa politika değişikliği mi? Aslında ABD’nin yeni nükleer doktrinini tek başına değerlendirmek yanıltıcı olmaktadır. Kurulan yeni dünya dengesi ve diğer tüm askeri, ekonomik ve politik gelişmelerle birlikte düşünmek gerekmektedir. ABD’nin askeri, ekonomik ve politik etkinliği tüm coğrafyalarda azalmaktadır. 2000’li yılların başından itibaren Rusya ve Çin, giderek dünya politikalarında daha fazla söz sahibi olmaya başladı, ABD’nin tek kutuplu dünya düzeni ve politikası giderek zayıflamaya başladı.

Yeni doktrinde, Rusya ve Çin’e düşman olarak yaklaşılmayacağının belirtildiğine dikkat çeken Rus senatör Bondarev, “Bu tesadüf değil. Elbette ABD, dünyanın önde gelen iki güçle açık çatışmaya girmeyecek. ABD, silah ihracatından para kazanmak, petrol yataklarını kontrol altında tutmak ve insan sermayesini kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak amacıyla yeraltı kaynağı zengini küçük ülkelerin topraklarını işgal etmeye devam edebilir” yorumunda bulundu.

Özellikle Avrasya bölgesinde Rusya ve Çin’in işbirliği sonucunda, ABD artık tek taraflı olarak istediklerini yapamamaktadır. Suriye’deki savaş ve iç karışıklıklar, İran’ın ve Irak merkezi yönetiminin kararlı politikaları buna en güzel örneklerdir. Bölge ülkelerinin birbiriyle ilişki ve karşılıklı yardımlaşmalarını artırması, bunlara Rusya ve Çin’in örtülü ve açık destekleri de ABD’yi zor durumda bırakmış ve politikalarını gözden geçirmesine sebep olmuştur.

Ayrıca Rusya ve özellikle Çin’in ekonomik gelişmesi, buna paralel olarak askeri yönden güçlenmeleri dünya politikasını yönlendirmeye ve ABD karşıtı politikalar üretmelerine ve uygulamaya koymalarına neden olmuştur. Bunun farkına varan ABD, ekonomi politikalarında değişikliğe giderek ithal mallara yeni vergiler ve kurallar koymuştur. Bunun da sonuçta, askeri politikalarını etkilemesi kaçınılmaz olmuştur.

Kaynak: Dünyanın Gizli Silahları - Ali Bektan / Bilge Karınca Yayınevi

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.