Gün yeni yeni ağarıyordu. Uzun boylu, kalıplı ihtiyar adam, geniş paçalı ve çoğu yeri yamalı pantolonunun cebinden dükkanının anahtarını çıkarttı. Paslı anahtar deliğine sokmaya çalıştı. Gözleri artık eskisi kadar iyi görmüyordu. Birkaç denemeden sonra açmaya muvaffak oldu. Ayakkabı dükkanının uzun zamandır yağlanmayan kapısı pervasızca gürültüler çıkartarak açıldı. Onbeş-yirmi dakikaya kadar gün tamamen ağarmış olacaktı. Bu sebepten, camın kenarında bulunan; kestane ağacından yapılmış koyu kahverengi masanın üzerinde bulunan gaz lambasını yakmaya ihtiyaç duymadı. Geçti masasının başına oturdu.

Mevlüt Usta, İzmir’in en çok tanınan ayakkabıcılarından biriydi. Onun yaptığı potinler, iskarpinler ve çizmeler dillere destandı. Lakin son günlerde işler azalmaya başlamıştı. Yunanın İzmir’e çıkarma yapacağı haberinin ayyuka çıkmasından sonra, İzmir’deki Rum aileler, Onun dükkanına gelmez olmuşlardı. Bu yüzden de işler her geçen gün daha da kötüleşiyordu. Şu anda yapacağı bir potin, bir de iskarpin vardı. Mevlüt Usta, işlerin azalmasından çok, ülkenin durumuna üzülüyordu. Yunan çok yakınlardaydı…

Yaşlı adam, işe başlamadan önce, iskemlesini dükkanının önüne çıkardı. Masasının üzerindeki kibrit kutusunu yanına aldı. Oturdu. Uzun beyaz sakalını sıvazladı. Canı o gün hiç çalışmak istemiyordu. Cebindeki tabakasından bir sigara aldı. Rüzgar vardı, biraz uğraştan sonra yakabildi. Uzaklardan kendisine ağlamaklı gözlerle bakan denize çevirdi başını. Okkalı bir nefes çekti sigarasından. Dumanının neredeyse tamamını ciğerlerine doldurmuş olmalıydı. Dumanın çok azı geri geldi. Ve düşünmeye başladı. İşgal kuvvetlerinin İzmir’e çıkarma yapması durumunda, hiç şüphe yoktu ki, kahpelere tüm maddi olanaksızlıklarına rağmen karşılık vereceklerdi. Vereceklerdi ama çoluk-çocuk, genç yaşlı çok sayıda da kayıp vereceklerdi. Gün görmemiş bebeler, analar, kardeşler velhasıl çok insan şehit olacaktı.. Sonra aklına yerli Rumlar geliverdi. Buna canının daha çok sıkıldığı belliydi. Yüzü adeta ekşi bir erik yemiş gibi ekşidi. Haklıydı. Yıllarca, aynı sokaklarda, mahallelerde, kardeş gibi yaşayan, zor günlerinde birbirlerine yardıma koşan Türklerle, Rumların arası açılmıştı. Aslında İzmirli Türklerin tavırlarında, Rumlara karşı olumsuz yönde değişen hiçbir şey yoktu. Lakin Rumların çoğu öyle miydi ya.. Ülkenin her geçen gün daha büyük tehlikelerle karşı karşıya kalmasını fırsat biliyorlardı. Türk komşularıyla ilişkilerini her geçen gün azaltıyorlardı. Şımarmışlardı. Arkadaşlarına, komşularına tepeden bakıyorlardı. Bu da herkes gibi Mevlüt Ustanın canını çok sıkıyordu. Hepsi de böyle değildi. İçlerinde vefakar Rumlar da vardı. Onlar, yanar- döner soydaşlarının, bu vicdansızlıklarına en az Türkler kadar içerliyorlardı. Türklere karşı gizli gizli yapılan ve Yunan askerleri İzmir’e çıktıklarında, onları desteklemek için adeta çırpınan Rum soydaşlarına veryansın ediyorlardı. Ancak ne acıdır ki onların da bu konuda yapabileceği fazla bir şey yoktu…

Mevlüt Usta’nın dükkanının hemen çaprazındaki hırdavat dükkanının sahibi çocukluk arkadaşı Panayotis Ustaydı. O da, aşağı yukarı Mevlüt Usta ile aynı yaşlardaydı. Aralarındaki dostluk, çocukluktan başlamış, her geçen zaman daha çok katmerlenmişti. Birbirlerini görmedikleri gün çok nadirdi. Ya Mevlüt Usta ve ailesi, Panayotis Usta ve ailesine oturmaya giderler; ya da Panayotis Usta ve ailesi Mevlüt Ustalara gelirlerdi. Ailece bir araya geldiklerinde; binbir çeşit renkli çiçeklerin boy gösterdiği güzel İzmir bahçeli evlerinden şen kahkahalar yükselirdi. Ne yazık ki o anlatılmaz yıllar çok gerilerde kalmıştı. Panayotis Usta’da şu anki duruma kahroluyordu. Ne zaman çocukluk arkadaşıyla yan yana gelseler, dükkanlarının önünde çay içseler, birbirlerine takılırlar, ancak ülkenin o anki içler acısı durumundan bahsetmezlerdi. Zaman zaman gözleri çakışırdı. İşte o zaman her ikisinin de çektikleri acı yüzlerine bir ayna gibi yansırdı…

Panayotis Ustanın büyük torunu Eleni ile Mevlüt Usta’nın tek torunu olan Salih uzun zamandır birbirlerini deli gibi seviyorlardı. Önceleri Eleni’nin babası Yannis ve annesi Maria bu sevdaya hiç de soğuk bakmıyorlardı. Tam tersine hoşlarına bile gidiyordu. Mevlüt Usta’nın torunu Salih, aynı dedesi gibi çalışkan ve ahlaklı bir gençti. Dedesiyle birlikte ayakkabı yapıyordu. O da yaman bir usta olmaya çok yakındı. Lakin Yunanın İzmir’e yapacağı çıkarma yaklaştıkça, Yannis ve Maria’nın tavırları değişmişti. Gitmeler- gelmeler seyrekleşmiş ve nihayetinde de sona ermişti. Yalnızca Panayotis Usta, dostunu ziyarete devam ediyordu. Usta’nın karısı Elizabeth yedi yıl kadar önce ölmüştü. O da Türk komşularını çok severdi. Panayotis Usta, oğlunun ve gelininin Türklere karşı tepeden bakmalarını; onlara nefretle bakarak izlemekteydi. Çoğu zaman, pek çok Rum gibi biti kanlanan oğluna ve gelinine hadlerini bildiriyordu. Sarı saçlı, irice yüzlü on sekiz yaşlarındaki Eleni de annesinin ve babasının böyle davranmasına çok üzülüyordu. Çok geçmeden Eleni ve Salih’in görüşmesine izin vermemeye başladılar. Lakin bütün çabalarına karşı sevdalıların fırsat bulduklarında görüşmelerine engel olamıyorlardı…

Birden sigarasını bitirmek üzere olan Mevlüt Usta’nın sırtına birisi dokundu. Gelen Panayotis Usta’ydı. “ Erkencisin bu sabah, hadi kahveyi söyle de şöyle bir keyif yapalım; tabii cebinde akrep yoksa” dedi. Birbirlerine takılmayı çok severlerdi. Aslında; “cebinde akrep var” deyimini ilk kez Mevlüt Usta, arkadaşına söylemişti. Bu deyim, Panayotis Usta’nın o kadar hoşuna gitmişti ki, o da Mevlüt Usta’ya böyle takılmaya başlamıştı…

Kahveler söylendi. Panayotis Usta, şakalar yaparak arkadaşını neşelendirmeye çalışıyordu. Lakin onun da pek neşesi yoktu. Havada dayanılmaz bir ağırlık vardı. Sıcak fazla değildi ama nem çok rahatsız ediyordu. Hava bir yağsa ortalık ferahlayacaktı. Ama yağmıyordu, sanki yağmamak için de insanlarla inatlaşıyordu.. Panayotis Usta, baktı ki arkadaşı hiç konuşmaya niyetli değil; O da sessizliğe gömüldü. Tek kelime etmeden kahvelerini bitirdiler. Tam dükkanlarına girmek üzereydiler ki, yan caddedeki miting alanındaki konuşmacıdan gelen ve bir aslanın gürlemesini çağrıştıran sesi duydular. Konuşmacı, ertesi gün Yunan’ın kuvvetlerinin muhtemel İzmir’e geleceğini söylüyordu. Bu yürekli ses, çevrede toplanan binlerce İzmirli’yi böyle bir durum olması durumunda onları yaptıklarına pişman etmeye çağırıyordu. Az sayıdaki yerli Rum, bu mitingde Türk kardeşleri gibi konuşmacıyı coşkuyla dinliyorlardı. Fakat ne acıdır ki, Rumların pek çoğu kalabalığın dışındaki yerlerde durarak Türklere ve onlarla birlikte mitinge katılan soydaşlarına pis pis bakıyorlardı…

Ertesi gün, Yunan askerleri Kordon’dan çıkarma yaptılar,

Yaptılar yapmasına lakin unuttukları bir şey vardı,

Karşılarında, ölümü esarete yeğleyen kahraman Türk Milleti vardı,

Usta gazeteci Hasan Tahsin altı patlarını çıkardı,

İki Efzun’u adeta keklik avlar gibi avladı,

İlk kurşun sıkılmıştı,

Hiç şüphe yoktu ki, devamı da gelecekti,

Mevlüt Usta, oğlu Salih, Panayotis Usta ve Eleni, Yunan’a ilk mukavemet gösterenlerdendi,

Yannis ve Maria ise, yerli Rumlarla birlikte Yunan askerlerine yaltaklandılar.

Şanlı Türk Ordusu İzmir’de Yunanlıları denize döktüğünde,

Yannis ve Maria bu kez de Türk Askerlerine yaltaklanmışlardı..

Bir Mehmetçik, Yannis ile göz göze geldi,

El pençe divandı Yannis,

Mehmetçik yüz vermedi,

Ciğerini biliyordu bunların..

Yıllar geçti,

Panayotis Usta, doğduğu toprakları bırakarak karşıya geçmedi,

Salih ve Eleni evlendi,

İki çocukları oldu,

Biri kız, biri erkek,

Mevlüt ve Panayotis Ustalar, bahçede hanımeli kokuları arasında; on yaşındaki torunları Ayşe’nin elinden az şekerli Türk kahvelerini yudumluyorlardı..

İki hokkabaz martı belirdi İzmir semalarında,

Daireler çizdiler,

İnişe geçtiler, Biri Mevlüt Ustanın omuzuna biri de Panayotis Ustanın omuzuna kondu,

Küçük kız, martıların gülümsediğini gördü,

Anlatılır gibi değildi…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.