Auschwitz, 1943,

Hannah Cobinsky, O’nun yedi yaşındaki kızı Lila ve otuza yakın Yahudi, dakikalar sonra can verecekleri Gaz Odasında sıralarını beklemekteydiler. Buradaki Yahudilerin yarıya yakını çocuklardan oluşmaktaydı. II. Dünya Savaşı başlamadan önce, Polonya’daki en tanınmış hekimlerden biri olan Bayan Cobinsky ve yine hekim olan eşi Jacob Cobinsky, Almanya’nın Polonya’yı işgal etmesinden hemen sonra, Nazi askerleri tarafından tutuklanmışlardı. Ailenin tek çocuğu olan küçük Lila annesiyle birlikte, trenle bir çalışma kampına gönderilirken, babası da başka bir çalışma kampına gönderilmişti. Ancak, bayan Cobinsky, yedi ay kadar sonra kocasının ölüm haberini almıştı. Şimdiyse, kendisi, çok şirin bir kız olan Lila ile birlikte ölümle yüz yüzeydiler…

Gaz odasındaki çocukların anneleri, canlarından çok sevdikleri yavrularını sıkı sıkıya sarmışlardı. Hiç kuşku yok ki, analık içgüdüleriydi Onlara bunu yaptıran. Çocuklarını son nefeslerine kadar koruyacaklardı. O esnada, diğer tüm mahkumlar gibi açlıktan vücutlarındaki kemikleri dışarıdan görülen uzun yüzlü, sarı saçlı Lila, boynunu bükerek, bayan Cobinsky’ ye, neden burada bulunduklarını; artık eve gitmek istediğini söylemişti. Bayan Cobinsky, kızının sorusuna önce hiçbir cevap verememişti. Genç kadın, o an, başını pencereye çevirmişti. Dışarıda bir deri bir kemik kalmış Yahudilerin ve Çingenelerin; insanın yüreğini kor ateşler içinde yakan dramını izliyordu. Bazı Nazi askerleri, genç- yaşlı, kadın- çocuk demeden önüne kattıkları çaresiz insanların bir kısmını silahlarıyla adeta bir hayvanı sürükler gibi iterek kurşuna dizmek için götürürlerken; bazıları ise, diğer esirleri, gaz odalarına doğru sürüklüyorlardı. İğrenç naziler, cılız vücutlarıyla kendilerine mukavemet göstermeye çalışan ve zayıflıktan artık çocuk gibi kalmış esirleri hemen oracıkta kurşunluyorlardı. Yakınlarını kanlar içerisinde yerde gören biçare çocuklar, o an şoka giriyorlar ve oldukları yerde çivilenmiş gibi kalıyorlardı…

Hayatını insanları hastalıklardan kurtarmak için hekimliğe adayan Bayan Cobinsky, insanları tıpkı fare öldürür gibi gözlerini kırpmadan katleden sadist Nazilere lanet okuyordu. Genç kadın, göz pınarlarından boşalan yaşları, açlıktan ve zayıflıktan küçücük kalmış eliyle silerken, Lila’ya, tireyen sesiyle üzülmemesi gerektiğini zira az sonra odadaki tüm insanlarla birlikte çok eğlenceli bir yolculuğa çıkacaklarını söyleyebilmişti. O an annesinin ağladığını fark eden Lila ise annesinin kendisine yalan söylediğini hemen anlamıştı…

Gaz odasındaki duş başlıklarından, odanın içine karbon monoksit gazı verilmeye başlamıştı. Şimdi anneler, çocuklarına daha da sıkı sarılmaktaydılar. Ardından Lila, Bayan Cobinsky ile göz göze gelmişti. Yaşayabilseydi usta bir piyano sanatçısı olacağından emin olduğu kızı için hiçbir şey yapamıyor olmanın verdiği dayanılmaz azapla, Bayan Cobinsky’nin fersiz gözlerinden kanlı yaşlar gelmekteydi. O an, inanması güç bir şey olmuştu: Küçük kız, anneciğinin gözlerinden boşalmakta olan kanlı yaşlar yerine; annesinin kendisine her zaman huzur vermiş olan zümrüt yeşili gözlerinin içinde cenneti görmüştü. Bayan Cobinsky de, Lila’da bembeyaz elbiseler içindeydiler ve sözcüklerle ifade edilemeyecek kadar güzel kanatları vardı…

Önce hafif hafif öksürmeler başlamıştı. Ardından, kadınlar ve çocuklar sonbahar yaprakları gibi yere düşüyorlardı. Anneler, ölürlerken yavrularına öylesini sıkı sarılmışlardı ki, az sonra içeri giren Nazi askerleri, gördükleri bu görkemli manzara karşısında kelimenin tam anlamıyla küçük dillerini yutmuşlardı. Askerler, zaten kaburga kemikleri sayılan zavallıları, onları oraya getirdikleri gibi tüfekleriyle iterek ve tekmeleyerek dışarıya çıkarmışlar ve Onları, az önce kazdıkları toplu mezarlara hayvan leşlerini tıkar gibi tıkmışlardı…

İnsandılar,

Esir edilmişlerdi,

Zorla çalıştırılmışlardı,

Aç bırakılmışlardı,

Aşağılanmışlardı,

Naziler beğenmemişlerdi etnik kökenlerini zavallıların,

Onursuzca katledilmişlerdi..

Kundaktaki bebeler, süt kuzusu yavrular, can çocuklar,

Analar, kızlar,

Babalar, oğullar,

Dedeler, nineler..

Ancak, unuttukları su gibi berrak bir gerçek vardı;

Gün gelecek, devran dönecek,

Yaptıkları yanlarına kalmayacaktı.

Sefil bir şekilde can vereceklerdi,

Çırpına çırpına,

Aman dileyeceklerdi hayasızca,

Düm düz olacaklardı,

Olmuşlardı…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
Alper beyaz 6 yıl önce

Yüreğe dokunan vicdanları parçalayan çok güzel yazı olmuş tebrikler

Misafir Avatar
Melih Uludağ 6 yıl önce @Alper beyaz

Çok teşekkür ediyorum Alper Bey.

Beğenmedim! (0)