Köyümde şimdi yumurta, süt marketten.

“Kuş gribi dediler tavuklarımızı toplayıp itlaf ettiler, ineğe de bakamıyoruz yaşlandık, çocuklar İstanbul’a göçtü onun için sütü, yoğurdu aynı İstanbul'daki gibi marketten alıyoruz”

Köyden GELDİK Şehire!

Ya sonra?

70’li yıllarda köyler de yaşayanlar ürettikleri ile geçinebilmekte, Türkiye ise tarım ürünleri alanında kendisine yeten ülkeler arasında idi.

Köyler de, kırsalda yaşayanların oranı %80‘lerde idi.

Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel, “Kalkınmanın ölçüsü şehirde yaşayan nüfusun oranının %40’larda olması ile belli olur. Kalkınmış ülkeler de, şehirler de yaşayanların oranı %40 dır” diyerek şehirleşmeyi teşvik ediyordu.

Sonra ülkemizde şehirleşme başladı.

Önce köylerden yakın kasaba ve şehirlere, sonrasında ver elini İstanbul…

Yatak, yorgan balyaları otöbüslerin bagajlarını tıkış tıkış dolduruldu.

Kapıcılık falan derken bir de gecekondu ayarlandı mı, yazın köye gittiğinde övünmek için denklem tamamlanmış demekti.

Tabi ilk zamanlarda şehre gidenler ailenin bir veya iki ferdi idi.

İstanbul’a dönüşlerinde peynirler, salçalar, güzelim köy ekmekleri, kışlıklar, otobüs muavinleri ikna edilerek bagaja dolduruluyordu.

Böyle gitmedi, köydekiler de şehirden gelenlere özendi, imrendi. Öyle ya sigortaları vardı, emekli olacaklardı bir de üstüne üstlük, gecekondularına müteahhitler daire vermeye başlamışlardı.

Süreç köyün, köylünün bitişiyle sonuçlanmaya gidiyordu.

Köylü nüfusu yaşlanmaya, tarlalar ekilmemeye, köyden şehre erzak gelmemeye başlamıştı.

Ve şehir yavaş yavaş dişlerini köyden gelmişlere saplamıştı.

Gecekondusu ve şehrin çeperlerinden aldığı arsalar rant getirmeye başlamıştı.

Arabalar alındı, eh birazda rüküş mobilyalar derken kendinden sonra gelenlere üstten bakmalar, küçük görmelere dönüştü.

Mutluluk kaynağı hısım, akraba, dostlarla geçirilen zaman yerini yavaş yavaş yalnızlığa ve mutsuzluğa bırakmaya başlamıştı.

O da yetmedi, birileri ile alttan alta yarışmalıydılar, yeni arsa kat vs. sonu gelmez, peşinden yetişilemez bir hayat başladı.

İkinci nesiller pek okullu olmasalar da, üçüncü nesil okullu olmayı bir ayrıcalık olarak görmeye başladı.

Ancak, bu durum başka bir problemi ortaya çıkardı ve üniversite mezunu işsizler de aileler içinde yer almaya başladı.

Televizyon dizilerinde şaşalı hayatlar, ahlaki sınır tanımaz yaşam örnekleri ile ahlak kurallarını bir bir yıkan hikayeler izliyorlardı.

Oysa köylerin yüz yılların birikimi olan, kültürü, öğretisi ve buna bağlı yaşayışlarını, davranışılarını özel gayret göstermeden yaşayarak, görerek belki farkına varmadan kazanabiliyorlardı

Yardımlaşma ve imece pek çok derde deva olabiliyordu.

Bir gün Kasabamızda bir yangın çıkmıştı; evler birbirine bitişik olduğu için birkaç hane yanmış kül olmuştu. Yangın mahallemizde idi, sabah olduğunda nerede ise bütün mahalle yanmış görüntüsü veriyordu.

Bir bayram arafesinde bayrama on gün kala felaket yaşandı.

Bayramda mahallenin çocukları birkaç arkadaşımla komşularla bayramlaşmaya çıkarken babam bizleri uyardı, falanca emmilerinize de uğrayın.

Öyle yaptık, uğradığımız evler daha on gün önce evleri yananlardı. Köylülerimiz bir araya gelmişler evleri yananların evlerini bayrama yetiştirmişler, yeni evlerine kavuşturmuşlardı.

Bir yaz ayında merhum dedemin komşu köydeki evine buğday harmanında yardım etmek için gitmiştim henüz on yaşındaydım.
Harman kaldırıldı, buğdaylar eve taşındı bir kısmı ambara, bir kısmı ise çuvallara doldurulmuş evin çıkışında bulunan balkona istiflenmişti.

Ben seviniyordum sabah olduğunda, dedemle birlikte buğdayları satmak için şehre Zile ye gidecektik.

Oysa gecenin bir yarısı evin dışından sesler geliyordu.

O sıra köye henüz elektrik gelmemişti.

Sabah oldu dışarı çıktığımda buğday çuvalları yerinde yoktu, hemen heyecanla koştum “Dede buğdayları götürmüşler” dedim. Kamil dedem “Oğlum buğdayı sahipleri götürdü” dedi.

Daha sonra öğrendim ki köyde buğdayı olmayan fakir komşuları için ayrılan buğdaylarmış.

Şu nezakete şu letafete bakar mısınız?

Kimse görmeden, kimse bilmeden komşulara yardım yapılıyordu.

Bu hikaye bile nasıl bir değişim, dönüşüm içinde olduğumuzu göstermeye yeter de artar bile.

İçinde kibir yok.

İçinde üstünlük taslamak yok.

Hele zenginlik efelenmesi hiç yok.

Bir başka hikaye; Kütahya Simav‘da 90’lı yıllarda birisi için söylenen, ilk duyduğumda anlayamadığım, anladığımda ise hayretler içinde kaldığım bir sözcüktü “eyi del” (iyi değil).

“Kötü” yerine, “iyi değil” diyorlardı. Hem kötü diyerek kişiyi zan altında bırakmıyorlar hem de hüküm sözü kullanarak kişi hakkına girmiyorlardı. Sadece “iyi del / değil” diyorlardı.

Bu nasıl nezaketti ve ne zaman öğrenmişlerdi.

Yaşadığımız değişimlerden sonra ise; kimsenin gözü kimseyi görmüyor, halin nice demiyor, komşuluk, akrabalık yerini yalnızlığa, mutsuzluğa terkediyordu.

Bununlada kalmıyordu köyünde köyün büyüğü, mahallenin büyüğü anlayışı yerini saygısızlığa bencilliğe bırakmıştı, çember daraldıkça saygısızlık evin, yuvanın içinde boy vermişti.

Şehir ranta, rant ise yokluğa kapı aralamıştı.

Mutsuzluk, yalnızlık hissi her yeri kaplamıştı.

Şehirli olunmuş muydu?

Şehirli olmak bu muydu?

Kalabalıklar içinde yalnız yaşamaya mahkum olmuş, mutsuz kalabalıklara yeni mutsuzlar karışmıştı.

Ömür törpüsü şehrin yükü ve omuzlar çökmüştü.

Oysa köyde mutluyduk..

Köyde yaşamak tekrar mutluluk, huzur kaynağı olmalıdır.

Bu ise öncelikler tarım ürünleri politikası oluşturup, planlama yapmak, bölgesel verimlilik analizi ve hatta daha dar alanda toprak analizleri yapmak sureti ile verimi arttırmak, çiftçinin ürettiği ile geçinmesini ve üretim maliyetleri bakımından da rekabet edebilir düzeye çıkarmakla mümkün olur.

Onca ziraat mühendisimiz ya işsizdirler ya da başka mesleklerde çalışmaktadırlar.

Ziraat mühendisleri köylüleri bilgilendirmeliler.

Çiftçiler köylerinden ayrıldı, GIDA konusunda kendi kendine yeten yedi ülkeden biri iken, gıda ihlal eder duruma geldik.

Dünyada gıda savaşları devam etmektedir.

Acımasız savaşa karşı bir an önce harekete geçmek zarurettir.

Vesselam.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.