Gönül’ün telefonu acı acı çaldı. Genç İngilizce Öğretmeni endişeyle telefonu açtı. Arayan; tahmin ettiği gibi, Anadolu Üniversitesi İngilizce Öğretmenliği Bölümünden birlikte mezun olduğu can arkadaşı Müslüme’nin annesiydi. En son iki gün önce görüşmüşlerdi. O görüşmede orta yaşlı kadın, gözyaşları eşliğinde; kanser hastası kızının ağrılarının her geçen dakika daha da arttığını söylemişti; "Gönül, yavrum, Müslüme'm elimden kayıp gidiyor. Artık ağrı kesiciler de pek bir işe yara.."

Acılı anne, sözünü tamamlamaya muvaffak olamamıştı. Gönül, telefonun diğer tarafından gelen hıçkırıkları duyuyor, duydukça da kahroluyordu. O esnada eşi de yaşananlar karşısında kendini kötü hissediyor ve Gönül’e olabildiğince moral vermeye çalışıyordu. Alelacele hazırlandılar. Gece saat bir buçuk sularıydı. Caddeler tenhaydı. Bu sebeple otomobilleriyle çok geçmeden Müslüme’nin evine ulaştılar. İkinci kattaki evin ana caddeye bakan odasının ışığı yanıyordu. Dış kapının zilini çalarken, Gönül’ün parmakları titriyordu. Kapı kısa bir süre sonra açıldı. Gönül, zorlukla yeşil çantasını açtı. Cep telefonunu çıkardı. Kendisi gibi Adanalı olan Neyran’ı ve Nisa’yı aradı. Hıçkırıklar arasında durumu onlara anlattı…

İçeriye girdiklerinde Müslüme’nin annesi, babası ve kardeşleri tarifsiz bir keder içindeydiler. Annesi Meral Hanım, Gönül’ü görür görmez Ona kendi çocuğuna sarılır gibi sarıldı. Müslüme, o an verilen ağrı kesicinin etkisiyle büyük ölçüde sakinleşmiş ve adeta melekler gibi uyuyordu. Gönül, fakülteden yakın arkadaşı Müslüme’nin yanına yaklaştı. Genç İngilizce Öğretmeni hastalığı sebebiyle son dönemde hayli zayıflamış adeta iğne ipliğe dönmüştü. Gönül, usulca kardeşi kadar çok sevdiği arkadaşının yatağının kenarına oturdu. Saçlarını okşadı. Terlemekte olan alnına düşen perçemleri yukarıya kaldırdı. Eğildi alnını öptü. Çok geçmeden Neyran ve Nisa geldiler. Onlar da tarifi imkansız acılar içerisindeydiler. O gece arkadaşlarının başucundan bir an olsun bile ayrılmadılar. Kimi elini sevdi, kimi yanağını okşadı, kimi saçlarını okşadı…

Ertesi gün Gönül, Neyran ve Nisa, fakülteden mezun olmadan önce hazırlanan yıllıktan, 1993 mezunlarının telefonlarına ulaştılar ve hepsini teker teker arayarak durumu onlara anlattılar. Boğazlarına bir şeyler düğümlense de, zaman zaman hıçkırıklara boğulsalar da, arkadaşlarının artık son günlerini yaşadığını ve herkesin işi gücü neyse, onu bırakıp Adana’ya gelmesini söylediler. Duydukları karşısında şoka giren 92 genç İngilizce Öğretmeninden o an gelen yanıtlar hep aynıydı: "Hemen Geliyoruz !.."

Arkadaşları ilk uçağa biner binmez soluğu Adana’da aldılar. Kederli aileyi ayrı ayrı giderek onları daha da yormamak adına kendi aralarında anlaştıkları gibi havaalanının bekleme salonunda buluştular. Bazısı güçlü olmaya çalışıyor, bazısı buna muvaffak olamıyordu. Şule bir kenara çekilmiş ağlamaktan kızaran gözleriyle kendinden geçmiş bir halde henüz inen bir uçağa bakıyordu, ya da herkes öyle sanıyordu. Havaalanının servis aracıyla şehir merkezine geçtiler. Orada kendilerini Nisa bekliyordu. Şehir meydanına çok yakın eve doğru hızlı adımlarla yürürken hiçbirinin ağzını bıçak açmıyordu. Adana caddelerini aydınlatan ve etrafı adeta gündüze çeviren sokak lambaları o an ne yazık ki bu genç insanların yüreklerini kerpetenle söküp çıkartan arkadaş acısına çare olmuyorlar, olamıyorlardı. Kimse kimsenin yüzüne bakmıyor, önde Nisa, adeta birer robot gibi onu takip ediyorlardı. O esnada bir hıçkırık işitildi, sonra iki, sonra ,üç ve sonra dört.. Bu hıçkırıklar, Tomris’e, Ahmet Sönmezcan’a, Ayten’e ve Yusuf’a aittiler…

Ev halkı, Müslüme’nin arkadaşlarını bitap bir halde karşıladılar. Gönül ve Neyran arkadaşlarını fark etmediler bile. Neden sonra fark edebildiler. Müslüme uyanıktı. Ağrıları çoğalmıştı. İğne yaptılar. İğne ağrıya artık hemen hemen hiç etki yapmıyordu. Sadece bağırmasına engel olacak kadar işe yarıyordu. Önce Elçin yaklaştı, sonra Ahmet Taşkan, Fulya, Yasemin, Berrin, Mehmet, Saide, Alican, Erkan, Yadigar, Hikmet, Emsal, Şule ve tüm arkadaşları. 92 kederli insan, o an acılar içinde kıvranan ve “yardım edin” der gibi çaresizce kendilerine bakmakta olan Müslüme’nin ellerine, yüzlerine, ayaklarına, kollarına dokundular. Dokundukları anda, odada bulunan herkesi hayretler içerisinde bırakacak bir şey oldu. Dokunulan her yerde önceleri küçük küçük lakin saniyeler geçtikçe büyüyen ışık kümeleri oluşmaya başladı. Bu ışık kümeleri daha önce hiç görülmeyen, bilinmeyen ve belki de o an vücut bulan sayısız renkten oluşan; sözcüklerle anlatılamayan ışık kümeleriydi. Hiç kimse parmağını dokunduğu yerden çekmedi. Evrendeki hiçbir güç de onların parmaklarını kardeşleri Müslüme’nin üzerinden çektirmeye muvaffak olamazdı. O an odanın ışıkları söndü. Bir an herkes bunu odadakilerden birinin yaptığını düşündü. Lakin şu bir gerçekti ki; yanılmışlardı. Odanın ışığı kendiliğinden sönmüştü ya da evrenin gücü bunu yapmıştı. Işık kümeleri büyüdükçe birbirlerine kenetleniyorlar; kenetlendikçe daha da büyüyorlardı. 92 insan kısa bir süre sonra gördükleri karşısında ne söyleyeceklerini, ne yapacaklarını bilemediler zira önce bir ışık topunda, Müslüme’nin şu anki ölüm döşeğindeki halini gördüler. Ama hiç üzülmediler çünkü bilemedikleri bir güç üzülmelerine engel olmaktaydı. Bir saniye sonra bu ışık topu iğneyle patlatılmış gibi yok oldu. Çok kısa bir süre sonra bir ışık topu diğerlerinden daha da büyüdü. Onun içinde Müslüme’nin yatağa düşmeden önceki hali vardı. Hepsinin içi anlatılmaz bir huzur ve mutlulukla doldu. Fakülteden 4-B sınıfının başkanı Yasemin, kendini tutamadı ve coşkuyla bağırdı. O balon odanın içinde gönlünce dolaşmaya başladı. Maviye benzeyen ama maviden çok daha güzel bir renkten oluşan bir diğer ışık topunun içinde Müslüme’nin hastalığa yakalanmamış halini gördüler. Sağlıklıydı, canlıydı ve fakülteden kardeşlerinin duymaya doyamadıkları kahkahası işitiliyordu. Yadigar tutamadı kendini bu kez. Fakültede sessiz olan Yadigar’ın böylesine mutlulukla bağırdığını muhtemelen hiçbir devresi duymamış olmalıydı. O esnada Gönül’ün gözü Müslüme’nin yüzüne takıldı. Müslüme hafifçe gözlerini açtı. Yüzünde acıdan zerre kadar eser yoktu. Tıpkı uyku mahmurluğunu üzerinden atamamış insanlar gibiydi. Gönül, bir kahkaha attı. Herkes Müslüme’nin yüzüne baktı. 92’si birden gözyaşları, ağlayışları, hıçkırıkları birbirine karışmış bir halde sevinç çığlıkları atıyorlardı. O arada, sevinçten deliye dönen Nisa’nın kolu, hemen arkasında durmakta olan Ertuğrul’un yüzüne çarptı. Ertuğrul abandone olmuş bir boksör gibi yere kapaklandı. Müslüme de gördü bunu. Bir kahkaha attı. Diğerleri de Müslüme’ye katıldılar. Yeni bir ışık kümesi diğerlerinden ayrıldı. Bu; turuncuya benzer bir renkti. Lakin turuncu değildi. Zira turuncu bu renk yanında gri gibi kalmaktaydı. Bu ışık topunun içinde Müslüme’nin fakültedeki herkese mutluluk veren hali vardı. Müslüme kendini gördü. Yavaşça yatağından doğruldu. Büyülenmiş bakışlarla olanları izleyen 92 cesur yürek, artık Müslüme'nin hasta olmadığından emindiler. Ayağa kalktı; “karnım acıktı” dedi. Anne ve babası kızlarına koştular. Annesi yavrusunu kalbinin içine soktu. Babası, kızının arkadaşlarına mutluluktan çocuk gibi ağlayarak bakıyordu. Kızının hasta olduğunu öğrendiği gün bir anda beyazlaşan saçları yeniden eskisi gibi oldu. Hiç kimse şaşırmadı. Zira evrenin gücünün Müslüme’yi ailesine ve arkadaşlarına bağışlamıştı. Bunu gözleriyle görmüşken, babacığının saçlarının yeniden eski haline dönmesine mi inanmayacaklardı.. Yaşananlar su kadar berraktı. O an az öncekilerden çok daha büyük bir ışık kümesi salına salına yukarıya yükseldi. Renginin güzelliği karşısında öylece kaldılar. Bu ışık kümesinin içinde ise sağlığına kavuşan ve o an karşılarında durmakta olan Müslüme vardı. Işık kümeleri mutluluktan ağlayan herkese el sallayarak kayboldular.

Ertesi gün Müslüme, okulda öğrencilerine anlatmayı çok sevdiği “renkler” konusunu anlattı…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
TASKAN 5 yıl önce

Gözyaşlarima hakim olamadım. Nur içinde yatsın

Misafir Avatar
Melih ULUDAĞ 5 yıl önce @TASKAN

Çok değerli Kardeşim, çok değerli Devrem Ahmet, çok teşekkürler.

Beğenmedim! (0)
Avatar
Taskan 5 yıl önce

Nur içinde yatsın.

Avatar
Melih ULUDAĞ 5 yıl önce

Nur içinde yatsın.

Avatar
Fulya 5 yıl önce

Kaleminize sağlik Melih bey olay cok hazin ama bir okadar da mutluluk verici

Misafir Avatar
Melih ULUDAĞ 5 yıl önce @Fulya

Çok değerli Kardeşim, çok değerli Devrem Fulya çok teşekkürler.

Beğenmedim! (0)
Avatar
Fulya 5 yıl önce

Harika