19. Tümen Komutanı Mustafa Kemal’in komutasındaki Mehmetçik, Nusrat Mayın Gemisi sayesinde çok ağır bir yenilgiye uğrayan İtilaf Kuvvetleri Donanmasının güneyden yapacağı çıkarmaya engel olmak için Conkbayırı’na doğru ilerlerken, güzergahı üzerindeki Bigalı köyünden geçmişti. Mustafa Kemal’in orada tanıdığı Melih ismindeki bir çocuk, gizlice Tümenin peşine takılmış ve Conkbayırı’na ulaşmıştı. Oradaki kanlı savaşlarda, Mehmetçiğe mermi hazırlarken, yaralıların da yaralarını kalın bezlerle sararak onların kan kaybına olabildiğince engel olmuştu. İlerleyen saatlerde, Mustafa Kemal’in göğsüne gelen şarapnel mermisinin; Onun cebindeki saati parçalamasına şahit olmuştu. Mustafa Kemal’in hayatta kalmasından dolayı anlatılamayacak kadar çok mutlu olan çocuk, sonrasında iki elini, Mustafa Kemal’in kalbinin üzerine koymuş, Ona bir daha şarapnel mermisi gelmemesi için ellerini sıkı sıkıya Mustafa Kemal’in kalbinin üzerine bastırmıştı…

Aradan yıllar geçmişti. Mustafa Kemal önderliğinde şahlanan Türk Milleti, Kurtuluş Savaşı’yla yedi düvele Türk’ün gücünü göstermişti. Işıltılı günlerdi…

Mustafa Kemal, küçük Melih’! hiç unutmadı. Fırsat buldukça, çocuğun köyü olan Bigalı’ya gitti. Hem orada yıllarca önce Mehmetçiğe hayır dua eden 80 yaşlarındaki gök gözlü nineyi hem de Melih’i ziyaret etti. Melih’in babası da Melih’i birkaç kez, Mustafa Kemal’i görsün, diye Ankara’ya götürdü. Mustafa Kemal, Melih’i o kadar çok seviyordu ki, ne kadar meşgul olursa olsun, küçük arkadaşına olabildiğince çok zaman ayırıyordu…Hiç kuşku yok ki, bu da Melih’i dünyanın en mutlu insanı yapıyordu…

Melih, küçüklüğünden beri öğretmen olmak istiyordu. Liseyi bitirdikten sonra Eğitim Fakültesi’ni kazandı. Dört yıl boyunca canını dişine taktı. Tüm maddi olanaksızlıklarına rağmen fakülteyi güzel bir dereceyle bitirdi…

Mezuniyet Töreni:

136 Öğretmen adayının kalpleri heyecandan adeta yerlerinden çıkmak üzereydi. Her biri lacivert renkteki cübbeleri içerisinde göz kamaştırıyordu. Büyük salonun sahnesine önceden yerleştirilen basamaklara çıktı çiçeği burnunda öğretmen adayları. Yavrularının diploma alışlarını görmek üzere salonu hınca hınç dolduran ana-babaların heyecanları ise görülmeye değerdi. Önlü arkalı ilk iki sıra protokol için ayrılmıştı. Protokolde oturanlar da hemen hemen tamamen yerlerini almışlardı. Mikrofonlar kontrol edildi…

Program başlamak üzereydi. O esnada salonun koyu kahverengi kapısı gıcırtı sesiyle aralandı. Salonda bulunanlar, gayri ihtiyari geriye döndüler. Kapıya baktılar. Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk ve Başbakan İsmet İnönü kapının hemen önündeydiler. Yavaşça konukların olduğu bölüme doğru ilerlemeye başladılar. Salondaki muazzam kalabalık gözlerine inanamadı. Şaşkınlıktan neredeyse hepsinin gözleri yuvalarından fırladı. Görenler, görmeyenleri kollarından, bacaklarından çekiştiriyorlar ve anlatılmaz güzellikteki bu tabloyu onlara göstermeye çalışıyorlardı. İlk şaşkınlık sonrasında, salondakiler hemen ayağa kalktılar. Üniversite rektörü, dekan ve akademisyenler koşarak Gazi’nin ve İsmet Paşa’nın yanına geldiler. Yaşlısından gencine tüm akademisyenler heyecandan ve mutluluktan soluk soluğaydılar. Kimisi utanıyor, yüzü pembeleşiyordu. Kimisinin heyecandan elleri titriyordu. Çocuklarının bu mutlu günlerinde onların yanlarında olmak için gelen misafirlerin de durumları farklı değildi. Rektör, eğilerek, titreyen sesiyle önce Gazi’nin, sonra da İsmet Paşa’nın ellerinden sıkı sıkı tutarak onlara tüm kalbiyle: “Hoşgeldiniz efendim” dedi. Daha sonra, tüm öğretim elemanları, bu tarihi anın anlatılmaz onurunu yaşayarak tarihin gördüğü en büyük iki adamın ellerine sarıldılar. Hiç kuşku yoktu ki, salondaki insanlar da aynı şeyi yapmak istemekteydiler. İstemekteydiler lakin buna cesaret edemediler. Gazi ve İsmet Paşa, ağır adımlarla protokole ilerlerlerken, şapkalarını çıkartarak salondaki misafirlere selam verdiler. Yüzlerce insan o an heyecandan ne yapacağını bilememişti. Kimi ana- baba sevinçten birbirinin kolunu, elini sıkıyordu. Yıllar sonra torunlarına bu muhteşem geceyi anlatacaklardı…

Kahramanlar kahramanı iki komutan ön sıradaki, sahneyi tam karşıdan gören koltuklara oturdular. Rektör, izin aldıktan sonra, mezuniyet programını başlattı. Uzun boylu, ince yüzlü rektör kısa bir konuşma yaptı. Ardından sahneye gelen, kahverengi bir tayyör giyen kısa boylu toparlak yüzlü hanımefendi, fakültenin dekanı olarak uzunca bir konuşma yaptı. Daha sonra ödül törenine geçildi. Fakülte birincisi olan sarı saçlı, uzunca boylu genç kız konuşma yapmak için sahneye davet edildi. O da kısa bir konuşma yaptı. Heyecanı yüzünden okunmaktaydı. Diplomasını vermek için Gazi sahneye davet edildi. Salonda öyle bir alkış tufanı koptu ki sözcüklerle ifade edilir gibi değildi.. Gazi; heyecandan dizleri birbirine dolanan genç kıza şefkatle bakan bakışları eşliğinde ona diplomasını verdi. Ona: “Aferin, çocuk” dedi. Çocuk teşekkür etti. İsmet Paşa ikinciye, Fakülte dekanı da üçüncüye diplomalarını verdiler. Sırada dört yıl boyunca, hocaları olan akademisyenlerin yeni mezunlara diplomalarını verme töreni vardı. Bunun anonsu yapıldı. Sahnede bulunmakta olan Mustafa Kemal, yanındaki rektöre doğru dönerek ona: “Diğer gençlerimize; can-ı yürekten hak ettikleri diplomalarının takdim edilmesine başlanmadan önce, ben, izin verirseniz, şu anda karşımızda bulunan öğretmen adaylarından birine diplomasını takdim etmek istiyorum. Onunla yıllar önce; o henüz on yaşında bir çocukken, tümenimle birlikte Conkbayırı’na giderken tanışmıştım. Bigalı Köyün’de.. Yanıma gelip; 'Kumandanım, beni de savaşa götürün, ben de Mehmetçiğim, ben de savaşacağım' demişti. Sonrasında gizlice peşimize takılıp cepheye gelmiş. Kandırmıştı bizi. Kahraman Mehmetçiğe mermi hazırlamıştı. Ben, onunla gurur duyuyorum” dedi. Salondakiler Gazi’nin ağzından dökülen bu sözcükleri adeta bir şiir dinler gibi dinlediler. Rektör, Mustafa Kemal’ e saygıyla: “Ne demek efendim, buyurun” dedi.

Melih, adını Mustafa Kemal’in ağzından duydu,

Koşar adımlarla Gazi’nin önüne geldi,

Ellerine sarıldı,

Yüreği kuş oldu,

Ellerini bırakmak istemedi hiç,

Gazi’yle göz göze geldiler,

Gazi, O’na Conkbayırı’nda baktığı gibi bakıyordu,

Oğluna baktığı gibi,

O da, Gazi’ye babasına baktığı gibi,

Göz pınarları doldu, taştı Melih’in,

Nehirlere, denizlere, ummanlara dönüştü,

Gazi, iki eliyle Melih’in omuzlarını sıkı sıkı tuttu,

Keşke hiç bırakmasaydı,

Alnından öptü,

“Aferin Çocuk” dedi.

Çocuk zamanın durmasını diledi…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.