Görüşmeler için 10 ülkeden gelen heyet üyeleri, toplantıya başlamadan önce hep birlikte anlatılmaz güzellikteki Leman Gölü’nün kenarında kısa bir yürüyüş yaptılar. İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan temsilciler birlikte yürüyüp sohbet ederlerken; Türk, Sovyet-Rus ve Japon temsilciler de kendi aralarında sohbet ediyorlardı. Romen, Yugoslav ve Bulgar temsilciler ise birbirlerinden ayrı olarak gölü izliyorlardı Kuşlar, gölün üzerinde halkalar çizerek adeta birbirleriyle kovalamaca oynuyorlardı. Hafif rüzgar, maviden çok yeşile yakın gölün üzerinde seyrine doyulmaz dalgalar oluşturuyordu…

Devlet adamları, gölün yakınındaki Beau-Rivage Palace Oteline geldiklerinde, İsviçreli yetkililer ve onların arkasındaki otel sorumluları misafirlerini hiç de yapmacık olmayan bir şekilde karşıladılar. Ülke temsilcileri, diplomatlara özgü ağırbaşlı adımlarla; kıvırcık saçlı ve uzun çeneli otel müdürünün ardından görüşmelerin yapılacağı devasa toplantı salonuna doğru ilerlediler. Temsilciler, bu salonu neredeyse ezberlemişlerdi zira görüşmeler çok uzun bir zamandır devam etmekteydi. Muhteşem avizelerle ve İran Halılarıyla dekore edilmiş salona, gölün yanında olduğu gibi, İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan temsilciler birbirlerinin ardından girdiler. Yunan temsilci onların en arkasındaydı. Efendilerine hoş görünmek için türlü numaralar yapan; rengarenk kıyafetler içerisindeki bir hokkabazı andırıyordu. Türk Heyetinden; önce Dış İşleri Bakanı ve Delegasyon Başkanı İsmet İnönü göründü. Mevhibe Hanım’ın jilet gibi ütülediği çizgili, lacivert takım elbisesiyle ve çelik gibi bakışları eşliğinde salona girdiğinde, hiç şüphe yok ki, salondaki en şık beyefendi kendisiydi. . Onun ardından, Sağlık Bakanı Dr. Rıza Nuri Bey, eski Maliye Bakanı Hasan Saka Bey, tercüman Hüseyin Pektaş Bey, danışmanlar ve İsmet Paşa’nın yaverleri girdiler.

O günkü konu kapitülasyonlardı. Uzun zamandır bu konu üzerinde tartışıyorlardı. Avrupa ülkeleri kapitülasyonların ve daha çok da adli kapitülasyonların kaldırılmaması için diretiyorlardı. Kapitülasyonların kaldırılması demek, Türk insanını bundan böyle sömürtememek anlamına gelmekteydi. Bu da onların hiç işine gelmiyordu. Onlar direttikçe İsmet Paşa daha çok ağırlığını koyuyordu. Kısa bir açılış konuşmasının ardından, top sakallı, uzun boylu İngiliz diplomat söz alarak İsmet Paşa’ya döndü ve Ona şöyle dedi:

-Sayın İnönü, kapitülasyonlar konusundaki bu ısrarınızı anlamak mümkün değil. Osmanlı Devleti ile yüzyıllara dayanan ticari geleneklerimiz var. Kapitülasyonların kaldırılması demek, bu köklü geleneklerin sona gelmesi anlamına gelmez mi?

İngiliz diplomat, şahin gibi; sözünü sakınmayan bir diplomat olan İsmet Paşa’dan çekinmekteydi aslında zira önceki bazı görüşmelerde, tam bir söz ustası olan İsmet Paşa tarafından kendisine tam da hak ettiği cevaplar verilmişti. Lakin, İngiliz diplomat, gene de bu soruyu sormuştu. Bunun üzerine İsmet İnönü, açık kahve ve parlak renkli yuvarlak masanın üzerinde ellerini birleştirdi. Başını yavaşça İngiliz’e doğru çevirdi. Herkes, Paşa’nın, böyle kurnazca bir soruya sinirleneceğini sandı. Lakin yanıldılar. O an İsmet Paşa’nın gözlerinde; on ülkeden gelen delegelerin alışmış oldukları kaplan-gözü bakışlar yoktu. Bu bakışlar yerine alaycı bakışlar vardı. Diplomatlar, Onun nasıl bir yanıt vereceğini merakla bekliyorlardı. Paşa, kendisine çok yakışan ince gözlüğünü düzeltti ve nokta atışı konuşmasıyla söze başladı:

-Sayın İngiliz delege, Osmanlı ile kendilerinin de bir üyesi oldukları Avrupa ailesi arasındaki ticari geleneklerden bahsetmekte. Yalnız anlayamadığım bir husus var. Bu nasıl bir gelenektir ki, yüzyıllar boyu hep Osmanlı sizlere imtiyazlar vermiştir. Gelin isterseniz, biz buna; “geleneksel sömürü” diyelim…

Türk Dış İşleri Bakanı, bu sözleri söylerken İngiliz’e, adeta: “Bırak bu lafları; ben sizin ciğerinizi bilirim” der gibi baktı. İngiliz, bu bakışın anlamını çok iyi bilirdi. Heyecandan, eli, önünde bulunan ve bir kuğuyu andıran sürahiye hızla çarptı. Şaşkın bir ifadeyle etrafındaki delegelere bakındı. Çoğu ülke delegeleri bu olayı gördü. Japon ve Sovyet-Rus delegeler birbirlerine baktılar. Dudaklarında alaylı bir tebessüm belirdi. Fransız, İtalyan ve kuyrukları olan Yunan delegeler, bunu görmezden geldiler. İsmet İnönü, bakışlarını diğer ülke temsilcileri üzerinde gezdirdi; alaylı bakışları katmerlenmişti. Sözlerine devam etti:

-Değerli delegeler; Türkçemizde bu konuyla ilgili güzel bir söz vardır: “Rap bana hep bana..”

İsmet Paşa’nın alaylı bakışları yerini yavaş yavaş, çeliği eriten bakışlara dönüştü:

-Ne güzel, değil mi sayın temsilciler, vergi yok, istediğin kadar malını Osmanlı Devleti piyasasına sok. Ülke, son zamanlarda büyük zorluklar içindeydi. Lakin sayın delege, şimdi, şu karşınızda duran Türk Heyeti’ne çok iyi bakın. Bizler, her türlü yoksulluk içinde, Emperyalist ülkelere karşı ölüm kalım savaşı veren ve bizi yok etmek için elinden geleni ardına koymayanlara karşı; tarihin gördüğü en ışıltılı zaferi kazanmış bir milletin temsilcileriyiz. Siz, hala kalkmış kapitülasyonlar kalsın diyorsunuz. Kapitülasyonlar adı altında veya başka şekillerde bağımsızlığımıza engel olmaya çalışanlara karşı; her zaman olduğu gibi, demir bir yumruk olmasını biliriz. Kapitülasyonlar kalkacak…

İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan delegelerin, Türk Başkanının; son cümlesini duyduktan sonra yüzlerinde oluşan ifade anlatılır gibi değildi. Hepsi dehşetle ve korkuyla birbirlerinin yüzlerine bakmışlar, bir süre de öyle kalmışlardı. Kısa saçlı, göbekli Yunan delege, büyüyen gözleriyle efendilerine bakıyordu. Güldüğü zaman, yüzü daha da genişleyen ve boyu bir çocuğun boyundan belki biraz daha uzun olan Japon delegeyi ve saçları dökülmüş Sovyet- Rus delegeyi bir gülme aldı. Daha çok Yunan diplomatın panik olması güldürmüştü onları. Güldüklerini göstermemeye çalıştılar…

Uzun süredir devam etmekte olan o günkü görüşmeler, Türk Delegasyon Başkanı İsmet İnönü’nün sözcüklerle anlatılamayacak kadar güzel cevabı üzerine, kahraman Türk Milletinin İstiklal Savaşı yıllarında perişan ettiği muhteşem dörtlü’nün (!) temsilcilerinin, kapitülasyonların kaldırılmasını kabul etmeleriyle sona erdi. Diğer ülke temsilcileri de aynı doğrultuda görüş bildirdiler.

Öbür ülke temsilcileri, İngiliz’i, dolaylı olarak ta Fransız’ın, İtalyan’ın ve Yunan’ın kuyruklarına teneke bağlayan Türkleri hayranlıkla izlediler,

Yuvarlak kafalı Fransız temsilci, çaresiz bakışlarla İtalyan meslektaşına baktı,

İngiliz, aldığı ve yok eden bir yumruğu andıran İsmet Paşa’nın darbesiyle zaten çoktan nakavt olmuştu,

Kurtuluş Savaşındaki parıltılı mücadeleye maddi ve manevi destek veren Sovyet- Rus diplomatın mutluluğu gözlerinden okunuyordu,

Yunanlı diplomat, gene efendilerinin arkasındaydı,

Başka türlü olması da düşünülemezdi,

Beş yıldızlı otelden çıktılar,

Görkemli dörtlü (!) ‘nün temsilcileri, arkalarına bile bakmadan, tırıs tırıs gittiler,

Giderlerken , İsmet Paşa ile İngiliz delegasyon başkanı göz göze geldiler,

Paşanın alaylı bakışları vardı yine,

Gözlerini kaçırdı İngiliz,

İsmet Bey, sağ yanında duran Rıza Nuri Bey’e döndü ve ona muzip bakışları eşliğinde; “Pek de tabansızlarmış bunlar be. Rıza Bey” dedi,

Güldüler, çok da güzel güldüler,

İsmet Paşa’nın gözüne bir kaplan yerleşti yine, arkalarından baktı ve şöyle dedi:

-Tabansızlar…

Türk Delegasyonu, Leman Gölü’ne yaklaştı,

Hava kararmak üzereydi, devasa kuşlar gördüler,

Gölün üzerinden göğü yararcasına yükseliyorlardı,

Hasan Bey; “Göklerin hakimleri” dedi,

İsmet Bey; bitirmek üzere olduğu cıgarasından derin bir nefes çekerek kuşlara baktı:

“bağımsızlığa, özgürlüğe uçuyorlar…” dedi,

Ve ekledi,

“ Bizim gibi…”

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.