93. Yıl Dönümünde (24 Temmuz 1923)  Lozan Barış Antlaşması’na Sahip Çıkmak     
                                
       I. Dünya Savaşı, Almanya ve müttefiklerinin mağlubiyetiyle sonuçlanmıştı. Osmanlı Devleti, bütün sıkıntılarına rağmen dört yıl boyunca sekiz cephede (Irak, İran, Filistin, Suriye, Sina, Galiçya, Çanakkale, Romanya, Kafkasya) savaştı. Birçok cephelerde, özellikle Çanakkale ve Kut-ül amara’da büyük başarılar elde etmesine ve hiçbir cephede kesin bir yenilgiye uğramamasına rağmen yenilen devletler safında olduğu için 30 Ekim 1918’de İtilaf Devletleriyle Mondros Ateşkes Antlaşması’nı imzalamak zorunda kaldı.

       İtilaf Devletleri bu mütarekeye dış görünüşünde Osmanlı Devleti’ni ve Türk Milletini yok edici “Kayıtsız şartsız teslim” hissini verecek açık hükümler koymaktan dikkatle kaçınmış,  ancak I. Dünya Savaşı içinde vardıkları gizli anlaşmaların tatbik edilebilmesine müsait bir metin düzenlemekte büyük gayret sarf etmişlerdi. Bu anlaşmalardan biri de Sykes-Picot Antlaşması idi.

       Sonraki gelişmeler ise Millî Mücadeleye giden yolu açmıştı. Erzurum ve Sivas Kongreleri toplanmış Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri birleştirilmiş ve Millî Mücadeleyi idare edecek kadro yani Heyet-i Temsiliye (Temsil Kurulu) kurulmuştu. Kongre kararlarının uygulanabilmesi için millî bir meclisin bir an önce toplanması gerekiyordu ve hükûmet meclisi toplamak konusunda isteksiz davranıyordu. Mustafa Kemal, Sadrazamlığın 4 Ekim 1919 tarihli yazısına, Temsil Kurulu adına verdiği 5 Ekim 1919 tarihli cevabında, Hükûmet’i kesin önlemler almaya çağırıyor,  Hükûmet’in “Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk Cemiyeti”ni iyi karşıladığını kesin ve açık bir dille belirtmesini istiyordu. 7 Ekim 1919’da seçim kararnamesini yayınlamış ve bu kararname üzerine yapılan seçimlerde çoğunluğu Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin desteklediği kişiler kazanmıştı. Bu sonuç, Padişah’ı Meclis’i açıp açmama konusunda biraz tereddüte düşürmüş ise de ulusal güçlerin çabalarıyla, 12 Ocak 1920’de Meclisi Mebusan toplanarak çalışmalarına başladı.

       Bilindiği gibi Sivas Kongresi sonrası oluşturulan Heyet-i Temsiliye, Millî Mücadele’nin yönetilmesi işini bizzat üstüne almış, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri bu Kongre ile tek çatı altında toplanmıştı. Batı Anadolu ve Güneydoğu Anadolu’nun işgali ile başlayan Kurtuluş Savaşı, Heyet-i Temsiliye’nin illerdeki icra heyetleri olan Heyet-i Merkeziyeler tarafından kazanılmıştır. Heyet-i Temsiliye âdeta Anadolu’da “geçici” hükûmet rolünü oynamıştı. Zira, Heyet-i Temsiliye ulusal örgütlerin amaç ve ilkelerini eldeki araçlarla yurdun her tarafına yayıyor, halka açıklıyor, örgüte güç kazandırmaya çalışıyor, mevcut ulusal örgütlerin varlığını ve devamlılığını sağlamak için çaba gösteriyor, bu örgütleri bir noktada birleştirmeye, bunlar arasında uyumlu bir bağ kurmaya özen gösteriyordu. Böylece “kutsal amacı” izlemek ve tüm Müdafaa-i Hukuk hareketini yönlendirmekle yükümlü kılınıyordu. Erzurum Kongresi ardından toplanan Sivas Kongresi’nde ise ülkedeki “Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adı altında birleştirilmiş”, Cemiyetin kuruluş bildirisi Cemiyetler Kanunu gereğince Sivas Valiliği’ne bildirilerek, bu örgüte yasallık kazandırılmıştı. 

       İstanbul’da Meclis-i Mebusan açılmadan önce Ankara’da mebuslar ile yapılan toplantıda; 30 Ekim 1918 tarihinde Türk kuvvetlerinin elinde muhafaza ettiği sınırlar, Türk millî hududu olarak kabul edildi. Bu alınan karara göre; güney sınırı, İskenderun-Antalya-Halep (hariç)-Katma-Cerablus-Deyrizor-Musul-Kerkük-Süleymaniye hattı şeklinde tespiti yapıldı. Böylece Sivas Kongresi’nden sonra Kayseri yoluyla 27 Aralık 1919 tarihinde Ankara’ya gelen Heyet-i Temsiliye, Millî Mücadelenin sınırlarını belirlemişti. Mustafa Kemal Paşa, Heyet-i Temsiliye adına Ankara’ya gelen mebuslarla görüşmüş ve onlardan Meclis’te Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti grubu adı altında bir grup kurmalarını istemiştir. Zira bu grup, millî teşkilata ve ulusa dayanarak, her nerede olursa olsun milletin kutsal amaçlarını cesaretle dile getirecek ve savunacaktı.

       Yukarıda söz edilen bu “millî hudut” işgal altındaki güney illerimizin de içine alıyor başka bir ifadeyle önce İngiliz ardından Fransız işgali ile başlayan millî direnişe katılacak olan halka, Heyet-i Merkeziye ve Kuvayı Milliye ile işbirliği yolunu açıyordu. 

       Millî Mücadele kazanıldıktan sonra işin en zor kısmı ise Lozan Barış görüşmeleri idi. Yalnız bazı sorunların çözümünde Lozan’da Türk delegasyonunda çalışanlarla Ankara’da bulunanlar arasında görüş ayrılıkları vardı. Ankara’da bulunanlar İsmet Paşa’nın istediklerinden daha fazlasını talep etmelerini istiyorlardı. Fakat yine de her iki grubun istekleri 28 Ocak 1920’de kabul edilen Misak-ı Milli’nin içeriğinde birleşiyordu. Boğazların her iki yanının belli bir ölçüye kadar askerden arındırılması, Türkiye’nin Avrupa ile hududu İstanbul’daki itilâf askerlerinin gücünün limite indirgenmesi, Boğazların askerî açıdan tahkim edilmemesi maddelerinin Misak-ı Millî’de belirtildiği gibi gerçekleşeceğine Türkler emindiler.

       Hele İsmet Paşa, 31 Ocak 1923’te Beau Rivage Oteli’nde İngilizlerin teklifi üzerine Lozan Sulh görüşmeleri gündeminden çıkartılan Musul vilâyetinin ve Batum’un sonra Türkiye topraklarına katılacağı inancındaydı. 
Lozan Konferansı’nda ele alınan başlıca konular beş ana kalemde özetlenebilir: Sınırlar, kapitülasyon, iktisadi ve mali konular, Boğazlar ve Yunanistan ile ilgili sorunlar.[16] Ayrıca Lozan Görüşmeleri iki dönemde incelenmektedir: 21 Kasım 1922-4 Şubat 1923 İlk Dönem ve 23 Nisan-24 Temmuz 1923 İkinci Dönem. İlk Dönem görüşmelerinin temel sorunu kapitülasyonlar oldu, Lozan’da günler ilerledikçe sinirler bozuluyor, Lozan’a gergin bir hava hakim oluyordu.[17]

       Birçok konuda uzun tartışmalar yaşandı ve uzlaşma sağlanamadığından İsmet Paşa ve heyeti Ankara’ya dönmek üzere Lozan’dan ayrıldı. Bu kesintiyi haber yapan Tan Gazetesi: “Lozan Konferansı’nın kesilme sebebi olarak Türkler gösterilmemelidir.”[18] der. Çünkü Türk heyetinin Lozan’da savunduğu tam bağımsızlık ilkesi kabul edilmek istenmedi ve eski uygulamaların devamlılığı için direnmekteydi İtilaf Devletleri.  Lozan Konferansı, uzun yıllardan beri yaşamaya çalışan Osmanlı İmparatorluğu’nun, yeni Türkiye Cumhuriyeti’ne miras bıraktığı sorunların çözüm yeriydi ve bu sorunlar kolayca çözüme kavuşturulamayacaktı.

       4 Şubat 1923’te kesintiye uğrayan görüşmeler, yaklaşık iki buçuk ay sonra 23 Nisan’da tekrar başladı. Konferansın İkinci Bölümü’nde çözüme kavuşturulması istenen konular; Fransızlar ile borçlar ve Yunanistan ile de tazminat ödemeleridir.

       Tüm bu verilen mücadeleler ve uğraşılar sonucu  sorunların çoğu çözüme kavuşturuldu. Artık tam bağımsızlık İsmet Paşa’nın imzasına kalmıştı.

       Lozan sulh görüşmelerinde, çoğunluğu Müslüman olan Arap topraklarının hukuken Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılmasına Türkiye rıza göstermişti. Fakat diğer taraftan, Misak-ı Millî hudutları içerisindeki Türk Hükûmeti’nin otoritesi tanınmıştır. 1923 yılında Türk tarihinde dönüm noktaları: 24 Temmuz 1923’te Lozan Sulh Andlaşması’nın imzalanması ve 29 Ekim 1923’te de bir devlet yönetim şekli olan Cumhuriyet’in ilân edilmesidir.

       Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş senedi olan Lozan Barış Antlaşması’nın 93. yıl dönümüne 9 gün kala ülkemizi bilinmez bir geleceğe sürüklemek isteyen çevrelerin maksatları üzerinde düşünmeliyiz. Yukarıda kısaca yer verdiğimiz ve ciltler dolusu tarih kitabına konu olan kurtuluş mücadelemiz, Misak-ı Millî sınırlarını kabul ettirme mücadelemiz, Lozan’da Barış Antlaşması ile son bulmuştu. 

       Bundan tam 93 yıl önce meydanlarda kazanılmış bir savaşın masada tescili olan, Lozan Antlaşmasının 24 Temmuz’da 93. yıl dönümüdür. Lozan Antlaşması, emperyalist ülkelere karşı verilen olağanüstü savaşı kazanan bir ülkenin destanıdır. 

      Türkiye Cumhuriyetinin tapusu olan Lozan’a 93. yıl dönümünde eskisinden daha çok sahip çıkmalıyız. Lozan Antlaşması’nı yırtmak isteyenlere fırsat vermemeliyiz. 

      Kaynakça
    - Harry Howard, The Partition of Turkey, New York 1966, s. 300.
    - ÖZGİRAY, Doç. Dr. Ahmet, “Lozan’dan Cumhuriyet Rejimine Giden Yol”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi,           Cilt: 5, Sayı: 17, 1988.
    - ALTUĞ Yılmaz, “Atatürk ve Lozan Barış Konferansı’nın İlk Devresi”, Atatürk Araştırma     Merkezi     Dergisi,             Cilt: 4, Sayı: 11, 1988.
    - AKŞİN, Abdülahat, Atatürk’ün Dış Politika İlkeleri ve Diplomasisi, TTK Yayınları, Ankara,     1991.
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
İsmet Yıldırım 8 yıl önce

...::: 24 temmuz..."Lozan antlaşması"...Türkiye Cumhuriyeti'nin varoluşu için hiç bir zaman unutulmaması gereken tarihtir..."türk ulusu"..."demokrasi"ye sahip çıktığı gibi "Lozan"a da bir ömür sahip çıkmalıdır...