Güz yağmurları başlamıştı. Atmış yaşlarındaki uzun boylu, kır saçlı ihtiyar, gün ağarırken uyanmıştı. Üzerindeki ince örtüyü katladıktan sonra onu yastığının üzerine koydu. Ağır adımlarla karşısındaki yatakta yatan karısının yanına yaklaştı. Karısı, 20 yaşındaki kızının kaybolmasından sonra, bu acıya daha fazla dayanamamış ve Alzheimer hastalığına yakalanmıştı. 50’li yaşlarda olmasına karşın zavallı kadın, çoğunlukla yatıyordu. Kalktığı ender zamanlarda da evlerinin penceresinden ufka doğru bakıyordu. Yüzü de kaşık kadar kalmıştı. Doktorlar, her ne kadar bunun üzüntüyle bir alakası olmadığını söyleseler de, Sami Çavuş, kızının kaybolmasının buna neden olduğunu biliyordu...

Sami Çavuş, eğilerek, nasırlı eliyle melekler gibi uyumakta olan hayat arkadaşının yüzünü okşadı. Okşarken yüzünde belli belirsiz bir tebessüm oluştu. Açılmış olan üstünü yeşil ağırlıklı pikesiyle örttü. Pijamasını çıkardı. Lacivert oduncu gömleğini ve geniş paçalı kahverengi pantolonunu giydikten sonra tahta sokak kapısının mekanizmasını karısı uyanmasın diye yavaşça açarak dışarıya çıktı. Hemen hemen iki gündür aralıksız yağan yağmur kesilmişti. Çarıklarını giydi geniş omuzlu adam. Çok güçlüydü. Öyle ki benim diyen babayiğitleri cebinden çıkartırdı. Usulca evlerinin yanındaki ahırın kapısını açtı. Üç inekleri vardı. İki de buzağıları. Dünden hazırlamış olduğu yemleri ineklerin önlerine koydu. O arada şaşkın bakışlı mor renkli buzağının saklanmış olduğu annesinin memeleri arasından kendisine merakla baktığını fark etti. Buzağı daha sonra tüm cesaretini toplayarak ihtiyar adama yaklaştı. Sami Çavuş henüz iki aylık olan buzağıyı kendi çocuğunu sever gibi sevdi. Öyle ki, O ahırdan çıkarken, az önce okşadığı buzağının, arkasından baktığını fark etti…

Öğlene kadar tarlada çalıştı. Bir dünya iş yaptı. Her gün çalıştığı için antrenmanlıydı. Kaslı kollarıyla işleri kolaylıkla yapıyordu…

Eve döndüğünde, karısı Adalet Hanım, uyanmış; gene pencerenin yanındaki açık kahverengi sandalyeye oturmuş, camdan dışarıya bakıyordu. Kadıncağız, kızı ortadan kaybolduktan sonra hayata küsmüş ve adeta yaşayan bir ölüye dönmüştü. Alzheimer da cabası. Sami Çavuş ta ondan farklı değildi. Lakin hayat devam ediyordu. Evin tüm sorumluluğu artık onun üzerindeydi ve güçlü olmak zorundaydı…

Öğleye doğru eve döndü. Güneş, sırça köşkündeki uykusundan uyanarak kendini göstermişti. Enfes bir hava vardı. İçeriye olabildiğince fazla temiz hava gelmesini istiyordu. Sami Çavuş bu yüzden sokak kapısını açık bıraktı. Karısının yanına yaklaştı ve Onun ak saçlarını sevdi. Bakışlarında tarifi imkansız bir şefkat vardı. Yaşlı kadın başını kaldırdı. Kocasının kendisine sevgiyle bakan küçük koyu kahverengi gözleriyle çakıştı gözleri. Adalet Hanım, kısa bir süre boş boş kocasına baktıktan sonra yine ufka doğru bakmaya başladı. Çaresiz bir çocuk gibiydi.. Sami Çavuş içini çekti ve sofrayı kurmak için mutfağa geçti. Adamcağız, karısı bu illet hastalığa tutulunca yemek yapmayı da öğrenmişti. Bununla da yetinmemiş, kederli karısının sevdiği yemekleri yapmayı da öğrenmişti. İhtiyar adam, çoğunlukla karısını zor zahmet sofraya oturtabiliyordu. Oturduğunda da zorlamayla yemeklerden birkaç kaşık alıyor, daha da yemiyordu. Sami Çavuş daha fazla ısrar ederse, bir çocuk gibi ağlamaya başlıyordu. Böyle olunca da kocası, Adalet Hanım’a bir şey diyemiyordu…

O gece, kapı gece yarısına doğru dövülmeye başlamıştı. Her zaman tetik bir adam olan Sami Çavuş, oturma odasının açık sarı badanalı duvarında asılı duran tüfeği kaptığı gibi sokak kapısına koştu: Tok sesiyle: “Kimsin, ne istiyorsun gecenin bu vakti” diye gürledi.. Cevap gecikmedi: “Benim Sami Çavuş, muhtar Bahattin”

Sami Çavuş, geç gelen misafirini içeri buyur etti. Adalet Hanım, o esnada derin bir uykudaydı. Muhtar, azıcık patavatsızdı. Tüm köylü bilirdi onun bu huyunu. Çoğu zaman; sonda söyleyeceğini başta söyleyiverirdi. Yine öyle yapmıştı. Sabahı bekleyememişti…

-Sami Çavuş, sana bir şey diyeceğim, ama bana kızmayacaksın..

Hemen söyleyiverse daha iyiydi. İhtiyar adam şimdi daha da çok meraklandı ve: “Buyur söyle muhtar, kızmam” dedi. Bunun üzerine, muhtar, sesini düşürerek ve gözlerini ihtiyar adamdan kaçırarak: “Sami Çavuş, abim Mustafa’nın küçük oğlu Rüstem, geçenlerde İstanbul’da genelevde senin Gülay’ı görmüş. Gülay’da onu görmüş; kafasını öne eğerek ağlamaya başlamış. Bir iğne bir ipliğe dönmüş garip.."  deyiverdi…

İhtiyar adamın dünyası başına yıkılmıştı. Kızının kaybolduğu günden beri ümidini hiç yitirmemişti. Polis bulamıyordu ama o bir gün kızını mutlaka bulacağını biliyordu. Lakin böyle değil elbet. Bir titreme aldı. Yüzü gözü seğirmeye başladı. Ter bastı devasa vücudunu. Oturduğu yerden kalktı. Pencereye yaklaştı ve dışarıya bakmaya koyuldu. Gecenin karanlığında acıtan, kahreden bir sessizlik vardı…

Ertesi gün, Sami Çavuş, muhtardan adresi aldı. Yüzünde anlatılmaz bir soğukkanlılık vardı. Bakışlarında demiri eriten bir güç vardı. Hiç kimseye bir şeycikler söylemedi Uzun zamandır güneydeki tarlasını satın almak isteyen Ragıp’ı buldu köyün kahvesinde. El sıkıştılar. İhtiyar adam, öğleden sonra bankadan parasını aldı. Eve döndü. Büyük kızı Ayşe, annesine süt içiriyordu. Ona birkaç günlüğüne İstanbul’a gideceğini, orada bir-iki günlük bir işi olduğunu söyledi…

Sami Çavuş geneleve geldi,

Çok geçmeden göründü zavallı,

Yürüyen bir ceset gibiydi,

Karaktersizin biri tarafından oraya getirildiğinden beri, hayata küsmüştü,

Yemiyordu,

Babacığını gördü, Sami Çavuş ta kuzusunu,

Olduğu yere çöktü kuzusu,

Ağlıyordu,

Hıçkırarak ağlıyordu,

Anlamışlardı kızı olduğunu,

Öldüreceğini sandılar,

Sağa-sola kaçıştılar,

Sami Çavuş,

Hiç bu kadar güçlü olmamıştı,

Yaklaştı,

Nasırlı eller, Gülay’ın incecik yanaklarını sevdi,

Sonra, küçükken öpmeye doyamadığı saçlarını,

Elinden tuttu,

Ayağa kaldırdı,

Sarıldı kuzusuna,

Hiçbir baba bu kadar sarılamazdı kuzusuna,

Sami Çavuş, Gülay’ın göz pınarlarından boşalan yaşları öptü,

Kokladı yavrusunu,

Bir ses duyuldu:

-Onu hiçbir yere götüremezsin, bize borcu var.

Sami Çavuş, bankadan çektiği parayı fırlattı masanın üzerine,

Tertemiz kuzusunu eve getirdi yaşlı adam,

Anneciği tanıyıverdi Gülay’ını,

Kuzusunu,

Öpmelere doyamadı,

Koklamalara doyamadı,

Anacığıyla uyudu Gülay,

Gece yarısı oldu,

Sami Çavuş,

Yavrusunun boynunu kokladı,

Gözlerini açtı Gülay,

Babasına baktı,

Bir damla belirdi gözünde,

Bir damla,

Mutluydu,

Çok mutluydu,

Babacığı da,

Yıldızlar,

Dayanamamışlardı,

Yıldızlar,

Evin içine doluşmuşlardı,

En parlak olanı,

Gülay olmuştu…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
Fulya Anadolu Üniversitesi 6 yıl önce

Cok dokunakli bir hikaye.Okurken cok duygulandim.Yazarimizin kaleme alis sekli muhtesem .Tebrik ederim yürekten

Misafir Avatar
Melih Uludağ 6 yıl önce @Fulya Anadolu Üniversitesi

Fulya Hanım, beğendiğiniz için çok mutlu oldum. Çok sağ olun.

Beğenmedim! (0)