Uluslararası güçlerin NATO-GLADYO Cephesi, Türkiye’ye yönelik “küresel” planlarının 2. dalgasını başlattılar. Birinci dalga, 15 Temmuz “Darbe Kalkışması”ydı. Bunun başarılı olmadığını görenler, maalesef ikinci dalga için düğmeye bastılar. 2. Dalga ise PPK saldırıları ile başladı. PKK’nın Diyarbakır, Şırnak, Elazığ illerimizdeki son saldırılarında 20 şehit ve 250 yaralı var.
           
     20 Ağustos Cumartesi akşamı Gazi şehrimiz Gaziantep’te yüreklerimizi yakan canlı bombalı saldırısında 51 vatandaşımız şehit oldu. 69 vatandaşımız yaralı ve bunlardan 17’si yoğun bakımda... Şehadet mertebesine erişen Gazi şehrimizin evlatlarının yakınlarına başsağlığı dilerken, bir düğünü kana bulayan insanlıktan yoksun terör örgütlerine yine lanet okuyoruz.
               
     Cumhurbaşkanı Erdoğan,Valiliğimiz, emniyet teşkilatımızın vardıkları ilk kanaatler bir DAİŞ eylemi olduğu istikametinde.” açıklamasını yaptı.

     Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığı ise olay yerinde 1 adet parçalanmış canlı bomba yeleği bulunduğunu açıkladı.
 
     Birlik ve beraberliğimize yönelen bu hain saldırının ardında;
 
     - FETÖ terör örgütü olabilir,
     - PKK olabilir,
     - DAİŞ olabilir,
     - Suriye'nin belli bölgelerindeki PYD, YPG olabilir.

           
     Bundan yüz yıl önce ülkeler birbirlerine savaş ilan ediyor ve topuyla tüfeğiyle askeri ile savaşıyordu. Oysa günümüzde savaşın şekli değişti. Küresel terör, Ortadoğu başta olmak üzere bazı ülkelerin “sınırlarını değiştirmek”, bazı ülkeleri “dizayn etmek”, bazı ülkelerde “iç savaş” başlatmak gibi görevler verdiği taşeron örgütleri aracılığıyla
“vekaleten savaş” yürütmektedir.
 
     Dini, vatanı, milliyeti olmayan be Batılı merkezlerden yönetilen, silahları onlar    tarafından temin edilen “taşeron” terör örgütleri “DAEŞ, PKK, PYD ve YPG” adı altında faaliyet gösteriyorlar. Kimi zaman kafa keserek, kimi zaman araç kundaklayarak, kimi zaman canlı bomba kullanarak “vekalet” savaşı yürüten bu örgütler mensupları, boyunlarında haç taşımaktadırlar. DAEŞ bezeri örgütler İslamiyet adına savaştıklarını savunmaktadırlar.
 

     Küresel terörün aktörleri olan taşeron örgütlerin her geçen gün artan faaliyetlerinin ülkemiz başta olmak üzere birçok ülkeyi hedef aldığını biliyoruz. Ancak bugün “küresel terör”, yüz yıl önce de “I. Dünya Savaşı” adıyla bilinen ve büyük bir İmparatorluğu yok etmeye çalışan emperyalist Batılı ülkelerin geçmişteki uygulamalarına kısaca bakalım.
 
     Atalarımız “tarih tekerrürden ibarettir” demiş sevgili okurlar. Şimdi tarihin “tekerrür” seyrine kısaca bakalım ki bugün yaşadıklarımızı daha önce yaşadığımızı görebilelim.
 
     Birinci Dünya Savaşı Kapıda;
     Birinci Dünya Savaşı öncesinde dış politika zemininde yanız kalan Osmanlı İmparatorluğu, “Avrupa Bloku” tehdidiyle karşı karşıyaydı. Balkan Savaşı’ndan haysiyeti kırılarak çıkmış, Rumeli’deki en önemli topraklarını kaybetmiş, manen ve maddeten sarsılmıştı.

     Osmanlı-Rus Savaşı yenilgisi İmparatorluğu iyice zayıf düşürmüştü. Sanayi devrimini yapamayan Osmanlı Devleti, ciddi ekonomik zorluklar içindeydi ve Avrupa Devletleri’nin yardımına muhtaç yaşar hâle gelmişti. Milyonlarca askerin cephelere gönderileceği, insanlık tarihinin en büyük savaşı, yorgun Osmanlı’nın kapısına dayanmıştı.
 
     İttihat-Terakki Hükûmeti, savaşın kaçınılmaz olduğunu fark ettiği andan itibaren, İngiltere ve Fransa ile uzlaşmaya çalışırken, Almanya ile de ilişkilerini aynı ölçüde sıkı tutuyordu. İngiltere ile yapılan görüşmelerde Osmanlı Hükûmeti'nin ittifak için temel beklentisi olan savaş sonrası toprak bütünlüğünün garanti altına alınması isteği, İngiliz tarafından savaş sonrası görüşmelerine bırakılmıştı. İngiltere ve Fransa ile ittifak sağlayamayacağını anlayan İttihat ve Terakki Hükûmeti, 1914 yılı Haziran ayına doğru Almaya ile ittifak kurma kararı aldı. Harbiye Nazırı ve Başkomutan Vekili Enver Paşa’nın İstanbul’daki Alman Büyükelçi Baron von Wangenheim ile yürüttüğü gizli görüşmeler sonucunda, 2 Ağustos 1914 günü “Türk-Alman Askeri İttifak Antlaşması” gizlice imzalandı.
 
     İttihat ve Terakki Hükûmeti, Almanya ile yapılan “gizli bir ittifak antlaşması” ile savaşa İttifak güçleri yanında girmeyi taahhüt etmiş ve silahlı kuvvetlerinin genel sevk ve idaresi için bir Alman askeri heyetini yetkili kılmayı uygun görmüştü.
             
     Batılı ülkeleri I. Dünya Savaşına götüren asıl neden ne idi?    
     İngiltere ve Fransa’nın başını çektiği sanayi devleri, 1900’lerden itibaren aralarındaki çatışmalara son vermiş, Afrika ve Asya’daki doğal kaynakları aralarında paylaşmışlardı. Sanayi toplumları arasına biraz gecikmeyle katılan Alman İmparatorluğu da aynı yolu izliyor ve yeni nüfuz alanları arıyordu.
 
     Yukarıda özetlediğimiz bu koşullarda Türkiye I. Dünya Savaşına Almanya yanında girmeyi taahhüt ederken yani Almanları dost biliyorken başka bir ülkenin “dost” bildiği yakınlaşması ile karşı karşıya kalmıştı. Sanayileşme çabalarında Batlı ülkelerden geri kalmayan ADB de bu çorbaya tuz katmak istiyor, savaşın maddi ve manevi sonuçlarından nemalanmak istiyordu. Bu konuda diplomatik faaliyetler içinde olan ABD Türkiye’ye şirin görünmek gayretindeydi. Bu yüzden Batılı ülkelerin özellikle de Almanların niyetleri konusunda Osmanlı Devleti yetkililerini uyarma gereği duymuştu.
 
     ABD İstanbul Büyükelçisi HENRY MORGENTHAU 26 Kasım 1914 tarihli telgrafında Almanların hedefleri konusunda ABD Dışişleri Bakanlığı’nı bilgilendirirken aynı zamanda Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu durumu yansıtıyordu. Dost bildiğimiz Almanya’nın gerçek yüzünü gösteren ifadeler içeren bu telgraf şöyle idi:
 
     “Dışişleri Bakanlığı’na
     Washington D.C.
     Türkiye’nin Mısır’ı fethi için yaptığı hazırlıklar Almanya’yı geniş ölçüde kaygılandırmaktadır. İlk önceleri Türklerin Mısır’daki bir yenilgisinden korktuklarını sanıyorum. Şimdi gerçeğin bir başka yönde olduğunu anladım. Almanlar Türklerin Mısır’daki yenilgilerinden değil, tersine başarılı olmalarından korkmaktadırlar. Türklerin Mısır’da zafer kazanmaları Kayser’in bu bölge hakkındaki planlarına aykırı düşecektir. Çünkü o zaman Türkler barış masasında Almanya’nın yanında onun gibi güçlü oturacak ve koşullarını empoze edecektir.

Oysa, Aman savaş planlarında Türklerin güçlendirilmesi diye bir düşünce yoktur. Zira daha önce İngiltere ile yaptığı pazarlıkta Osmanlı Devleti’nin parçalanmasında pay sahibi olmayı Kayser özellikle istemiştir. Almanya için önemli olan Berlin-Bağdat demiryolunun güzergâhına, yani bütün Mezepotamya’ya sahip olmaktır. Kazanacağı böyle bir hakka karşılık Mısır’ın İngilizlerde kalmasına Alman politikası çoktan razıdır. Wangenheim bu amaca varabilmek için, Türkiye’nin kendileri için uzak bölgelerde savaşa başladığı sırada İngiltere ile hemen barış masasına oturmak niyetindedir. Türklerin Mısır’ı fetih ihtimali Alman hülyasının amacına ters düşmektedir. Türkiye, Almanya için uğrunda fedakârlık yapılacak ülke değildir.”                                                                                                                                           
     Sayın okurlar yukarıdaki “Alman” kelimesinin yerine “ABD”yi eklediğimizde “tarihin tekerrür ettiğini” göreceğiz.
 
     “Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın”

     Gelelim günümüze…
     Bildiğiniz gibi ülkemizin güneydoğusunda sokak kalkışmasına başlatan PKK ile ortaklıklarını son 40 yıldır devam ettiren “Küresel güçler”, “Küresel projeleri”ni uygulamak için İŞİD ile işbirliği içine girdiler. Türkiye’de son bir yılda 7 ayrı canlı bomba terörü uygulayan İŞİD ve paydaşları PYD/PKK’nin eylemlerine önümüzdeki günlerde de devam etmesinden büyük bir endişe içindeyiz.
            
     1. ve 2. dalga ile ABD-AB ve İŞİD cephesi neyi hedeflemektedir?
 
     - Türkiye’yi bölme senaryosunun devreye konulmuştur.
           
     - Türk Hükûmetini tahrik edip, yurt içi ve yurt dışındaki imajını yerle bir etmeyi amaçlıyorlar.
 
     - Türk Hükûmetini yurt içi ve yurt dışında yalnızlaştırmak istiyorlar.
 
     - Ülkemizde yaşayan her mezhep ve etnik kökenden halkı karşı karşıya getirmek için uğraşıyorlar.
 
     - Bizi birbirimize düşürüp, tahrik ediyorlar.
 
     - Türkiye’yi bölme senaryolarında devlet-ordu ve halkı kullanmaya çalışıyorlar.
 
     O hâlde ülkemizi bölme amaçlı “küresel” senaryoların oyunlarına karşı çok dikkatli olmalıyız. Hemen öfkelenip, sinirlenmemeliyiz. Devletimize ve hükûmetimize dört elle sarılmalı destek olmalıyız. Hükûmetimizi bu zor günlerde yalnız bırakmamalı, hemen her şeyi eleştirip, moral bozmamalıyız. Ordumuzun FETÖ terör örgütüne bulaşmamış namuslu ve şerefli askerlerine moral vermeliyiz. Halkı birbirine düşüren “oyun”lara itibar etmemeliyiz.
 
     Kısaca gün kucaklaşma, birbirimize destek olma ve vatanımızı böldürmeme günüdür.
 
     “Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz. Gelmişiz dünyaya millet nedir öğretmişiz.” diyen millî şairimiz Mehmet Akif’in şu dizelerine kulak verelim
 
     Sahipsiz vatanın batması haktır, sen sahip çıkarsan bu vatan batmayacaktır.”
 
 
Kaynak : Alptekin Müderrisoğlu, Sarıkamış Dramı, Kastaş Yayınevi, 2. bs., İstanbul, 2004.
 

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.