Postaneden emekli Hilmi Bey, o sabah erken uyandı. Göz ucuyla, derin bir uykuda olan kırk yıllık hayat arkadaşı Melike Hanım’a baktı. Dudaklarında hafif bir tebessüm belirdi. Onun hayli beyazlaşmış uzun saçlarını okşadı, şefkatle sırtını sıvazladı. Uyandırmamak için yavaşça yataktan kalkıp, salona geçti. Balkon kapısının anahtarını çevirdi. Kilit yaramaz çocuklar gibi yaygaralar çıkartarak açıldı. Hilmi Bey, gördükleri karşısında gözlerine inanamadı. Lapa lapa kar yağıyordu. Kar o denli yoğun yağıyordu ki, sitelerinin karşı bloğu dahi görünmüyordu. Yerler de yeni yeni tutmaya başlamıştı. 60'lı yaşlarda olmakla beraber içine tarifi imkansız bir sevinç doldu ve kendini çocuklar gibi şen hissetti.

Çocukluğundan beri karı çok severdi. Ertesi gün okul olmasına rağmen, gecenin geç yarılarına kadar odasının penceresindeki perdeyi hafifçe aralar, hayaller kurarak; havada türlü cambazlıklar yaparak ardı ardına yere düşen irili ufaklı kar tanelerini seyrederdi. Kısa süreliğine o günlere gitti. İçinden, koşarak karısının yanına gitmek, ona müjdeyi vermek geldi. Geldi gelmesine lakin, bunu yapmamalıydı. Zira, Melike Hanım, bir süre önce dizinden bir ameliyat geçirmişti. Dinlenmeye ihtiyacı vardı. O yüzden, içinde sevinçten fırtınalar kopmasına karşın, Onu uyandırmadı. Melike Hanım, ameliyat olduktan sonra evde her işi Hilmi Bey yapıyordu. Karısı iki saate kadar kalkardı. Her zaman olduğu gibi, hayatın bütün zorluklarını birlikte göğüsledikleri, iki çocuğunun anası, yâri, her şeyi olan Melike Hanım’a kahvaltı hazırlayacaktı. Mutfağa geçti. Boyası hafif dökülen buzdolabını açtı. Kahvaltılık malzeme pek kalmamıştı. Mavi örtülü mutfak masasının üzerinde duran geniş çerçeveli yakın gözlüğünü taktı. Masanın üzerindeki not defterini açtı. Kenarda durmakta olan tükenmez kalemle alınacakların listesini yazmaya başladı. Öğle ve akşam yemeği için gerekli olan malzemeleri de yazdı. Ayak uçlarında karısının yanına geçti. Ses çıkarmaması için içinden dualar okuyarak, koyu kahverengi elbise dolabını açtı. Şükürler olsun ki elbise dolabı bir Ali Cengiz oyunu yapmadı. Kadife pantolonunu, boğazlı kazağını ve pardesüsünü giydi. Yün beresini de başına geçirdi. Elbise dolabının oyunbozanlık yapacağından korktuğu için kapısını aralık bıraktı…

Apartmanın önüne çıktığında, kar yerde hemen hemen bir karış olmuştu. Küçükkumla’ya uzun zamandır bu kadar çok kar yağmamıştı. Ve durmaya da hiç niyeti yok gibi gözüküyordu. Sitenin önünde, kendisi gibi emekli ve domino arkadaşı olan Talat Bey’le karşılaştı. Zaten Küçükkumla’da genellikle kışın emekliler kalırlardı. Hiç şüphe yok ki; yılın en güzel mevsiminin tadını da onlar çıkartırlardı. Ne olduysa Talat Beyin birden ayağı kaydı ve aniden yere kapaklandı. Allah'tan başını yere vurmamıştı.. Gülesi gelen, lakin kendini gülmemek için zor tutan Hilmi Bey, arkadaşının kolundan tutarak onu yukarı kaldırdı. Talat Bey, arkadaşının jest ve mimiklerinden; onun içten içe kendisine güldüğünü anladı. Kızar gibi yaptı. Eğildi. Yerleri beyazla süsleyen tanrı misafiri kar kristallerinden oluşan kocaman bir kar topu yaptı. Hedefini kilitlenmiş bir torpido gibi Hilmi Bey’in gözlerinin içine baktı. Başına geleceği çoktan anlayan adam, seri bir hareketle oradan uzaklaştı. Uzaklaşırken de arkadaşına hala muzip muzip bakıyordu. Bunun üzerine Talat Bey daha da kızar gibi yaptı. Dostuna doğru ilerlemek istedi. Lakin iki adım atmıştı ki, yine yere düştü. Ağzı yüzü, taptaze kar taneleriyle doldu. Hilmi Bey artık kendini tutamadı. Katıla katıla gülmeye başladı. Arkadaşı söylene söylene yerden kalkma gayretindeyken, kaşla göz arasında oradan sıvıştı.

Caddede çok az kişi vardı. Kar yağışından değildi bu. Kar yağmasaydı da üç aşağı beş yukarı bu kadar kişi olurdu. Hilmi Bey, en çok yâri Melike Hanım ile Küçükkumla caddelerinde kendilerini adeta alıp götüren ve büyülü diyarları çağrıştıran kar taneciklerinin altında yürüyüş yapmayı severdi. Davetsiz ve şakacı misafirler olan kar kristalleri kendilerini beyazla donattıkları anda keyiflerine diyecek olmazdı. Hilmi Beyin, yârinin sıkı sıkı koluna girmesi çok hoşuna giderdi. Yandan yandan onun göz bebeklerinin içine bakar ve göz kırpardı. Melike Hanım’da oyuncu bir tavırla başını hafifçe yana eğer aşkının göz bebeklerine sevdayla bakar ve o da göz kırpardı. Böyle zamanlarda, çok komik bir adam olan ve karısını güldürmeye bayılan Hilmi Bey, anlatılmaz muzip bakışlarla Ona bakar ve “Hanım, ne dersin.. Sana kardan Hilmi yapayım mı?.." derdi. Kocası ne zaman böyle dese Melike Hanım’ı bir gülme alır ve bu gülme çok kısa bir sürede kahkahaya dönüşürdü. Bunlar aklına geldikçe Hilmi Bey’in yüzünde özlem dolu bir gülüş belirdi. O an, bir yandan hızını daha da arttıran ve aniden bulgurcuk şeklinde yağmaya başlayan kar tanelerine hayranlıkla bakarak karısının en kısa zamanda iyileşmesini ve bu anlatılmaz karın tadını birlikte çıkarmalarını diledi…

Kar neredeyse yarım metreye ulaşmıştı. Ana caddenin yan tarafındaki sahil de tamamen beyazla örtülmüştü. Karın bittiği ve denizin başladığı yerin manzarası da öyle böyle değildi. Orta yaşlı adam caddede yürürken, bir süre de oraya doğru baktı. Ellerinin üşüdüğünü hissetti. Melike Hanım’ın geçen yıl kendisi için sevdayla ördüğü lacivert yün eldivenleri giymediğine hayıflandı. Yüksel Kardeşler Sitesinin önünden hızlı adımlarla ilerlemeye başladı. Zira kar şiddetini daha da arttırıyordu. Bir müddet sonra köşedeki süpermarkete ulaştı. Kendisini dükkandan içeri zor attı. Uzun zamandır alış veriş ettiği ve birlikte sohbet etmeyi çok seven market sahibi Kadir Bey, şaşkın ve şakacı bir tavırla Hilmi Bey’e takıldı, “Hilmi Bey, ne bu hal Allah aşkına. Sen kar olmuşsun yahu. Şimdi de dükkanımın içine yağdın…" Hilmi Bey, zar zor konuşabiliyordu, “Dur Allah'ını seversen Kadir ya.. Zaten göz gözü görmüyor. Afat gibi bir şey…” Hilmi Bey, cebinden zorlukla, not kağıdını çıkardı. Biraz ıslanmış olsa da okunabiliyordu. Alacaklarını Marketçi Kadir’e söylemeye başladı. Ayak üstü sohbetlerini yaptılar. Dönüşte, kar hızını hiç kesmedi. Halinden o an pek de memnun olmayan adam, yüz metre ötedeki kasaptan bir kilo kıyma aldı, O gün sevdiği kadın için köfte yapacaktı…

Eve geldiğinde karısı uyanmıştı. Yatağa oturdu ve şevkatle, "Gözümün nuru uyandın mı? Şimdi sana söyleyeceğim şeye inanamayacaksın.." dedi. Güldüğünde oluşan gamzeleri kendisine çok yakışan orta yaşlı kadın da sevgiyle bakarak, "Nedir o canım. Bak çok meraklandım şimdi.." Hilmi Bey bu, o an karısının güzelliği karşısında ne söyleyeceğini unuttu. Onun küçük alnına düşen perçemini parmağıyla severek yukarı kaldırdı. Böylesine mükemmel bir eşe sahip olduğu için Yaradana şükretti. Kocasından cevap gelmeyince Melike Hanım, daha da meraklandı. Ve telaşeli telaşeli sordu, "Bey, nedir olan.. Çatlatacak mısın beni. Hadi söylesene!.."

Karısının, belki de yan dairedeki komşuların da duyabileceği sesi karşısında hala onun büyüleyici güzelliğinin etkisi altında olan adam, bir anda sihirden uyanmış gibi kendine geldi. Ve coşkuyla, "Dur, en iyisi sana söylemeyeyim Melike. Kendin gör. Hadi yavaşça kaldırayım seni. Koltuklu değneğini vereyim sana.."

Kocasının hala bir şey söylemediğini gören kadın kızar gibi yaptı. Onun bu huyunu bilirdi. Hilmi Bey, güzel bir şey söyleyeceği zamanlarda Onu merakta bırakmanın tadına doyamazdı. Ve sık sık sevdiğinin gözlerinin içine komik komik bakardı. O da kızarmış gibi yapardı. Lakin bu kez o kadar çok merak etmişti ki, biraz da kızmıştı da.. Aniden yastığını kaptığı gibi onun suratına patlattı. Adamcağız adeta abandone olmuş bir boksör gibi şaşkın şaşkın baktı ve hemen vaziyeti toparladı. Gene muzip bakışlarını takınarak ve yaramaz bir çocuk gibi, "Söylemeyeceğim işte. Söylemeyeceğim işte!.." diye mırıldandı..

Hilmi Bey, gelecek ikinci bir kroşeyi göze alarak dikkatli bir şekilde hayat arkadaşını yataktan kaldırdı. Bir koluna kendi girdi. Diğer kolunda da koltuk değneği vardı. Ağır adımlarla salona geçtiler. Hilmi Bey, balkon kapısının anahtarını çevirdi. Kapı biraz sonra yaşanacakların, o an mutluluğunu duyumsamış olmalıydı ki, neredeyse kendi kendine açıldı. Kar adamakıllı yağıyordu. Melike Hanım gördükleri karşısında adeta büyülenmişti. O da Hilmi Bey gibi kara bayılırdı. Başını sevda ve şefkatle hayat arkadaşının yüzüne çevirdi. Birbirlerinin göz pınarlarının içine süzüldüler. Bu anı yakalayan kar tanelerii sevinçten çıldırdılar. Sessiz ve çılgın bakışlarla birbirleriyle sözleştiler. Aynı anda her biri irili ufaklı kalplere dönüşerek yağmaya başladılar. Kısa bir süre içinde, kalplerden bazıları anlatılmaz güzellikte dansları eşliğinde yan yana dizildiler. Kırmızının en muhteşeminden oluşan kar kristalleri, hala birbirlerinin göz bebeklerinde kaybolmuş vaziyette olan aşıkların yanlarına süzülerek bir sevda kolyesi oldular. Oyuncu bir kar tanesi, çabucak Hilmi Bey’in kolunu dürttü ve ona incecik ses tonuyla ve şakayla karışık bir tavırla şöyle seslendi, "Hey çılgın aşık, uyan artık. Bu kolyeyi sevdiğin için yaptık. Ne şaşkın şaşkın bakıyorsun öyle.. Onun boynuna taksana…"

Melike Hanım ve Hilmi Bey, bunun üzerine hokkabaz kar taneciğinin tiz sesiyle ve ışıltısyla göz kamaştıran kolyeyi gördüler. Hilmi Bey, özenle kolyeyi eline aldı. Kendinden geçmiş bir vaziyette hayat arkadaşının boynuna taktı. Kar şiddetini arttırdı. Lakin yağan karlar beyaz değildi. Daha önce hiç kimsenin görmediği renklere dönüşmüşlerdi…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
A. Şahiner 5 yıl önce

Küçükkumlayı hiç böyle kar mevsimiyle tahayyül etmemiştim. Emeğinize sağlık.

Misafir Avatar
Melih ULUDAĞ 5 yıl önce @A. Şahiner

Çok teşekkür ediyorum.Beğendiğinize memnun oldum.

Beğenmedim! (0)