Yatmaya hazırlanıyorlardı. Tütün emekçisi Remzi ve karısı Nuriye, sabahın dördünde kalkacak ve lüküsler ellerinde  tütün toplayacaklardı.

Neyse ki tütünün bitmesine iki - üç gün birşey kalmıştı. Nuriye, her emekçinin evi gibi nohut oda, bakla sofa evlerinin büyük odasına yer yataklarını kurarken; Remzi de uzun süredir canı sıkkın gibi görülen oğlu Murat’ın yanına yaklaşmış ve Onun gür siyah saçlarını okşamaya başlamıştı. On yaşlarındaki çocuk, buna rağmen sessizce bir noktaya bakmaktaydı. Otuz beş yaşlarındaki, saçları hafifçe kırlaşmış olan Remzi; "canın neye sıkıldı öyle" diye sordu. Murat, yaşının küçük olmasına rağmen son derece olgun bir çocuktu; "ağanın oğlu Selman’ın ateş kırmızısı Pinokyo bisikletinden istiyorum" diyecekti ki, yutkundu ve söyleyemedi.. Çünkü zaten çok zor geçiniyorlardı; bu yüzden de küçük çocuk "hiiç" diyerek soruyu geçiştirmeye çalıştı. Remzi ise, konunun üzerine gitmekteydi.. Sorusunu yineledi; "haydi bakalım söyle canın neden sıkıldı"..  Bu kararlılığın üzerine Murat, babasına durumu anlattı. Aynı zamanda sınıfının birincisi ve çoğu yetişkinden çok daha yetişkindi Murat..  Bisikletin ötesinde bir de ağanın oğlu Selman’dan dert yandı.. Zira ağa Raşit Bey’in 13 yaşındaki şımarık oğlu Selman, gün içinde bisikleti olmayan köy çocuklarına bisikletini bir turluğuna veriyor ve bu bir tur karşılığında da her çocuktan birer lira para topluyordu. Ve çoğu zaman da çocuklara birer tur dahi attırmıyor; zayıflıktan kemikleri çıkmış o cılız çocukları çekiştirerek bisikletinden indiriyordu. Bu durum, tüm çocukların olduğu gibi Murat’ın da çok zoruna gidiyordu. Lakin, bisiklet o kadar güzeldi ki, her şeye rağmen zor zahmet biriktirebildiği harçlıkları tıpış tıpış bu kendini bilmez; on üç yaşında olmasına rağmen çok yemekten yağlı göbeği kendisinden birkaç metre önde giden ağa oğluna veriyordu.. Zira o bisiklete binmek rüya gibi birşeydi.

Remzi, oğlunun anlattıklarını sessizce ve başını sıvazlayarak dinlerken kendini çok kötü hissetmişti. Fakirliğine kahrediyordu. Günlerce, gün doğmadan karısıyla birlikte tarlalarda gün yitip gidinceye kadar tütün topluyordu. Neticesinde kendisinin ve karısının eline geçen para, sadece karınlarını doyurmaya yetiyordu. Oysa ki ağa Raşit Bey öyle miydi ya… Onlarca tütün işçisini çalıştırıyor ve onlara hak ettikleri kadar da yevmiye vermiyordu. Bir de kendini beğenmişin tekiydi. Hiç kimseleri beğenmezdi. Muhtemelen küçük dağları zat-ı şahaneleri yaratmıştı. Köylü de Raşit Ağa’yı sevmezdi fakat yapacak bir şey yoktu. O köyün en zengini ve tipik bir toprak ağasıydı.. Her köylü de onun için çalışmak zorundaydı.. Başka iş de yoktu.

Küçük çocuk babasının kucağında uyuyakalmıştı. Lakin, Remzi ve durumu anlattığı karısının uykuları kaçmıştı. Aslında mangal gibi bir yürekli insandı Remzi.. Babasından kendisine kalmış olan işlemeli sigara tabakasını açarak; içinden kendi elleriyle sarmış olduğu sigaralardan birini iki dudağının arasına koymuştu. Lakin henüz sigarayı yakmamıştı, yakamamıştı.. Oğlunun isteğini yerine getirememenin dayanılmaz acısını yüreğinin en derinlerinde hissediyordu. Bir süre sonra, sigarayı yakmayı akıl ederek, derin bir nefes çekti ve çektiği bu nefesin hepsini ciğerlerine gönderdi. Nuriye de suskundu. Sabaha kadar uyuyamamışlardı…

Uykusuz bir şekilde üstlerini giyinmiş ve aslan oğullarını da yanlarına alarak tütün tarlasının yolunu tutmuşlardı. Her birinin gözlerinden uyku akmaktaydı. Ancak çalışmak zorundaydılar. Ağayı daha çok, daha da çok zengin etmekten başka bir şansları yoktu…

Murat, tüm uykusuzluğuna rağmen, gün ağarmadan tütün tarlalarında, anlatılmaz güzellikteki gizemli lüküs ışıklarının eşliğinde tütün toplanmasını izlemeye bayılıyordu. Çok geniş bir alana yayılan lüküsler, tarlaları küçük çocuğa adeta sihirli diyarlar gibi gösteriyordu. Fakat diğer işçi çocukları gibi, bu çok sevdiği olayı seyrederken çoğu zaman uykuya dalıyordu. Gene öyle olmuştu. Elmacık kemikleri çıkık bu zayıf oğlanın göz kapakları yavaşça ağırlaşmış ve temiz havada keyifli bir uykuya dalmıştı. Annesi Nuriye, kırmızı çizgili battaniyeyi üzerine örterken; aslanının gözlerinden her ana gibi sevdayla öpmüştü. Murat, şimdi belki de rüyasında, Selman’ın bisikletine binmekteydi…

Tütün bitmişti. Raşit Ağa, işçilerin birikmiş yevmiyelerini verirken sanki onlara iyilik yapmış gibi, suratlarına tepeden bakıyordu. Onlar da böyle durumlara alışıktılar. Lakin sadece Murat’ın babası Remzi ve kapı komşuları Sadettin, böyle durumlarda alaycı bakışlarını Raşit Bey’e gönderiyorlardı. Raşit Bey, buna çok kızıyor, lakin Onlara bir şey söylemeye de pek cesaret edemiyordu.. Sadece kızmakla yetiniyordu…

Remzi, eve geldiklerinde kendi yevmiyelerini karısı Nuriye Hanım’ın avucunun içine koyarak; Ona on beş günlüğüne kasabadaki inşaatlarda çalışmaya gideceğini ve bunu mahzun görmeye dayanamadığı Murat’a bisiklet alabilmek için yapacağını söylemişti. Nuriye baktığında, kocasının gözlerinde bir umman görmüştü sanki.. Bu öylesine devasa bir ummandı ki, sözcüklerle anlatılır gibi değildi. Ardından Remzi, Nuriye’nin göz bebeklerinden kopup gelen damlacıkları farketmişti. Kocası gibi, çok çalışmaktan erken ihtiyarlayan kadın, Ona eskimiş paltosunu kendi elleriyle giydirmişti. Nuriye, Remzi’yi sokak kapısından uğurlarken, Onun ardından bir kova su dökmeyi de ihmal etmedi…

Remzi, on beş gün boyunca çok çalışmış; neredeyse her akşam mesaiye kalarak alacağı yevmiyeleri arttırmıştı,

Sabahın yedisinden gece dokuzlara kadar çalışıyordu.. Zayıftı, çok zayıftı, lakin öyle güçlü bir yüreği vardı ki, her işçiden daha çok çalışıyor ve daha çok iş yapıyordu.

İşten gelir gelmez kaldığı han odasında biraz peynir ve zeytinle birlikte yarım somun ekmek yiyor ve çoğu zaman kumanyasını bitiremeden, yorgunluktan uykuya dalıyordu.

Her yük taşımasında gözlerinin önüne, kasabadan oğlu için alacağı; ukala Selman’ın eski bisikletinden çok daha gösterişli, ateş kırmızısından daha da kırmızı Pinokyo bisiklet geliyordu. İşte bu zamanlarda sırtında taşıdığı kilolarca yükün bir kuş tüyü kadar hafiflediğini hissediyordu.

O gece oğluyla birlikte aynı rüyayı görmüşlerdi; "Kırmızı bisiklet.."

Ertesi gün inşaat sahibi yevmiyeleri dağıtılırken, Remzi’ye bir yevmiye de fazladan vermişti. Onun yürekten çalıştığını bilmekteydi.

Kasabanın en büyük mağazasına gitmişti Remzi;

Rengarenk Pinokyolar vardı ve gökkuşağı gibiydiler adeta..

Hiç düşünmeden en güzel olanını; en koyu kırmızıyı işaret etmişti mangal yürekli adam..

...

Remzi bisikletle eve geldiğinde oğlu Murat, dedesinin kendisine hediye ettiği matematik kitabından problemler çözmekteydi.

Yaz tatiliydi fakat ne fark ederdi ki.

Daha da zayıflamış olan dünyalar kahramanı babasının yanına yaklaştığını anlayamadı. Remzi, o akşamki gibi yine sessizce oğlunun yanına yaklaşmış ve saçlarını okşamaya başlamıştı. Önce babasını, sonra da yıldızlardan daha parlak olan Pinokyo’sunu farkedince bir çığlık attı küçük çocuk; "babamm, canım babam !.."

Remzi, oğluna Pinokyo’sunu güle güle kullanmasını söyledi.

Yaşlar, gizliden gizliye gelmiyordu Nuriye'nin gözlerinden, sel olmuşlardı..

O an, sevinçten deliye dönen çocuklarının göz ışıltılarında sanki cenneti görmüşlerdi.

Ve anlatılır gibi değildi…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.