Tıp Fakültesi üçüncü sınıf öğrencisi genç kız apartmanlarının bulunduğu caddenin az yukarısındaki iş makinelerinin çıkarttığı, kulakları sağır eden sesleri duymamak için başını yastığa bastırdı. Lakin bunun hiçbir kıymet-i harbiyesi olmadı. Bir yandan kayaları kıran, diğer yandan da kırılan kaya parçalarını kepçelerle kamyonlara yükleyen dozerler adeta genç doktor adayıyla inatlaşıyor ve daha fazla gürültü yapıyorlardı. Final haftasından yeni çıkmıştı. Son iki gündür de öksürüyordu. Dinlenmek ve kendine gelmekten başka bir şey düşünmüyordu. Ancak görünen oydu ki bu pek de mümkün olamayacaktı. Şişmiş gözlerle istemeye istemeye yataktan kalkarak masanın üzerindeki sürahiden bardağa su koydu. Kana kana içti ve koltuğa oturdu. Birbirine karışmış saçlarını eliyle düzeltti. Yastığının kenarındaki lastik tokayla saçlarını bağladı. Odasının penceresine doğru yöneldi. Perdeleri hafifçe araladı. Dışarısı ana-baba günü gibiydi. Beş iş makinesi hiç durmadan kayaları parçalarken, onlarca işçi de karınca gibi çalışıyorlardı. Başlarında iki usta başı vardı. Usta başları sağa sola emirler yağdırıyorlardı. Genç kız suratını ekşitti. Ne kadar şanssız olduğunu düşündü. Onları daha fazla görmemek için çabuk çabuk perdeleri kapattı. Çaresizce saçlarını kaşıdı…

Mutfağa geldiğinde annesi kahvaltı hazırlıyordu. Küt saçlı kadın kızını görünce ona coşkuyla: “Günaydın, güzellik.. Uyutmadılar benim kuzumu değil mi?.. “ diye seslendi. Genç kız; adeta annesinin bu soruyu sormasını beklermişçesine: "hiç sorma, beş-altı sokak yukarıda olsalar şu an hala uyuyor olacaktım.."  diye dert yandı. Kadın patates kızartıyordu. Kızının öyle söylemesi üzerine ocağın altını kıstı. Sevdayla kızına sarıldı. Şakacı bir tavırla ve sesini yükselterek: “kırarım onların kafalarını, gösteririm onlara banim kızımı uyutmamak ne demekmiş..” dedi. Gülüştüler…

Kahvaltı yaptıktan sonra genç kız, annesine üç sokak ötedeki sağlık ocağına gideceğini, öksürük için doktora ilaç yazdıracağını söyledi. Annesi de bundan mutlu olarak ona şefkatle başını salladı…

Dışarıda anlatılmaz derecede bir sıcak vardı. Kız, apartmanın dış kapısını açtığında insanın yüzüne yüzüne vuran sıcak karşısında ikinci bir darbeyi yedi. İstemeye istemeye dışarıya çıktı. Bir an çevredeki her şeyin buharlaşacağını hissetti. İçinden işçilerin işlerinin ne kadar zor olduğunu geçirdi. Az önce onlara kızdığı için kendinden utandı. Sitenin mekanik dış kapısının yanındaki kapıdan çıktığında işçilerin sıcaktan su gibi olmuş kıyafetleri içinde nasıl canla başla çalıştıklarını seyretti.. İçinden: “umarım emeklerinin karşılığını alıyorlardır.." diye geçirdi. Ağır adımlarla sağlık ocağına doğru yürümeye başladı. İki sokak geçmişti ki orada çalışmakta olan işçileri gördü. Devasa bir asfalt dökme aracı, neredeyse uzaya gitmek için saniyeler sayan bir uzay mekiği gibi göğe doğru yükselmiş, bir süre sonra da bir damper dolusu sıcak katranı yere dökmeye başladı. Kırk dereceye yakın sıcaklığa bir de neredeyse kaynayan katranın sıcaklığı eklenince hiç kuşku yoktu ki o an orada nasıl bir atmosfer olduğunu ifade edebilmek kabil değildi. Kız buram buram etrafa yayılan katran kokusundan uzak durabilmek için hızlı hızlı diğer yöne ilerliyordu. İlerliyordu ilerlemesine lakin; bir yandan da, kendilerini katranın kanserojen etkisinden koruyacak, takılması zorunlu olan koruyucu maskelerini takmayan ve havanın sıcaklığının etkisiyle katmerlenen katran kokusunu ister istemez ilk elden ciğerlerine çeken zavallı işçileri izliyordu. Önce onlara acıdı. Çok acıdı. Sonra acıma duygusunun yerini kızgınlık aldı. Kendisini çok kötü hissetti. Katranın kanser yapan bir kimyasal olduğunu bugün ilkokul çocukları bile biliyorlardı. Koca koca adamlar ve hele hele yıllarını bu işe veren emekçiler; insanı mahveden bu gerçeği nasıl bilmezlerdi.. Anlaşılır gibi değildi. Sonra gözünün önüne işçilerin hiçbir şeyden haberi olmayan aileleri geldi. Onlar için de çok üzüldü. O esnada gözü işçilerin epey gerisinde, onların çalışmalarını izleyen ve şefleri olduğunu tahmin ettiği kısa boylu baretli bir adama kaydı. Üç yıl sonra doktor olacaktı. Fakülte de sık sık katranın özellikle akciğer ve gırtlak kanserine yol açtığı hocaları tarafından dile getiriliyordu. O bir doktor adayıydı. İşçilere, onların ailelerine ve topluma karşı görev ve sorumlulukları vardı. Hiçbir şey olmamış gibi ya da olan biteni umursamadan oradan çekip gidemezdi.. Yavaşça şefin yanına yaklaştı. Ona katran dökülürken ve sonrasında işçilerin katranı küreklerle yayarken neden koruyucu maske takmadıklarını sordu. Şeften aldığı yanıt, en az gördükleri kadar genç doktor adayını üzecek ve onu ne yazık ki tarifsiz bir umutsuzluğa sürükleyecekti:

-Hanımefendi, öncelikle duyarlılığınız için size çok teşekkür ediyorum. Onların maske takmadıklarını gördüğünüzde belki de öncelikle beni suçladınız. Sağlıklarını umursamadığımı, tehlikeden uzak olarak işimi yaptığımı ve belki de burada zaman geçirdiğimi düşündünüz. Ancak sizi temin ederim ki; durum hiç de sizin tahmin ettiğiniz gibi değil. Hepsinin maskeleri var. Belediyemiz işçilerin sağlıklarına büyük önem veriyor. İş elbiseleri ve maskeleri en kalitelisinden alınıyor. Sık sık hizmet içi eğitimler yapılıyor. Uzmanlarımız, bu kurslarda onlara özellikle katranın döküldüğü o ilk anda maske takmamanın getireceği tehlikeleri anlatıyor, videolar izlettiriyorlar. Yani, belki de sizin tahmin ettiğiniz gibi işçilerin yüz yüze oldukları bu korkunç tehlikenin farkında olmamaları mümkün değil. Umursamıyorlar, maskelerini gereksiz bir eşya gibi görüyorlar. Sadece yanlarında getiriyorlar. Ne acıdır ki bazıları bunu bile yapmıyor…Koca adamlar da zorla maske taktıramıyoruz…

Şef sözlerini zorlukla bitirebildi. Yüzüne tarifsiz bir keder birikti. Başına ufka doğru çevirerek çaresizce o yöne doğru baktı.. Genç kız, açık yüreklilikle şefin kendisine anlattıklarından sonra kendini daha beter hissetti. Bir süre sessizlik oldu. Bu sessizlik adeta bir ölüm sessizliğini andırıyordu. Peşi sıra genç doktor adayı, o an işçilerle konuşmak, onları bu kez de bir doktor adayı olarak kendilerini nasıl bir tehlikenin beklediğini hatırlatmak için içinde tarifsiz bir istek duydu. Bu işe yarayabilirdi. Bir doktordan duyacakları işe yarayabilirdi. Anlatılmaz bir heyecan duydu. Hala üzüntülü olan şefin gözlerinin içine bakarak ona: “izin verirseniz işçilerinizle görüşebilir miyim?..“ diye sordu. Donanımlı biri olduğu açıkça belli olan şef kibar bir şekilde önce kıza başını salladı, ardından da: “buyurun.." dedi.

İşçiler kızgın katranın büyük bir bölümünü ellerindeki küreklerle etrafa yaymışlardı. Kısa bir mola vermişlerdi. O esnada kendilerine doğru yaklaşmakta olan genç kızı fark ettiler. Şaşırdılar. Meraklı bakışlarla kızı izlemeye devam ettiler. Genç doktor adayı yanlarına gelince kızın etrafında toplandılar. Kız sevecen bir tavırla onlara kendisini tanıttı. Tıp fakültesi öğrencisi olduğunu, maskesiz çalıştıklarını gördüğünde buna çok üzüldüğünü, zira bu durumun çok tehlikeli sonuçlar doğurabileceğini uzun uzun anlattı. Anlattı anlatmasına ancak işçilerin çoğunun tehlikenin ne kadar öldürücü olduğunu bilmelerine karşın gösterdikleri duyarsızlık genç kızı şoke etti. Ne kadar uğraştıysa da zerre kadar fikirlerini değiştirmek kabil olmadı, olamadı. Sadece bir-iki işçinin kendisini başlarıyla onayladığını fark etti. Takriben 30 yaşlarındaki bir işçi rahat tavırlarla şöyle söyledi:

-Rahat ol doktor hanım. Bize bir şey olmaz. Katran dediğin de neymiş.. Ne yapar ki o bize.. Kurslarda da aynı şeyleri dinliyoruz. Bıktık artık… Bu sıcakta kolaysa kendileri maskeyle çalışsınlar bakalım…

İşçinin bu mahveden cevabı genç doktor adayının bütün şevkini kırmıştı. Gene de elinden geleni yapmak istiyordu. Onları her şeye rağmen ikna etmeye çalışıyordu. Ancak bu çalışmaları suya yazı yazmaktan daha büyük bir öneme haiz olamadı.. İnce yüzlü orta yaşlı bir işçi söze karıştı. Güler yüzlüydü:

-Doktor kızım, iyi dersin, güzel dersin de. Ramazandayız. Oruç tutuyoruz. Bu dayanılmaz sıcakta söyle nasıl maskeyle çalışalım?...

Adamın yaşı babası kadardı. İçtendi. Onu babası yerine koydu. Gözünün önünde adamcağızın ailesi canlandı. Az önce kaybettiği gücünü tekrar kazandı. İkna edici bir ses tonuyla orta yaşlı işçiye cevap verdi:

-Amcacığım, öncelikle Allah tuttuğun orucu kabul etsin. Evet yerden göğe kadar haklısın. Hava zaten kavuruyor. Bir de katranın sıcağı.. Ama başka çare yok. Takmak zorundasınız. Yoksa sonu çok acı verecek. Beni yanlış anlama.. Sadece kendinize karşı sorumluluklarınız yok. Ailelerinize karşı da sorumlusunuz. Bir kere gözünüzün önüne getirin. Ya kanser olursanız. Çekeceğiniz o dayanılmaz acılar.. Son dönemlerde zerre kadar işe yaramayan ağrı kesiciler.. Ailenizin size göstermeden, ağlayışları, çırpınışları…

Genç kız son kozunu oynamıştı. O an yaşadığı yoğun duyguların da etkisiyle olayı bilerek dramatize etmişti. İşe yarayacağına tüm kalbiyle inandı. Kızın bu konuşmaları üzerine işçiler endişeyle birbirlerinin gözlerinin içine baktılar. Kalbi insan sevgisiyle dolu genç kız hedefi on ikiden vurduğunu düşündü. Dostça her birinin elini sıkarak oradan uzaklaştı…

Ertesi gün, genç kız sonucu görmek için aynı yerdeydi. Bir önceki günden dökülen asfalt katılaşmıştı. Aynı işçiler biraz daha yukarıdaki caddeye dökülen katranı etrafa yayıyorlardı. Lakin değişen hiçbir şey olmamıştı; Hiçbirinin yüzünde maske yoktu…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.